Cumhuriyetin Kuruluşu...

cumhuriyet.com.tr

Cumhuriyetin ilanı olayı, bazı kimselerin sandığı ve anlattığı gibi, yıllarca kurnazca gizlenmiş, “hilâfet ve saltanatın kurtarılması” ödünü ile maskelenmiş ve fırsat zuhur edince, verilen sözlere karşın, birdenbire ortaya çıkarılmış bir olay değildir. Siyasal olgu’yu sadece sözlere ve birtakım soyut mantık çözümlemelerine dayandırarak kavramaya çalışanların bu tür yanılgılara düşmesi kaçınılmazdır.

TC Cumhuriyet’inin kuruluşu olayı ve bu olay içinde baştan sona önder konumunda olan Atatürk’ün rolü ve etkinliği konusunda pek çok şey söylenmiş; bu “olgu” hakkında çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Bu bakımdan sözüedilen “olgu” ile ilgili yeni ve değişik bir yaklaşım, haklı olarak, yadırganacaktır. Buna karşın, kanımca, olayın, kimi kaynaklarda örtülü olarak değinilmiş, en derinine irdelenmemiş bir yanı vardır: Mustafa Kemal’in önderi olduğu Türk Bağımsızlık Hareketi, daha 1920’lerin başında “Cumhuriyetçilik” içeriğine kavuşmuş bulunuyordu.

Bu sav’ın büsbütün yeni birşey olmadığı kuşkusuzdur. Mustafa Kemal’in daha Anadolu’ya geçmeden önceki sözlerinden ve davranışlarından kanıtlar getirilerek, Cumhuriyet “fikri”nin onun kafasında olgunlaştığı; Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasındaki oluşumlar içinde bunun birçok belirtilerine rastlandığı; özellikle saltanatın kaldırılması kararında yeralan açık sözlerle bunun vurgulanmış olduğu çok kez söylenmiştir. Bunlar yadsınamaz; ama ileri sürmek istediğimiz sav bunları biraz geçen ya da olaya başka bir açıdan bakılarak yapılan bir tespite dayanıyor.

‘Siyasal değişim’

Tespit şudur: “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Suret-i Teşekkülü Hakkında Heyeti Umumiye Kararı” başlıklı 23 Nisan 1920 tarihli karar, siyasal içerikli değişimin kesinkes gerçekleştiğini kanıtlamaktadır. İlk toplantıya Başkanlık eden Şerif Bey’in, “Milletimizin dahili ve harici istiklâl-i tam dahilinde mukadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilan ederek” Büyük Millet Meclisi’ni açtığını açıklaması da bu yönden önem taşımaktadır. Bu açılıştan sonra, Ankara’da oluşan yeni siyasal odağın art arda gerçekleştirdiği “tasarruflar” dizisini dikkatle gözlemek ve izlemek gerekiyor. Bu tasarruflarda belirgin olarak göze çarpan nokta, sözüedilen “siyasal değişim”le yakından ilgili bulunuyor. Bu değişimi şöyle özetleyebiliriz: “TBMM adını taşıyan siyasal güç, yurt düzeyinde var olan biricik iktidardır. Bu iktidar, yetkilerini ulustan almıştır ve onun dışında kimseye hesap verme yükümlülüğü yoktur. Bu iktidar kendisine karşı çıkanları ya da tanımak istemeyenleri yok etmek kararındadır”. Hiyaneti Vataniyye Kanunundan başlayarak (29 Nisan 1920), TBMM tarafından çıkarılan yasalarda ve alınan kararlarda sık sık ortaya konan bu düşünceyi örnekleyerek açıklayabiliriz:

“TBMM’nin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan (kimseler) hain-i vatan addolunur.” (29 Nisan 1920).

“İstanbul’daki gayrimeşru kabinenin yaptığı gayrikanuni terfiler vesaire keenlemyekûndur (geçersizdir).” (24 Mayıs 1920).

“16 Mart 1336 tarihinden itibaren İstanbul hükümetince akdedilen bilcümle mukavelât, ukudat (akitler) keenlemyekûndur.” (7 Haziran 1920).

“Şurayı saltanatta Sevr Muahedesinin imza edilmesine karar ve rey verenlerle, muahedeyi imzalayanların vatan haini sayılmaları hakkında karar.” (19 Ağustos 1920).

“TBMM’nin “âmal ve maksadına aykırı hareket edenleri” yargılamak üzere İstiklâl Mahkemelerinin kurulmasına ilişkin yasalar. (11 Eylül 1920 ve 26 Eylül 1920).

“Hâkimiyet bila kaydüşart milletindir. Türkiye devleti BMM tarafından idare olunur ve hükümeti BMM Hükümeti unvanını taşır.” (7 Şubat 1921).

Rasgele seçilen örneklerden oluşan bu süreç, “Osmanlı İmparatorluğunun inkıraz bulup TBMM Hükümetinin teşekkül ettiğine dair Heyet-i Umumiyye Kararı” (30 Ekim 1922) ve “TBMM’nin hukuku hakimiyet ve hükümranının muümessili hakikisi olduğuna dair Heyeti Umumiyye Kararı” (1/2 Kasım 1922) ile noktalanmaktadır.

‘Halk yönetimi’

Bilindiği gibi, “Cumhuriyetin İlanı” olarak anılan siyasal olay, biçimsel olarak, yukarda belirlenen tarih kesitinden tam bir yıl sonra gerçekleşmiştir. Ne var ki, yine yukarda değinildiği gibi, 1920’nin Nisan ayından başlayarak 1922’nin son aylarına kadar devam eden süre içinde meydana gelmiş olan siyasal yapı değişikliği, özünde, cumhuriyet adı ile anılan bir yönetim düzeninin eylemsel olarak gerçekleştiğini göstermektedir. Ankara’da oluşan iktidar, daha en baştan itibaren, kendisinin yurt yönetiminde biricik güç olduğunu, halka dayanan bu güç karşısında başka bir odağın ya da kişinin iktidarının bulunamayacağını birçok kez vurgulayarak ve bu savını çeşitli tasarruf ve eylemlerle somutlayarak, egemen olan yönetim biçiminin, Hanedan temeline dayalı “Osmanlı İdaresi” değil, özünde “Cumhuriyetçilik” yatan “Halk Yönetimi” olduğunu belirlemiştir.

Bu çözümlemenin (TBMM’nin kurulmasından itibaren Türkiye’de, özü bakımından, cumhuriyet esasına dayanan bir siyasal yapı değişikliğinin gerçekleştiği savının) yararı şudur: Daha sonraki olaylar dizisi içinde Cumhuriyet’in ilanına sıra geldiğinde, olan-biteni kavrayamayan bazı kişiler, hareketin başlangıç noktasında siyasal içerikli metinlere geçirilen “makamı muallayı hilafet ve saltanatı ve memaliki mahrusayı şahaneyi yed-i ecanipten tahlis” gerekçesini kullanarak, buna karşı durmaya kalkmışlardır.

Eylemsel olarak yürürlükteydi

Oysa, yeterince olgunlaşmış ve özü bakımından gerçekleşmiş bir yönetim biçimi, o tarihte, zaten eylemsel olarak yürürlükte bulunuyordu. Bu nedenle, cumhuriyetin ilanına karşı çıkanların sesi hiçbir ciddi yankı uyandırmamıştır.

Öte yandan, bu çözümleme, cumhuriyetin ilanını adeta bir sürpriz sayan ve Mustafa Kemal’in kendi kafasında uzun yıllar bir sır gibi sakladığı bu düşünceyi sırası gelince birdenbire gündeme getirdiği şeklindeki savlara da bir yanıt getirmektedir.

Gerçekten, Mustafa Kemal’in, daha gençlik yıllarından beri, doğrudan halka dayanan bir yönetim biçimi olarak cumhuriyet fikrini benimsediği ve bunun özlemini duyduğu saptanabilmektedir.

Daha sonraki dönemlerde, örneğin Anadolu’ya gitme kararını vermeden önce İstanbul’da, bir süre sonra da Erzurum’da bu düşüncelerini kendisine yakın saydığı kişilere açıklamış olduğu da bir gerçektir. Ama onu, soyut düşünceleriyle düş kuran ve fırsat belirince bunları uygulamaya geçiriveren bir kişi olarak kabul edemeyiz.

Cumhuriyetin ilanı olayı, bazı kimselerin sandığı ve anlattığı gibi, yıllarca kurnazca gizlenmiş, “hilâfet ve saltanatın kurtarılması” ödünü ile maskelenmiş ve fırsat zuhur edince, verilen sözlere karşın, birdenbire ortaya çıkarılmış bir olay değildir. Siyasal olgu’yu sadece sözlere ve birtakım soyut mantık çözümlemelerine dayandırarak kavramaya çalışanların bu tür yanılgılara düşmesi kaçınılmazdır.