Dave Eggers'ten "Hızımızı Tadacaksınız"

“Hızımızı Tadacaksınız” kaybetmeye aday iki arkadaşın amaçsız gezilerindeki içsel yolculuklarını, kendileri ile hesaplaşmalarını hüznün dozunu iyi ayarlayıp mizahı, ironiyi göz ardı etmeden anlatıyor. Yaşadığımız Dünya’ya, başta dostluklar olmak üzere her şeyi tüketmeye koşullanmış olan bizlere de eğlenceli bir dille acı gerçekleri gösteriyor.

Metin Celâl/Cumhuriyet Kitap Eki

Hızımızı Tadacaksınız

Dave Eggers “Hızımızı Tadacaksınız”da bir haftalık bir dünya turuna çıkıp sahip oldukları bütün parayı yoksullara dağıtmayı amaçlayan iki arkadaşın öyküsünü anlatıyor. 

Amerikan edebiyatında yol romanlarının ayrı bir yeri vardır. İlk bakışta “Hızımızı Tadacaksınız”da (Mart 2014, çev. Garo Kargıcı, Siren yay.) bu türe yeni bir katkı gibi. 27 yaşındaki iki arkadaş hızlı bir Dünya turuna çıkıyorlar. Daha önce ülke, hatta eyalet dışına bile çıkmamış olmalarına rağmen...
Çocukluklarından beri birlikte oldukları arkadaşları Jack beş ay önce ölmüş. Romanın anlatıcısı Will iki hafta önce Jack’tan kalan eşyayı görmek isterken bir depoda üç kişiden sıkı bir dayak yemiş. Ağzı burnu dağılmış. Suratı berbat bir görünümde. Bir de dağıtması gerektiğini düşündüğü yüklü miktarda para var. Bu parayı saçıp savurursa ruhen rahatlayacağına inanıyor.

Will tasarladığı bu seyahate hemen çıkmak istiyor. Ama yoldaşı olacak olan Hand’in bir haftadan fazla izin alması olanaksız. Will de bir haftada da olsa bu dünya seyahatine çıkmaya razı oluyor. Hızlı olacaklar ve yolu bir seferde tamamlayıp Dünya turu atacaklar.

“Chicago’dan başlayıp tercihen önce Saskatchewan’a sonra Moğolistan’a, sonra Yemen’e, sonra Ruanda’ya, sonra Madagaskar’a – belki Ruanda ile Madagaskar yer değiştirebilirdi- sonra Sibirya’ya, sonra Grönland’a gidecek, sonra da eve dönecektik. Çocuk oyuncağıydı” diye seyahati planlıyor Will.
Tabii ki evdeki hesap çarşıya uymuyor. Öncelikle sürekli batıya doğru seyahat ederlerse çok zaman kaybedeceklerini anlıyorlar. Saat farkları, en önemlisi gündönümü çizgileri bu zaman kaybının nedeni. Rota değişiyor. Gidilecek yerler listesi ve kalma süreleri kısalıyor. İkinci önemli gerçek gitmek istedikleri yerler arasında çoğunlukla direk uçuş yok. Örneğin Grönland’dan Ruanda’ya ya da Madagaskar’dan Katar’a direk uçmak mümkün değil. Londra ya da Paris gibi merkezlere gidip oradan aktarma yapmak gerekiyor ki bu da zaman kaybı.

Dünya turu yapmaktan vazgeçip farklı kıtalarda dört – beş yere gitmeye karar veriyorlar. Hand seyahati Mısır’da Piramitler’de noktalamayı arzuluyor. Keops’u hep görmek istediğini söylüyor. Will de ikna oluyor. 6- 6,5 günde seyahati tamamlayacak, tüm parayı dağıtacaklar. Hand işine dönecek, Will de yakın bir arkadaşlarının Meksika’daki düğününe gidecek.

Bazı yerlere gidebilmek için vize almak gerektiği akıllarına geliyor. Ama seyahate çıkmalarına sadece dört gün var ve vizelerin yetişmesi olanaksız. Seyahat planı yeniden yapılıyor. Ruanda ve Yemen listeden çıkartılıyor. Moğolistan ve Katar da... Grönland vize istemediği için seyahate oradan başlamaya karar veriyorlar. Kış olduğu için Grönland’a biletler de çok ucuz.

AKSİLİKLER BAŞLIYOR

Yanlarına birer küçük sırt çantasından başka bir şey almadan yola çıkmaya karar veriyorlar. Grönland’da havanın çok soğuk olabileceği akıllarından geçse de önemsemiyorlar. Her hava şartına uygun ve hafif giysiler alacaklar. Gerekli aşıları olmayı da ihmal etmiyorlar.

Daha seyahatin ilk ayağında aksilikler başlıyor. Grönland’da kar fırtınası olduğu için sabah erken saatlerde yapılacak olan uçuş belirsiz bir zamana erteleniyor. Havaalanından ilk uçak öğleyin Senagal’e Dakar’a. Hemen ona bilet alıyorlar. Ama o sefer de bilet aldıktan sonra gece 21’e erteleniyor. Havaalanı yakınlarında bir otelde uzun bir bekleyişten sonra nihayet yola çıkıyorlar. Şimdiden bir gün kaybetmişler bile...

Portatif bir merdivenin üzerinde ampul takarkenki silüetinin yeni çıkacak bir ampulün paketi üzerinde kullanılması sayesinde 80.000 dolar kazanmış Will. Seyahate çıkarken 38.000 doları var. Parayı bankadan çekip seyahat çekleri haline getirmiş. Hepsini dağıtırsa ruhsal olarak rahatlayacağını düşünüyor. Sıkıntısının iki temel nedeni var. Birincisi çocukluk arkadaşları Jack’in ölümü. Oldukça ağır bir hızla giden Jack’in arabasına aşırı hızla gelen bir TIR çarpıyor. Ondan sonrası tam bir kabus. Jack komadayken tedavi yolları araştırılıyor ama Will parası olmasına rağmen arkadaşını tedavi ettirip iyileşmesini sağlayamıyor ve Jack ölüyor. İkincisi de yine daha önce sözünü ettiğim dayak olayı. Yüzünde ve vücudunda açılan yaraların ruhunda da izleri var ve kolay iyileşeceğe benzemiyor. Will bir haftalık seyahat süresince kendiyle bir hesaplaşmaya girişiyor. İç diyaloglarla kendi kendiyle tartışıp, 27 yıllık kısa yaşamında yapıp ettiklerini bu iki travmatik olay bağlamında çözümlemeye çalışıyor.

Dakar’a ulaştıklarında zamanlarının çok kısıtlı olduğunun farkındalar. Günler bir yana, saatler, dakikalar bile sayılı artık. Her anları çok değerli ve olabildiğince iyi değerlendirmek istiyorlar. Belki hiç uyumadan, hep hareket halinde geçirmeliler bu çok sınırlı zamanı.

Parayı en çok gereksinimi olanlara dağıtmak istiyor Will. Hak edeni bulmak ve ona vermek istiyor. Bir kerede bütün meblağı bir kişiye verirse amacına ulaşamayacak, olabildiğince çok kişiyi sevindirmek istiyor. Üstelik yardım ettiği kişide minnet, borçluluk duygusu oluşturmadan paraları dağıtmak niyetinde. Oysa Senagal gibi yoksulluğun diz boyu olduğu bir yerde bile uygun kişileri, gönül rahatlığıyla yardım edebilecekleri insanları bulmaları kolay olmuyor. Çünkü çevreleri onları kandırıp, dolandırıp paralarını almak isteyen birçok açgözlü ile dolu. Will bir yandan da onlara para kaptırmamaya çalışıyor.

ACI GERÇEKLER

Araba kiralayıp şehir dışına çıkıyor, dağlarda, bayırlarda, ıssız yerlerde “gerçek” yoksulları arıyorlar.

Dakar’dan sonra Fas’a Kazablanka’ya, oradan araba ile Marakeş’e ve ardından Londra aktarması ile Estonya’ya gidiyorlar. Talinn’den Riga’ya yine arabayla yolculuk yapıyorlar. Gerçek yoksulları bulup hiç kuşku duymadan para vermek kolay olmuyor. Bu çabaları yoksulları aramak için binlerce kilometre yol kat etmenin gereksiz olduğunu memleketinden hiç ayrılmasa da aynı derecede yoksul kişilerle karşılaşabileceğini de düşündürüyor Will’e. “Her ülke diğerlerine az çok benziyordu. Ve nihayet her manzaranın ABD’de de olduğunu fark ediyordum şimdi. İşin eğlencesini kaçırıyordu bu biraz. Eğer manzara ve yoksul insanlarsa görmek istediğiniz, ülkenizi terk etmenize gerek yoktu,” diyor kendi kendine. Sonuçta kendisi de, yol arkadaşı Hand de aslında yoksulluğun sınırında, geleceğe dair hiçbir garantileri olmayan insanlar. Her an işlerini kaybedip ortalığa savurdukları bu paraya muhtaç hale gelebilirler.

Will ile Hand’in bu seyahatleri eğer Will’in yoksullara para dağıtma gibi bir arzusu olmasa tamamen amaçsız ve anlamsız görünüyor ilk bakışta. Gittikleri şehri bilinçli olarak gezmiyor, bir yer görmüyorlar. Zamanlarını uçak bileti ayarlamak, araba kiralamak gibi işlerle tüketiyor, taksi şoförlerinin tarif ettiği bar ve diskolarda diğer turistlerle birlikte zaman geçirip, tek amaçları kendilerinden çıkar sağlamak, para almak olan kişilerle tanışıyorlar. Yüzlerine gülen, sohbet eden herkes, özellikle kadınlar paralarının peşinde. Bu durumu fark edince Will’in içi iyice kararıyor. Turizmin, turistliğin tam anlamıyla bir kandırmaca olduğunu düşünüyor.

Dave Eggers “Hızımızı Tadacaksınız”ı birçok yerinde Jack Kerouac’ın “Yolda”sına göndermelerde bulunsa da aslında çağımızda artık Kerouac ve arkadaşlarının yaptığı gibi zaman ya da para sınırlamalarına aldırmadan yüreğinin götürdüğü yere gitmenin mümkün olmadığını da anlatıyor. Yollara düşenlerin zamanı sınırlı, ülkelerin kapıları kapalı, insanlar yabancı konuklara hiç de dostane yaklaşmıyor.

“Hızımızı Tadacaksınız” kaybetmeye aday iki arkadaşın amaçsız gezilerindeki içsel yolculuklarını, kendileri ile hesaplaşmalarını hüznün dozunu iyi ayarlayıp mizahı, ironiyi göz ardı etmeden anlatıyor. Yaşadığımız Dünya’ya, başta dostluklar olmak üzere her şeyi tüketmeye koşullanmış olan bizlere de eğlenceli bir dille acı gerçekleri gösteriyor.

Hızmızı Tadacaksınız/ Dave Eggers/ Çeviren: Garo Kargıcı/ Siren Yayınları/ 382 s.