Cumhuriyet'te başlayan aşk
Adına uluslararası bir fotoğraf sempozyumu düzenlenen, 30 kadar fotoğrafı “İkinci Göz” sergisinde yer alan Semiha Es ile ünlü gazeteci Hikmet Feridun Es’in 70 yıl süren birlikteliği Cumhuriyet gazetesinin meşhur Pembe Köşk’ünde başlamıştı.
Zeynep AvcıBöylesine kalıplaşmış bir lafı hatırlamak için Semiha Es’in yaşamına kısaca bile olsa bir göz atmak yetiyor.
Kadim İstanbul’un kadim semtlerinden birinde, Fatih’te yaşayan orta halli bir ailenin kızı olarak gözlerini henüz Birinci Dünya Savaşı’nın tepetaklak etmediği dünyaya açıyor. Babası Şirket-i Hayriye’de, yani Deniz Yolları İşletmesinde gişe memuru. Annesi zaman zaman içinin ezikliğini giderecek bir zeytin tanesi bile bulamamaktan yakınsa da, baba, Semiha Fransızca öğrensin diye elinden geleni yapıyor. (…)
Sonra günün birinde Cumhuriyet gazetesinin güzellik yarışmaları eli yüzü düzgün genç kızları baştan çıkarmaya başlıyor. Henüz 18’ine basmamış, mavi gözleriyle fıldır fıldır heyecan arayan Semiha bir koşu Cumhuriyet gazetesine varıp yarışmaya başvurmak istiyor.
Tabii ki reddediliyor yaşı tutmadığı için. (…) Hayal kırıklığı içinde dünyaya küsmeye karar vermek üzere, Cumhuriyet gazetesinin meşhur Pembe Köşkü’nde, gıcırdayıp duran ahşap merdivenlerden süklüm püklüm inerken enine boyuna, zamanın Hollywood artistleri gibi yakışıklı bir adamla göz göze gelmez mi? Kendinden 3 yaş büyük, Orman Fakültesi’ni bırakıp 1926 yılında gazeteciliğe atılmış, maceraperestin teki bu genç adam: Hikmet Feridun Es.
Kız da oğlan da Cumhuriyet’in ortasında yıldırım çarpmışa dönüyor, çakılıp kalıyor. Bir aşk ki, 70 yıl sürecek. Böylece Semiha’nın güzellik kraliçesi olma hevesi, onu ömür boyu yaşayacağı benzersiz bir serüvene sürüklüyor. (…)
Hikmet Feridun Es, Akşam gazetesinde başlamış mesleğe, sonra Sedat Simavi’nin ünlü Yedigün’ünün muhabiri olarak ABD’ye gönderilmiş. Çiçeği burnunda karısı Semiha da yanında.
Roosevelt ve Kore Savaşı
Anılarını anlatırken sözünü etmiyor ama ilk profesyonel fotoğraf makinesini oralarda edinmiş olmalı. Objektifini ABD Başkanı Roosevelt’e yönelttiğinde foto muhabirliği hayatının ilk büyük gafını yapıyor: Güvenlik nedeniyle kolay kolay fotoğraf çektirmediğini bilmiyor başkanın. Korumaların elinden zor kurtarıyorlar Semiha’yı.
Genç kızlığında eline zor aldığı fotoğraf makinesi bundan sonra vazgeçilmez hale geliyor. Hikmet Feridun nereye, Semiha oraya. Yedigün’den sonra Hürriyet’e geçen Hikmet Feridun ilk büyük gazetecilik deneyimini Kore Savaşı’nda yaşıyor. Semiha da öyle. (…)
İşte bu minval üzre, Afrika senin Okyanusya benim, adalar senin kıtalar benim, dolaşmışlar da dolaşmışlar. Hikmet Feridun Es Türkiye’nin en iyi tanınan gazetecilerinin başındaymış 40’lı, 50’li, 60’lı yıllarda. Gazetede röportajı yayımlandığında, Hikmet Feridun Es’in adının altında küçük puntolarla “Fotoğraflar: Semiha Es” bazen yazarmış, bazen yazmazmış...
O ise “Şanslı bir kadındım” demiş. Dünyanın dört bir yanını dolaştığı, kimselerin gidemediği yerleri gördüğü için. 70 yıl boyunca sevdiği adamın yanında olduğu, onunla elli yıl boyunca kimselerin yaşamadığı maceraları paylaştığı için. Dünyanın ilk kadın savaş fotoğrafçısı ilan edildiği, 100 yaşına bastığında, ünlü bir fotoğraf makinesi markasından gıcır gıcır bir makine aldığı için.
Yalnız geçen 20 yıl
1980’lerin sonuna yaklaşırken sağlığı bozulan Hikmet Feridun Es’e doktorlar 3 ay ömür biçerler ama Semiha Hanım onu 5 yıl yaşatır, 1992’ye kadar. Ve ardından yalnız geçen 20 yıl. (…)
Ve işin en acıklı tarafı şudur: Ben gazetecilik yaptım, üstelik Cumhuriyet’te başladım, Hürriyet’te bitirdim. Elden ele dolaşan Hayat mecmuasında, Hürriyet gazetesinde Hikmet Feridun’u okur da okurduk; bol şortuyla, koca şapkasıyla hayatımızın bir parçası olmuştu. Çıplak memeli Afrikalı kadınlarla yan yana, kangurularla kucak kucağa fotoğraflarına bayılırdık.
Ama gelin görün ki ben Semiha Es adını son yıllarda duydum. Kocası tepemizde parlak bir yıldız gibi süzülürken bu hanımın esamisi bile okunmazdı. Ve son günlerde Semiha Es fotoğraflarından bir derleme gördüm, şaşa kaldım. Yalnızca foto muhabiri değil, iyi fotoğrafçı, iyi gözlemci, zevkli bir göz. Bazı kareleri çarpıcı mükemmeliyette.
O günlerin teknik koşulları düşünüldüğünde (hele foto muhabiri için) bu kareleri çekebilmek büyük beceri ister. Bir de hangi dönemde, hangi olanaksızlıklarla boğuşarak dolaştığı düşünülürse...
Utandım açıkçası. Ne ya da kim/kimler adına bilmem ama özür dilerim Semiha Hanım. Nur içinde yatın, gözünüze, emeğinize layık günler geliyor nihayet. Kadın fotoğrafçıların kol gezdiği bir sempozyuma adınız verildi. Hiç aklınıza gelir miydi?