Cumhuriyet ifade özgürlüğüne örnek oldu

The Independent gazetesinin Ortadoğu muhabiri ve 1915’in acısını tüm çıplaklığıyla işleyen ‘Büyük Medeniyet Savaşı’ kitabının yazarı Robert Fisk, Cumhuriyet’e anlattı. Fisk, ‘Kalkıp tarihi değiştirdiler. Marifet! Gerçekten çok zekice. Bu yüzden Çanakkale’ye gidemedim’ diyor.

Evrim Altuğ/Cumhuriyet

Türkçede Murat Uyurkulak çevirisiyle okuduğumuz ‘Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi’ (ithaki yay.) kitabıyla tanınan İngiliz The Independent gazetesinin ödüllü Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, dün Tarih Vakfı’nın UCLA Modern Ermeni Tarihi Kürsüsü işbirliğinde Boğaziçi Üniversitesi Uçaksavar Kampusu’ndaki Garanti Kültür Merkezi Ayhan Şahenk Salonu’nda düzenlediği ‘Ermeni Soykırımı: Kavramlar ve Karşılaştırmalı Perspektifler’ konferansına katıldı. Fisk, etkinlikte Cumhuriyet’in Ermenice ‘Bir Daha Asla’ ifadesini manşetine taşıdığı 24 Nisan tarihli sayısını ilgi ve takdirle incelerken, sorularımızı da yanıtladı.

- Geçmişi daha doğru öğrenebilmek ve kimi bilgileri daha medenice, hukuk engeli olmaksızın paylaşabilmek adına, medyaya düşen sorumluluk nedir?

Gazetem The Independent’in bu konuda 180 derece farklı bir pozisyonu var ve diyor ki, ‘Bir dakika, ben iktidara meydan okumaktan yanayım’. Misal, gazetemizde Ermeni soykırımına doğrudan soykırım denmiyor, buna Ermeni ‘Holokost’u denirken, Yahudilerin yaşadığı tecrübeye atfen büyük harfe başvuruluyor. Ve tarihsel gerçeklik bakımından, Britanya’daki ve ABD’deki akademik kesimin bir çoğu ve ömrü boyunca belgelere dayalı olarak işini doğru yapmaya çalışan benim gibi gazeteciler için bu hadise, kesin ve planlı bir ortadan kaldırma girişimiydi. Her ne kadar Jön Türkler, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk kökenini ortadan kaldırma gayesini taşıdığını ve her ne kadar Van’da kuşku götürür bir ordu kurmakta olduğunu düşünüyorsa da, bu yine de böyleydi. Bunun adı soykırımdı. Şimdi ben biliyorum ki, Türk tarafı kalkıp, ‘Ah, soykırım tabiri o zaman yoktu’ diyecektir.

‘Büyük Savaş’

Bakın, kitabımda hikâyesini anlattığım babam, 1.Dünya Savaşı’ndan bu isimle değil, ‘Büyük Savaş’ diye bahsederdi. Çünkü biz bu hadisenin o zamanlar ‘1. Dünya Savaşı’ olduğunu bilmezdik. Ama 2’nci Dünya Savaşı olduktan sonra bu ismi vermeye başladık. Dolayısıyla soykırım gibi bir tabirin henüz kullanılmamış olması, o tecrübenin yaşanmadığı anlamına gelmez! Şimdi kalkıp 30 yıl savaşlarında yaşananların ‘İnsanlığa karşı suç’ olmadığını kim iddia edebilir ? Romalılarda ‘İnsanlığa karşı suç’ bilinci mi vardı ? Hayır, buna doğrudan teşebbüs ettiler. Artık daha fazla kelime oyunu yapmak manasız. Çocukça semantik oyunları bunlar. Tükenmiş şeyler. Bunu geçenlerde gittiğim Beyrut Amerikan Üniversitesi’ndeki Ermenilere de söylüyordum. Ermenilerin de bu süreçte hayatlarını tehlikeye atmış ‘Cesur Türkler’ olduğunu bilme ve onları tanımaya hakları bulunuyor. Bunlar arasında dönemin iki valisi var ve biri Ermenileri besleyip kolladığı için üstlerince öldürülmüş. İsimlerini kitapta yazmıştım. Dolayısıyla Ermenilere hep diyorum, hatta, Bryce Raporu’nda bu Türklerin listesi var. Diyorum ki, bu insanları onurlandırın. Hatta onlar için bir anıt inşa edin. Ve bu listeyi gönüllü olarak uzatabilecek bir imza kampanyası açın. Bunu işiten Ermeniler fikrimi hep alkışlıyor; lakin hiçbir adım atmıyor. Günün sonunda şu kanaate varıyorum ki, soykırım mefhumu tanınacaksa, bu Türkler tarafından olacaktır. Bunu sizin yapmanız gerekiyor. Ermeniler orada, kanıtlar orada, bu konudaki akademik birikimleri ise oldukça iyi.

- Türkçede bu konuda basılan kitaplar da artıyor...

Bunu çok olumlu buluyorum. Bu kitaplar sebebiyle artık kimsenin mazereti kalmayacak ve kimse ben bunu bilmiyordum demeyecek. Bu anlamda dönemin lideri Atatürk, her ne kadar haklı bir gerekçe olursa olsun, yaptığı dil değişikliği üzerinden yarattığı anlatı kesintisi sebebiyle, arşivlerin gelecek nesillerce okunurluğunu engellemiş görünüyor. Ama şu anda çok gelişkin bir akademik eğitim altyapınız var. Geçen 15 yıla nazaran elinizde çok daha fazla imkân, yapı, arşiv bulunuyor. Ancak bunun da üzerinde, siz de biliyorsunuz ki halen girilmemiş askeri arşivler var. Bir biçimde korunuyor ve geleceğin Türkiye’sinde (bundan Erdoğan’ın ‘Yeni’ Türkiye’sini kastetmiyorum,) sanıyorum ki bu arşivler de açılacaklar. Geçen gün Erivan’da kimi Ermenilerin Türk bayrağını yaktıklarına medya üzerinden tanık oldum. Ne aptalca şeydi yaptıkları! Yani, Dünyadaki tüm Ermenilerin herkese soykırımın varlığını ispatlamaya çalıştığı, kimi cesur Türklerin de bunu dile getirdiği bir sırada bayrak yakmak... Tamam, bir politik parti bayrağı yakılması bir şeydir. Ama bir ulusun bayrağını yakmak? Ne aptallıktır.

‘Talat Paşa’nın filmini izledim’

Öte yandan, Nazilerin Yahudi Holokost’u ile Ermenilerin soykırımı arasında doğrudan benzerlikler de bulunuyor. Bu noktada İsraillilerin de bunu anımsaması gerekiyor. Sözgelimi Ermeniler de trenlerle, toplu halde yurtlarından ediliyorlar. Hatta aralarında bu sürece tanıklık etmiş, ancak dahil olmaktan kaçınmış Alman askerleri olduğunu biliyoruz. Önceki gün Talat Paşa’nın mezarına gittim ve ölüm töreninin filmini izleme şansı buldum. Bildiğiniz gibi Hitler, bedenini 1942’de iade etmişti. Ama Talât bir Nazi değildi. O kadar da faşist değildi, daha ziyade hain ve ırkçı biriydi. Ama bir Hitler değildi. Bu manada Ermenilere hep Talât Paşa’yı Türkiye’nin Hitleri olarak nitelemeyin mesajını verdim. Bu daha farklı. Onunki ırkçı bir nefret hali daha çok. Ama bir Nazi Partisi üyesi gibi değil. Dolayısıyla Ermenilerden meseleleri şimdi olduğu gibi değil, o zamanlar yaşandığı şekliyle değerlendirmelerini talep ettim. Bu anlamda 1990’ların başında Suriye’de bizzat bulduğum insan kalıntılarının dişlerine baktığımızda, genç bireyler olduklarını anlayabiliyoruz. Ama onların yaşadığı dünya, bugün yaşadığımız dünya değil.

Öte yandan 1915’te mevcut iktidar, bir ‘Osmanlı Türk’ rejimiydi. Bu anlamda olayların müsebbibi için ‘ah hayır, bunu yapanlar Osmanlı’ydı, biz değildik,’ diyemezsiniz. Ya da hemen akabinde, ‘Bir dakika, biz Çanakkale’yi kazandık!’da diyemezsiniz. Çanakkale Savaşı’nın galibinin kimin olduğu sorusuna yanıt bulduğunuz an, soykırımın da kimin tarafından işlendiğinin yanıtına ulaşacaksınız.

- Türk otoritelerine ifade özgürlüğü adına emsal gösterebileceğiniz somut bir örnek var mı ?

- (Cumhuriyet’in 24 Nisan tarihli Ermenice ‘Bir daha asla,’ manşetiyle gülerek,) Evet, siz bunu yeterince sağlamış görünüyorsunuz! Bence Türkiye, her geldiğimde iyiye doğru daha çok dönüşüyor. Size bir şey göstereyim. Cebimdeki sarı basın-akreditasyon kartını ben ta 1970’lerde, Bülent Ecevit iktidarında almıştım ve halen geçerli bu kartı kullanıyorum! İşe yarıyor!

Her geldiğimde şaşırıyorum

Fransa, Rusya ve Almanya, 24 Nisan’da liderler üzerinden zaten ‘soykırım’ kelimesini kullandı.

Türkiye olarak Avusturya’dan, Vatikan’dan Büyükelçi’lerinizi geri çekmiş durumdasınız. Peki niye Moskova Büyükelçisi’ni geri çekmediniz, sorarım size ? Ama göreceğiz. Bunu yapmazsanız çok ilginç bir noktaya da gelebiliriz gibime geliyor. Ben Türkiye’ye her geldiğimde, ülkede tarihin ne kadar kabullenildiğini gözlemleme adına çok ilginç tecrübeler yaşıyorum. Bu konuda bugün için hazırladığım makalemde, Boğaz’da Ermeni ve Türklerle çıktığım bir tekne turuyla, İstiklal Caddesi’nde yapılan anma yürüyüş ve eylemine referans verdim. Eşim bu yürüyüşün olabileceğine bile inanmıyordu. Ama görülüyor ki, eski türden, arkaik ve komik tarih olgusu, yerini artık geleceğe bırakıyor. Ama bu gidişat yine de bir durgunluğa gebe olabilir. Nihayetinde soykırımı inkâr hiç bir şekilde işe yaramıyor. Bakın, eğer Talât Paşa’nın mezarına giderseniz, orada Mart 1921’de öldüğünden başka bir bilgiye rastlamazsınız. Yani, onun kafasında bir Ermeni kurşunuyla öldüğüne dair tek ibare yoktur. Aynı durum, 1922’de bir Ermeni tarafından ihbar edildikten sonra Kızıl Ordu üyesi bir kimse tarafından öldürülen Enver Paşa’nın mezarı için de geçerlidir. Ölümleri bile örtbas edilmiştir. Bugüne geldiğimizde ise, Türk Hükümeti’nin Ermeni soykırımını örtbas etme gayesiyle Gelibolu zaferinin tarihiyle ‘oynadığını’ ve tarihi ileri çektiğini görüyoruz! Yani bu nedir ? Bana yıldönümünü izlemek üzere akreditasyon sorulduğunda ben hayır deyip, İstanbul’u tercih ettim. Oysa benim babam ilk savaşta yer almış biri. Kalkıp tarihi değiştirdiler. Marifet! Gerçekten çok zekice. Bu yüzden Çanakkale’ye gidemedim.