'Daima Susan'
Bu dünyadan büyük bir düşünür, deneme, öykü, roman yazarı, eleştirmen, insan hakları savunucusu geçti; bu dünyadan siyaset, sanat, fotoğraf, estetik, pornografi, sinema, AIDS gibi birbirinden farklı alanlar üzerine durmadan düşünen, üreten, hayranlık uyandıran bir beyin geçti. Kimilerine göre bir hain, kimilerine göre de “vicdanların sesiydi.”
Olcay Mağden ÜnalVİCDANLARIN SESİYDİ!
Bu dünyadan büyük bir düşünür, deneme, öykü, roman yazarı, eleştirmen, insan hakları savunucusu geçti; bu dünyadan siyaset, sanat, fotoğraf, estetik, pornografi, sinema, AIDS gibi birbirinden farklı alanlar üzerine durmadan düşünen, üreten, hayranlık uyandıran bir beyin geçti. Kimilerine göre bir hain, kimilerine göre de “vicdanların sesiydi.”
Savaşa karşı takındığı tavır ve yaptığı sıra dışı çıkışlarla adından epey söz ettiren Susan Sontag, İsrail’in Filistin politikalarını, Batı’nın Bosna’daki kurbanlar karşısındaki tepkisizliğini, özellikle 11 Eylül sonrasında Amerika’nın Irak’taki savaşını yerden yere vurdu, üstelik sözünü sakınmadan: “Amerikan toplumu aptallaştırılarak, korku ve güvensizlik yayılarak uyutuluyor.” Açıkçası bugün, Sontag’ın bu sözünü sadece Amerika özelinde değerlendirmek eksik kalır.
“Savaş, iç deşer; savaş, bağırsakları boşaltır. Savaş, teni yakıp kavurur. Savaş, organları bedenden koparır. Savaş, yıkıp yok eder. Ve savaş, insan türünün doğasından gelir.” Susan Sontag, Başkalarının Acılarına Bakmak kitabında böyle diyordu, ancak biz şimdi 71 yaşında kanser sebebiyle kaybettiğimiz bu çok yönlü ve dopdolu kadının günlük hayatına uzanacağız, sahi o aslında nasıl biriydi?
KURALLARI ÇİĞNE, ÇİĞNE KURALLARI!
İşte Amerikalı yazar Sigrid Nunez’in genç yaşta tanıştığı Susan Sontag hakkında yazdığı biyografi eseri Daima Susan, hayranlık uyandıran bu entelektüelin; kalıplara sığmayan bir ruhun ve göz alıcı parlaklıkta bir zekânın son derece açık sözlü bir portresini çiziyor ve Nunez’in, Sontag’ın oğlu David ile birlikteliği sırasında hep beraber geçirdikleri bir dönemi konu alıyor.
“Herhangi bir işe bir kuralı çiğneyerek başlamak her zaman iyidir.” Sıra dışılığı daha bir işe kalkışmadan bile kendini belli ediyordu, bu sebeple geç kalmak onun kendi kuralıydı. Gurursuz, sıkıcı, ibretlik ve ciddi; Susan Sontag’ın en sevdiği ve sık sık kullandığı kelimeler bunlardı. “İnsanların ne kadar ciddi olduklarını kitaplarına bakarak anlayabilirsin.”
CİNSİYETİ YOLUNA ÇIKARTMADI!
Her sözüyle kendine has bir duruş sergileyen, Pete Hamill’in deyişiyle “neslinin en zeki yüzüne sahip” bu kadın erkeksi görünmekten korkmazdı:
“Cinsiyetin yoluna çıkmasına izin vermek mi? Hayatta olmaz! Ama çoğu kadın fazla ürkekti. Çoğu kadın kendini göstermekten, fazla zeki, fazla tutkulu, fazla güvenli görünmekten korkuyordu. Hanım hanımcık olmamaktan korkuyorlardı. Sert, soğuk, bencil ya da kibirli görünmek istemiyorlardı. Erkeksi görünmekten korkuyorlardı ve bir numaralı kural, tüm bunları aşmaktı.”
Kanser nedeniyle memesini kaybettiğinde utanmayı reddetti, yara izini göstermek için tişörtünü yukarı sıyıracak kadar cesurdu. Herkesin merak etmesi ve ürkmeden bakabilmesi gerektiğini düşünürdü.
Ona daha çok benzemedikleri için diğer kadınlara karşı sabırsızdı; kadınların el çantalarına olan bağımlılığı da onda şaşkınlık uyandırıyordu. Kadınlar çantasız kaybolacakları fikrine de nereden kapılmışlardı acaba?
Erkekler el çantası taşımıyordu. Kadınlar neden kendilerine yük ediniyorlardı? Onun yerine neden her zaman, erkeklerin yaptıkları gibi, anahtarları, cüzdanı ve sigaraları alacak kadar büyük cepleri olan kıyafetler giymiyorlardı?
FEMİNİSTLERDE KUSUR BULAN BİR FEMİNİST!
Çoğu kadını yetersiz bulan bir feministti, ama çoğu zaman feminist kardeşlerinde de kusur bulur, feminizmin retoriğini de büyük ölçüde naif, duygusal ve entelektüel karşıtı olmakla eleştirirdi.
Kadınlara karşı bu çarpıcı bakışının yanı sıra kendisinin müthiş bir abartma alışkanlığı da vardı ve güzelliğe hastalıklı derecede takıntılıydı. Ancak o her tip insanda güzellik görürdü, başkalarının hiç dikkate değer bulmadığı çoğu erkek ve kadında da.
Sevdiği her sanat eseri bir başyapıttı, onu etkileyen her sanatçı bir dâhiydi, cesurca davranan her erkek ya da kadın bir kahramandı ve her köşeden Helen ya da Adonis çıkıyordu. Ve Sontag “Eğer birine yakınsam, sadece arkadaş bile olsa, o kişiye her zaman cinsel çekim hissederim,” diyecek kadar şıpsevdiydi.
ÖĞRETMENLİKTEN HOŞLANMAZDI
Birlikte geçirdikleri yıllar epey zorlayıcı olsa da Sigrid Nunez, Susan Sontag’ın kendinden taşan ve etrafına bulaşan bilgeliğinden faydalanma fırsatı yakalamıştı, ne de olsa Sontag doğal bir akıl hocası sayılırdı.
Tam da burada Nunez’in sözlerine yer vermek gerek:
“Sontag ile birlikte yaşayıp da ustalığından kaçınmak mümkün değildi. Onunla sadece bir kez karşılaşan biri bile büyük ihtimalle bir okuma listesiyle ayrılırdı. Kendiliğinden öğretici ve ahlakçıydı; bir etki yaratmak, bir model, örnek olmak istiyordu. Başka insanların zihinlerini geliştirmek ve zevklerini inceltmek, insanlara bilmedikleri şeyler (bazı durumlarda, bilmek bile istemedikleri, ama bilmeleri gerektiğinde ısrar ettiği şeyler) söylemek istiyordu... Tutkularının herkes tarafından paylaşılmasını isterdi ve sevdiği her yapıta eşit yoğunlukta karşılık vermek onun en büyük zevklerinden biriydi.”
Doğal bir akıl hocasıydı, ancak öğretmenlikten nefret ederdi. Bunun altında yatan en büyük sebep de öğretmenliğin bir iş olmasıydı; ücret karşılığı yapmayı kabul ettiği neredeyse her işten nefret ediyordu. Ona göre herhangi bir işi kabul etmek aşağılayıcıydı.
Öte yandan bir kitabı satın almak yerine kütüphaneden ödünç alma fikrini de aşağılayıcı buluyordu. Taksi yerine toplu taşıma kullanmak da son derece aşağılayıcıydı. New York’a taşındığı yirmi altı yaşında ne kadar fakir olursa olsun bunu asla yapmayacağına dair kendine söz vermişti. Üstelik saygısı olan her insanın onu anlayacağını ve onun gibi hissedeceğini düşünüyordu.
Ayça Sabuncuoğlu’nun kusursuz çevirisiyle dilimize aktarılan Daima Susan, bu büyük ustayı çok daha yakından tanımamıza olanak veriyor.
Daima Susan - Bir Susan Sontag Biyografisi / Sigrid Nunez / Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu / Kafka Kitap / 88 s.