Cuma İçten az bile dedi üstünü ben tamamlıyorum

Geçtiğimiz hafta memleketim İzmir’i ziyaret eden AKP Diyarbakır milletvekili Cuma İçten, “İzmirli gençlerin özgürlükten anladıkları açık giyinmek ve kafa çekmek” şeklinde açıklamalarda bulundu. Gerçekten müthiş bir tespit… Hatta kendisi az bile demiş. Müsaadenizle üstünü ben tamamlamak isterim.

Deniz Özturhan

 İzmirli gençlerin özgürlükten anladıkları, ülkenin diğer çocuklarından farklı, evet. İçinde “istediği saatte güvenle evine dönebilmek, kaza geçirmeden bisiklete binebilmek, sokak arasında top koşturup parkta kızlı erkekli dondurma dillemek” gibi çeşitli bileşenler bulunan bir özgürlük paketi tüketiyor İzmir gençleri. Ve çok ayıp ediyorlar, gerçekten…

1989 yazında ilk ve son kez gördüm Doğu Anadolu’yu. Babamın işi dolayısıyla Diyarbakır’da olduğu, bizim ailecek yanına gittiğimiz seneydi. Babam memurluğunu yaparken bile içindeki rehber “gezelim” diye dürtüklediğinden, Diyarbakır’dan başlayıp Bitlis, Van, Doğubeyazıt, Ağrı ve Artvin üzerinden Trabzon’a bağlanan bir yolculuk planlamıştı. Arabanın arka koltuğunda, cicili bicili oturduğum o gezide gördüklerim, hayatımın geri kalanı için referans oldu bana. Bugün koşullar ne olursa olsun herkes için adalet ve eşitlik mümkün demeye çalışıyorsam, bu bana o gezinin hediyesidir.

O yıllarda İzmir şimdikinden ben diyeyim 10, siz deyin 15 kat daha güzeldi. Bostanlı’nın son bostanları ve meyve bahçeleri hâlâ duruyor, tüm çocuklar bisiklet tepesinde, ağızlarda tüftüf, çete gibi dolanıyor, akşam 6 sularında başlayan sokak izni gece yarılarına kadar sürebiliyordu. 

Korkacak bir şey bilmiyorduk; karşıdan karşıya geçerken bile yaklaşan arabaya parmak uzatıp durmasını sağlamak gibi özel güçlerimiz vardı. Gün düşerken balkonlarda çatal kaşık tıkırtısı, kapı önlerinde kızgın betona atılan suyun ve akşamsefalarının kokusu olurdu. Her 23 Nisan’da ortaya çıkan soket çoraplar ve mini şortlar ise en doğal hakkımızdı. Daha mayıs gelecek ve içimize mayoları giyip Çeşme’ye plaja koşacaktık. 

 

O çocuk halim anladı

 Halbuki eşsiz güzelliği üzerinde güneşin ve fakirliğin kırbaç gibi şakladığı Diyabakır, geldiğim İzmir’e hiç benzemiyordu. Sene 1989’du ve Ağrı’dan Doğubeyazıt’a giden bir şose yol bile olmadığını, yol bitip de jandarma konvoy oluşturmamız için bizi durdurunca öğrendik. 10 araçlık konvoy asker denetiminde Ağrı eteklerindeki volkanik arazide yol alırken, hayatımda ilk kez bir metre yükseklikte çamur-tezek kulübelerden çıkıp araçlara dilenmeye koşan çocukları gördüm. Birbirimizin dilini bilmediğimiz için anlaşamadığımız, annemin ikram ettiği bayram şekerlerine ilahi bir armağan gibi sevinen çıplak ayaklı çocukları... O çocuklara da, kendime de dikkatlice baktım 10 yaşında. Ve o çocuk halimle bile bir şeylerin yanlış olduğunu anladım.

 

Serseri değil kibar

İlk gençliğimin İzmir’inde, hayatım Bornova Anadolu Lisesi ekseninde dönen, onunla genleşip yeşeren, oldukça neşeli bir akıştı. Her biri din hocalığından gelmiş müdür muavinlerimiz arada yakalayıp cezalandırsa da, şimdi tamamı kariyer sahibi, şık kadınlar olan kardeşlerimle etekleri de kıvırdık, gizlice sigara da içtik. Okulu kırıp Bornova’da sarhoş olduğumuz, solcu olup halay çektiğimiz, birbirimize yan gözle bakmadan kızlı erkekli uzuneşek oynadığımız bir lise hayatımız vardı. 

Hatta okula otostopla gidip gelmeyi şehrin alışkanlığı haline getirmiş üniversiteli abilerle bile arkadaş olmuştuk. Yanlış olmasın, aslında serseri değil, kibar çocuklardık. Otobüslerde şarkı söyleyip milleti ergen enerjimizden soğutsak da, duraklarda hep sıraya girmeyi bildik mesela. Harçlığımızdan 1 bira içtiysek, 5 de kitap aldık Alsancak’ın sahaflarından. Bostanlı’da her Allah’ın günü voleybol oynayıp paten kayacak parkımız, sahamız, istediğimiz zaman kaçıp Brad Pitt filmlerine ağlayacak sinemamız vardı. 

Sonra işte lise bitti, geldim İstanbul’da Zeytinburnu’nda bir öğrenci yurduna…

Atatürk Öğrenci Yurdu’nda ilk Kürt kız arkadaşımı edindiğimde, açıkçası 89 yılından kalan anılarım dışında ülkenin geri kalanında nasıl yaşandığını bilmiyordum. Arkadaşımın adı Berfan’dı ve bu ismin “kar yağışı” anlamına geldiğini öğrendiğimde, “Ben çok kar görmedim” demiştim. Berfan bayağı şaşırmıştı. Zaten o izbe YurtKur odasını paylaştığımız birkaç ay, birbirimizi epey şaşırttık Berfan’la. Ben annemin mezuniyet sonrası beni gece kulübüne eğlenceye yollamadığından şikayet etmiştim bir keresinde. O “Bizim mezuniyet eğlencesine izin vermediler” diyerek şaşırtmıştı beni. Tunceli’de bir Anadolu lisesinde okumuştu o da. Fakat onun lise yıllarında karartma geceleri, kulakları yırtarak alçaktan uçan savaş uçakları, işaretlenen kapılar, bir mevsim dönümü aniden uzaklara gidip de bir daha asla dönmeyen abi ve ablalar vardı. Berfan’ın özgürlükten anladığı şeyler, benimkinden hakikaten epey farklıydı. 

 

Fena mı olur sayın vekil?

İzmirliliği doğuştan kazandığım bir hak gibi görüp övmeyi bırakalı çok oldu. Hâlâ hatıralarım yüzüme içten bir gülümseme kondursa da, bir İzmir kızı olarak özgürlükten, yaşamdan, mutluluktan anladıklarımın, ülkenin geri kalanı için geçerli olmadığını biliyorum. Hayatımın her gününü bunun sancısıyla, acziyle ve kader olmadığının bilinciyle yaşıyorum. Son olarak, Diyarbakır milletvekilimize sadece şunu sormak istiyorum: 

Ne olur bu ülkenin tüm gençleri özgürlükten, hayattan ve mutluluktan aynı şeyi anlasalar? Ve hatta aynı payı alsalar? Fena mı olur yani, sayın vekil?