Cumhuriyet dönemi sağlığından eser yok: Sağlık da ‘muhafazakâr’laştı

Cumhuriyet döneminde özellikle kadın, çocuk ve işçilerin sağlıkları için 1930 yılında Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıkarılarak etkin bir sağlık denetimi kurulmuştu.

Şeyma Paşayiğit

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve tıp etiğine dayanması gereken sağlık politikaları, tek çatı sistemiyle parasız uygulamaların geldiği Cumhuriyet döneminin dışına çıktı. Yapılan geniş çaplı değişiklikler ile sağlık parçalı, paralı ve muhafazakâr hale geldi. Cumhuriyet dönemindeki kadın ile çocuk başta olmak üzere işçilerin sağlık denetimleri için çıkarılan kanunların yerini, kürtaj tartışmaları, üç çocuk ısrarları, helal ilaç, helal süt tartışmaları aldı. Mustafa Kemal Atatürk ile gelen sağlık politikalarında, devletçilik ilkesi temel alınmıştı. Günümüzdeki özel ve ücretli sağlık politikalarının aksine koruyucu ve tedavi edici hizmetleri, devlet yükleniyordu. Cumhuriyet ile birlikte birinci derecede devletin görevi haline getirilmeye çalışılan sağlık politikaları ile sağlık hizmetlerinde sorumluluk ve yetkiler, devlete aitti. Sağlık hizmetlerinde doğabilecek aksaklıklar için yasal düzenlemeler dışında tüm okullarda haftada en az bir saat sağlığı koruma dersi okutulması zorunlu hale gelmişti. Özellikle kadın ve çocuk başta olmak üzere işçilerin, sağlık ve güvenliklerinin tedbiri için 1930 yılında Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıkarılarak etkin bir sağlık denetimi kurulmuştu. Böylelikle insan haklarının önemli bir unsuru olan sağlık hakkı doğrultusunda ilk fiili hukuki düzenleme hayata geçirilmişti. Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği temel görevler doğrultusunda koruyucu sağlık hizmetlerinin yürütülmesi için hükümet tabipliği ve sağlık müdürlüğü kurulmuş, ücretsiz olarak tedavi öngörülmüştü. Cumhuriyet dönemi sağlık politikalarında sağlık hizmetlerinin planlanması ve programlanması ile yönetiminin tek elden yürütülmesi en önemli ilkeydi. Günümüzdeki parçalı sistem yerine “tek amaç ve dikey örgütlenme” modeli benimsenmişti.

Paralı sağlık

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve tıp etiğine dayanması gereken sağlık politikaları, yıllar içinde devletçilik ilkesinin dışına çıktı. AKP hükümetinin gelmesiyle de tamamen tersyüz edilerek parçalı ve ücretli sağlık hayata geçirildi. Geniş çapta gelen değişikliklerin bilimsel niteliği, tıp otoritelerince kabul görmedi. Sağlık politikalarının din etkisi altında kaldığını gösteren bazı örnekler şöyle:

100 yıl geriye

-Yeni doğan bir bebeğin evlilik dışı bir ilişkiden dünyaya gelip gelmediğinin ve dininin sorgulandığı Yenidoğan Kayıt Formu geldi. 

-Sağlık hizmetlerinin önemli bir parçası olan sosyal hizmetler alanı da laiklikten uzaklaştı. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında imzalanan protokol ile hastanelerde din psikologları istihdam edildi ve ‘dini terapi’, sağlık hizmetleri sınıfından sayıldı. Aynı protokol ile evlerde ‘manevi bakım hizmeti’ verilmesi için ‘Manevi Bakım Hizmetleri Çalıştayı’ düzenlendi. Yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile imzaladığı başka bir protokolle sığınma evlerine ‘vaize’ atamalarının önü açıldı.

-Kürtaj tartışmaları ile başlayan kadın bedeni üzerindeki tahakküm kurma girişimleri, en az 3 çocuk ısrarıyla katlanarak devam etti.

-Helal gıdadan sonra helal ilaç ve helal süt kavramları gündeme geldi. Bu kapsamda domuz jelatinin ilaç üretiminde kullanılmamasından hareketle helal ilaç uygulaması ve dini inancı olmayan kadınların sütünün inançsız olacağı düşüncesiyle de helal süt bankası kurma önerisi yer aldı.

-Geleneksel tıp adı altında, “hacamat, sülükle tedavi” bilimsel olarak yararı kanıtlanmamış yöntemler devreye sokuldu. Bu tür uygulamalar, doktor denetiminde yapılmadığı için yanlış uygulamalarda insan yaşamını tehdit edecek kadar tehlikeli olabiliyor.