Daha Cesur Daha Eğlenceli: The Suicide Squad

DC sinematik evreninin süper kötüleri İntihar Timi (Suicide Squad), nihayet hak ettiği filme kavuştu.

Başak Bıçak

Attığı tweetler yüzünden Marvel’la arası açılan James Gunn, DC dünyasında moral bulduğunu kanıtlamak için tüm ustalığını konuşturuyor ve serinin ilk filmi Suicide Squad: Gerçek Kötüler felaketini unutturmayı başarıyor.

Marvel karşısında üst üste aldığı hezimetlerin ardından Joker (2019) ile hayranlarına nefes aldıran DC, tam da Marvel, Black Widow (2021) ile hem gişede hem de eleştirmenlerin gözünde sınıfta kalmışken The Suicide Squad ile açılan arayı kapatma fırsatı yakaladı. Marvel evreninin koruyucuları, Guardians of the Galaxy ile müthiş bir iş çıkaran James Gunn ile anlaşan çizgi roman devi, Marvel’ın pek uzaklaşmak istemediği “hassasiyetlerini” bir kenara bırakıyor ve kan ile şiddetin gövdeyi götürdüğü, mizah dozunun ayyuka çıktığı bir film ortaya çıkarıyor. İkinci filmin isminin başına eklenen “The” ekinin nedeni ise açık: İlk filmin yarattığı hayal kırıklığını, Jared Leto’nun akıllara zarar Joker yorumunu hafızalardan silmek ve -bir bakıma- seriyi yeniden başlatmak. Evet, bu yine “bildiğiniz” Suicide Squad fakat bu kez çok daha eğlenceli ve olması gerektiği kadar kanlı! 

İlk filmde alabildiğine klişe ve üzerinde yeterince düşünülmediği her sekansta kendisini belli eden mizahı bambaşka bir yöne çeviren The Suicide Squad, hapishane bahçesindeki Savant’ın (Michael Rooker) şiddetin gelişini haber veren girizgahıyla tonunu belirliyor. Askeri bir cuntayı devirmek ve yıllardır üzerinde çalıştıkları bir deneyi yok etmek üzere Corto Maltese’e doğru yola çıkan süper kötüler takımı en az kendileri kadar tuhaf düşmanlarıyla mücadele ederken film, çizgi roman seyircisinin çok da alışık olmadığı kadar yoğun bir şiddet sarmalına giriyor ve yer yer gore alt türüne göz kırpıyor. Bir süper kötü takımından beklenildiği gibi kendisini ciddiye almayan, salt eğlence, mizah ve içinde bulundukları savaşın bir getirisi olarak şiddet sunan The Suicide Squad, bu kez ilk filmin ve daha sonra gelen spin-off projesi Birds of Prey’in (2020) yegâne umudu olan Harley Quinn (Margot Robbie) karakterine bel bağlamıyor. Bilakis tüm karakterlere hikâyede dengeli bir biçimde yer veren film, neredeyse finale değin Harley Quinn’i göz ardı etmekten dahi çekinmiyor. İlk filmden ve Birds of Prey faciasından ders aldığı her halinden anlaşılan The Suicide Squad, James Gunn’ın eğlence anlayışı ve şiddetle olan sıkı fıkı ilişkisi sebebiyle seyir zevki yüksek bir çizgi roman uyarlaması haline geliyor. 

Filmin, 80’ler aksiyonlarından referans alan yapısı ve popcorn film türüne yakışan derinliksiz fakat bir o kadar tempolu senaryosu, ABD emperyalizmi söylemi ve dış politika yergisi sebebiyle kısa süreliğine “samimiyetsizlik” sektesine uğrasa da hikâyenin bütününde sakladığı eğlence bunu görmezden gelmenize yetiyor da artıyor. The Suicide Squad, James Gunn’ın yetkin dokunuşuyla renklenen (aslında kana bulanan) DC evreninde, özlediğimiz türden bir çıtır çerez! Sinemaya gittiğinize fazlasıyla değecek…