Dayanışmanın kenti

Tunceliler, bu böyle olmaz demişler; karı koca işten atılan komşularının yakıt ve kapıcı paralarını almama kararı almışlar...

Işıl Özgentürk

Tuncelili kadınların enerjisi sanırım Munzur’un sırlarla dolu sularından geçiyor.

Burası Tunceli, namıdiğer Dersim. Bu coğrafyada okumayan, adam olmayan çocuk yok! Hele de kızlar, her yıl hem lise hem üniversite sınavlarının ilk onundalar. Neden diye sorsanız yanıtı bende de yok. İlkbaharda deli gibi akan Munzur Nehri’nin enerjisi mi? Dağlardaki yüzlerce endemik bitkiyle yapılan yemekler mi, yoksa anlaşmış gibi tüm ailelerin en çok iki çocuk yapma kararından mı bilmiyorum, ama gerçek bu.

Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali bu yıl daha önce de yazdığım gibi 20. yılını 20 ayrı ilde kutluyordu, tabii ben atılıp Tunceli’yi kaptım. İyi ki, öyle yapmışım, artık çocuklarının kemiklerine kavuşan ve onları huzur içinde gömen Kemal Hoca’ya açlık grevinin son (86. gün) günlerinde el verdim. Tüm kentin şefkatle ona sahip çıkmasına tanık oldum. Sadece bu mu? Kent ansızın, bir sabah vakti işleri ellerinden alınan işsizlerle dolu. Öğretmen, sağlık memuru, belediye görevlisi, kadın, erkek, yaşlı, genç!

Bu durum kentte öncelikle büyük bir şaşkınlığa neden olmuş, öğrenciler ağlayarak evlerine gitmiş ve “Ben öğretmenimi istiyorum” diye annelerine sarılmışlar. Sağlıkçılar hastalarının dualarıyla uğurlanmış. Gece ve gündüz bir süre sadece karanlık olmuş. Ama burası Tunceli, hemen toparlanmışlar, örneğin Uçan Süpürge ile birlikte bu yıl 20. yılını kutlayan, kadınlar için dayanışmanın kitabını yazan KAMER Vakfı, hemen iş olanaklarını araştırmaya başlamış ve binbir hikâye yaşanmış, daha da yaşanacak.

Sinema 62...

Şimdi filmin oynayacağı üç aydır kapalı olan ve yeni açılan Sinema 62’nin kapısından giriyorum. Bekleme salonu pırıl pırıl boyalı hâlâ boya kokuyor ve her yerde saksı çiçekleri, sinemanın işletmecisi beni karşılıyor, çok kocaman bir adam ve başında bandana, bir eski çağ korsanına benziyor, bunu ona söylediğimde, “21 yıllık ambulans şoförü, oldu şimdi korsan!” diyor ve basıyor kahkahayı. Onu 7 ay önce işten atmışlar, tüm hakları da yok olmuş, sonra dayanışma devreye girmiş ve 4 aydır kapalı olan sinema salonu adam edilip, işletmesi de ona verilmiş. Bugünlerde sinemasında yarısından fazlası Tunceli’de çekilen “Zer” filmini oynatıyor. Tunceliler Kazım Öz’ün yönetmenliğini yaptığı ve kendilerini anlattığı filmde öyle canla başla oynamışlar ki, son derece trajik bir konusu olan film inceden inceden güldürüyor. Bizim Tuncelili korsanın da önemli bir rolü var, yıllarca ev hanımlığı yapan karısı da artık sinemadaki büfeyi işletiyor.

O gün sinemanın bir seansında, KAMER Tunceli şubesinin seçtiği bir film oynatılacak. Türkan Şoray’ın yönetmenliğini yaptığı “Uzaklarda Arama” filmi. Kadınlar yavaş yavaş yanlarında çocuklar sinemayı dolduruyorlar ve ışıklar sönüyor. Film, Uzak adlı bir kasabaya her yerden sürülmüş bir pavyon ahalisinin gelmesiyle başlıyor. Pavyonda çalışan kadınlar pek bir işveli, pek bir güzel. Uzak kasabasının tüm dengesi bozuluyor.

Özellikle Uzak’ın kadınları “Bu karılar pek güzel, kocamız elimizden gider” diyerek pek bir korkuyorlar ve yeni gelenlere epey bir eziyet yapıyorlar. Ancak olaylar öyle gelişiyor ki, filmin sonunda kadınlar arasında inanılmaz bir dayanışma başlıyor. Film bittiğinde alkış kıyamet, ben de çıkanlarla konuşmak için bekliyorum.

En samimi itiraf, saçları kınalı, orta yaşlı bir kadından geliyor. Yıllar önce Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı Zeki Ökten’in çektiği Sürü filmini izlemiş, o günden bu yana sinemaya ilk kez geliyor. Film çok hoşuna gitmiş çünkü onların başından geçen bir hikâyeyi anlatıyormuş. Hemen soruyorum “Nasıl bir hikâye?” Meğerse iki yıl önce, Tunceli’de bir birahanede kadınlar çalışmaya başlamış, bir çeşit pavyon gibi. Öyle mi, Tuncelili kadınlar toplanmış “Kocalarımızı elimizden alıyorsunuz” diyerek birahaneyi taşlamışlar. Hikâye anlatılırken kadınlar usul usul yanımıza geliyor ve itiraflar başlıyor: “Yahu kadınların hiçbir günahı yokmuş, biz erkekleri taşlamalıymışız!” Vay, sonra ne mi oluyor hep birlikte güle oynaya evlerine dönüyorlar.

Seni çok özledim!

Sinemadan çıkıp hemen yakındaki yeni açılan MADAM CADI meze ve şarap evine giriyorum. Burayı altı ay önce işinden atılan öğretmen Bircan Çetin ve kardeşleri Şeyda ve Gülcan Çetin açmışlar. Kızkardeşi işten atılır atılmaz, İstanbul’da yaşayan Şeyda soluğu Tunceli’de almış. Hemen bir geçim yolu aramaya başlamışlar, İstanbul’da bilgisayar mühendisi olan bir başka kardeş onlara organik ürün bulmak için tam üç ay her cumartesi- pazar o mandıra senin bu mandıra benim, o şarap evi senin bu şarap evi benim dolaşmış durmuş. Borç harç kendi boyadıkları dükkânı süslemişler, en güzel peynirler, en güzel şaraplar ve ev yapımı yemekler orada. Tunceli halkı da nerede bir hakkı yenen varsa orada, şimdi peynir, şarap ve sıcacık poğaçalar için dükkânın kapısından içeri giriyorlar.

Tam ben oradayım, saçları örgülü bir kız çocuğu elinde bir kitap koşarak içeri giriyor ve Bircan’a sarılıyor, “Öğretmenin seni çok özlüyorum.” Bircan ağlamaklı, sarılıyor ve hemen “Gel bakalım bugün neler öğrendin, anlat” diyerek onu bir köşeye götürüyor, ben öylece bakıyorum. Çocukken benim de başıma gelmişti, öğretmenimizi bizden koparmışlardı, acısı hâlâ çok taze. Bircan’ı öğrencisiyle baş başa bırakıp Madam Cadı’dan dışarı çıkıp yürüyorum. Yeni yeni açmaya başlayan iğde ağaçlarının kokusu başımı döndürüyor. Yarın KAMER’li kadınlarla kahvaltı yapacağız ve kim bilir ne hikâyeler anlatacaklar.

Bu zor günlerde..

Ertesi gün KAMER binasında kahvaltıdayım, (KAMER Vakfı da bu yıl 20. yaşını kutluyor) KAMER’in kurucu üyesi Nebahat Akkoç öncülük etmiş, Dersim’in kayıp kızlarından biri olan annesinin anısına burada çok güzel bir bina yapılmış. Misafirler için pansiyon olarak kullanılıyor. Ben oradayken işten atılan dört akademi üyesi de misafirdi. Pansiyonun en sevdiğim yeri çamaşırlık ve ütü odası oldu. İnsan burada rahatlıkla yaşayabilir, çalışma yapabilir. Öğretim üyeleri de bunu yapıyor zaten.

Kahvaltıya katılan KAMER gönüllüsü kadınların en büyük şikâyetleri çocuklarının mağdur olması. Öğretmenler işten atılınca çocuklar adeta bir travma geçirmişler, düşünün bir okuldan tam 12 öğretmen işten çıkarılmış. Her şey karmakarışık olmuş. Şimdi o öğretmenlerden biri bulaşıkçılık yapıyor ve çocuklar nöbetleşe cep harçlıklarını usulca öğretmene bırakıyorlar. Başka yardımcı olma yolları da var, örneğin işten atılan üç öğretmen bir kahve açmış, Tunceli ahalisi sırayla kahveye gidip çayını içiyor. Bu olmazsa olmazları!

Kahvaltıya gelen kadınlardan birinin kocası 9 yıldır içeri de, iki çocuğuna o bakıyor, birinin kocası ölmüş, yine de capcanlılar, gözlerini bir güzel boyamışlar, en güzel fıkraları anlatıp gülüyorlar, birbirlerine takılmak onlar için en keyifli şey.

Diren her yerde..

Sonra birden biri bir başka hikâyeye başlıyor; bir apartmanda yaşayan karıkoca öğretmen iki Tuncelili aynı anda işten atılmış. Komşular bu böyle olmaz diyerek, o karı-kocadan yakıt ve kapıcı parasını almama kararı almışlar. Ayrıca her ay bir miktar para toplayıp çocukların okul masraflarını karşılamaya başlamışlar.

O sırada bir telefon çalıyor, telefon benim Cıva Diren adını taktığım, çünkü cıva gibi her yere yetişiyor Diren’e. “Bir kepçe işi boşalmış, işsizlere haber verin” diyorlar. Hemen bir örgütlenme, işsiz bir belediye işçisi bulunup işe yollanıyor.

Hikâyeler birbiri arkasından devam ederken bir başka Diren, bölgede kadın adlarının çoğu Diren, söz alıyor. “Bizim buralar başkadır” diyor. “Örneğin bizde hayvanlar kutsaldır. Keçiler Fatma’nın keçisi olduğu için öldürülmez, ayılar koruma altındadır. Şöyle bir olay yaşandı, bir ayı bir adamcağızın kovanlarını hallaç pamuğu gibi atmış, adam da ayıyı mahkemeye verdi. Ayılar koruma altında olduğundan tüm balın parasını devletten aldı. Öte yandan biz Tunceliler iyilik yapmayı severiz. Gene Karadeniz’de kente domuzlar inmişti, onları patır patır vurdular biz ise muz ikram ettik.”

Doğrudur, bu topraklarda iyilik var. Sevgili dostlarım ben de Munzur’un azgın sularına bakıp şöyle düşündüm: “Bu topraklarda her zaman bir mucize vardır!” Bölgenin en bereketli yatırı Düzgün Baba’ya gidip bir adak mı adasam?