Cumhuriyetin bilim anlayışı: Memleketin büyük kalkınma atılımı

Bilim politikaları, devletlerin bilime karşı olan bakış açılarının sembolü olarak nitelendirilir. Bu durum doğrudan devletin teknoloji gücü ile de bağlantılı olur. Güçlü teknolojik bir altyapı ve bilimsel çalışmalar ise ancak temeli sağlam kadrolar ile başarıya ulaşır. Peki, ulusal bağımsızlık savaşından büyük yaralarla çıkan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bilim anlayışı nasıldı?

Zeynep Çam

Kurtuluş Savaşı mücadelesinin galibi Türkiye, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildiğinde; kaynaklar bakımından tükenmişti. Halk fakirdi. Ülkenin tarım faaliyetleri dışında üretim yapacak gücü kalmamıştı.

Ülkeyi kalkındıracak ve bilim anlayışını yeşertecek kadroların önemli bir bölümü cephelerde şehit olmuştu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında bilgi ve bilime olan ihtiyaç, oldukça baskındı.

“Cumhuriyet’in Bilim ve Teknoloji Politikası” makalesini kaleme alan Cemre Uğural, Cumhuriyet’in her şeyden önce Türk toplumu için hem yeni bir yönetim şeklini hem de çağdaş yaşamı temsil ettiğini belirterek, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bilim anlayışını şu sözlerle anlatıyor:

“Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere diğer yönetici kadro, çağdaş yönetim ve yaşam şeklini akıl ve bilim rehberliğinde oluşturmak istedi. Bu doğrultuda Türk toplumunu çağdaş yaşama ulaştırmak adına pek çok toplumsal ve ekonomik reformlar gerçekleştirildi. Genel olarak Cumhuriyet’in ilanını takip eden süreçte devletin bilim ile olan ilişkisi birbirine paralel iki boyutta şekillendi diyebiliriz:

Birincisi, Türk toplumunun ihtiyacı olan ekonomik kalkınmada bilim ve teknolojiyi yakından takip edecek sanayileşme politikalarının oluşturulmasıydı.

İkincisi, Türk toplumunu akla ve bilimsel düşünceye dayalı çağdaş yaşam çatısı altında bütünleştirecek ve milli kültür, dil ve tarih gibi değerleri ön plana çıkaracak toplumsal reformların gerçekleştirilmesiydi.”

MEMLEKETİN KALKINMA ATILIMI

Cumhuriyetin ilk yıllarında bilim ve teknoloji alanında atılan başlıca adımlar:

1924’te Tevhid-i Tedrisat kanunun kabul edilmesi ile milli ve çağdaş eğitim sisteminin önünün açıldı.

Üniversitelerde açılan fen ve mühendislik fakülteleri bilim ve teknoloji alanın rol alacak kadroların altyapısını oluşturdu.

Cumhuriyetin ilk yıllarında kamu sektöründe kazanılan birikimler, gelecek yıllarda oluşacak özel sektörün ortaya çıkışına zemin hazırladı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yeterli sayıda iktisatçı ve bilim insanı bulunmamasına rağmen, o günkü ekonominin yürütülmesi ve geliştirilmesi planlı olarak yapıldı.

Kurulan demir-çelik tesisleri, çimento fabrikaları, hidroelektrik santralleri, tekstil fabrikaları, birçok makine imalat tesisleri ile televizyon ve beyaz eşya üretimine başlanarak, otomotiv endüstrisi ve yan sanayi yaratıldı.

Gemicilik endüstrisinde büyük gelişmeler oldu, silahlı kuvvetlerinde bazı savunma ihtiyaçlarını karşılayacak üretim faaliyetleri başlatıldı.

Teknoloji ve Milli Savunma Sanayisi alanında önemli bir adım olan Türk Hava Kurumu (THK) 1925 yılında kuruldu.

1933 yılında oluşturulan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında; kimya, toprak, demir, kağıt ve selüloz, kükürt, pamuk, mensucat, kamgarn ve kendir sanayileri yer alarak, 20'ye yakın tesisin birkaçı dışında büyük çoğunluğu zamanında faaliyete geçirildi.

Cumhuriyet tarihinin en özgün devrimlerinden Köy Enstitüleri, temellerinin 1935 yılında atılması ile 1942 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in de desteğiyle 20 farklı bölgede kuruldu.

ATATÜRK, EĞİTİM, BİLİM VE TEKNOLOJİ

Günümüzde çağdaş toplumları oluşturan tüm teknolojileri bundan 100 yıl önce hedef olarak gösteren Atatürk, 1937 yılında bilim ve teknolojinin eğitim alanındaki önemini şu sözlerle anlattı:

"Büyük davamız, en medenî ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu; yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli inkılâp yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak; memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumlan yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda sağlamak, Eğitim Bakanlığı'nın üzerine aldığı büyük ve ağır mecburiyetlerdir. İşaret ettiğim ilkeleri Türk gençliğinin dimağında ve Türk milletinin şuurunda daima canlı bir halde tutmak; üniversitelerimiz ve yüksek okullarımıza düşen başlıca vazifedir."