Covid-19 pandemisi ile bir yıl-1: Derinden sarsıldık

2020 yılının mart ayıydı. Dünya yeni bir virüs yayılmasıyla sarsıldı. Çin’in Wuhan kentinden başlayan Covid-19 salgını hızla yayıldı.

Erdal Atabek

İLK ŞAŞKINLIK ATLATILINCA...

2020 yılının mart ayıydı. Dünya yeni bir virüs yayılmasıyla sarsıldı. Çin’in Wuhan kentinden başlayan Covid-19 salgını hızla yayıldı. 

Yeni ve bilinmeyen bu virüs hastalığı, sıradan bir grip gibi başlıyor kısa sürede akciğerlerde oksijen alımını engelleyecek ölçüde yerleşerek tedavi edilmediği takdirde ölümle sonlanıyordu.

Virüs hava yoluyla solunum sisteminden giriyor, ağızdan ve burundan alınan havayla bulaşıyor, kısa sürede akciğerlere inerek ölümcül hastalığa yol açıyordu.

Ülkeler birbiri ardından ilk şaşkınlığı ve paniği atlatarak hızla önlem almaya başladı.

İlk önlem, yayılmayı durdurmak oluyordu.

Virüs havadan uçak yolculuklarıyla, denizden gemilerle, karadan her türlü araçla yapılan yolculuklarla yayılıyordu.

Ülkeler bu yolculukları kısıtlayarak önlem almaya başladılar.

Çin ile ilişkide olan bütün ülkeler bu tehdidin altındaydı.

Kısa sürede Avrupa, İspanya, İtalya, Fransa, Almanya İngiltere ile salgına yakalandı. Amerika, virüs salgınına uğrayarak hızla epidemi kervanına katıldı.

Türkiye 11 Mart’ta ilk hastalık vakalarının saptanması ile pandemi zincirine katılan ülke oldu. İlk şaşkınlık ve panik durumu atlatılınca durumun kötüleşmesini engellemek için önlem almanın zorunlu olduğu anlaşıldı.

Önlemler hızla belirlendi:

- Ağız ve burnu örten maske ile hava temasının kontrol edilmesi,

- Ellerin sık sık 20 saniye sabun ve suyla yıkanması,

- Kişiler arası temasın kesilmesi, araya 1.5 metrelik mesafe konulması.

Ben bir hekim olarak daha ayrıntılı bir önlemler listesi önerdim:

- Sürekli olarak maske takılması.

- Ellerin sabun ve suyla yıkanması. Ayrıca ağız, burun ve boğaz temizliğinin sık sık yapılması.

- Çalışma yerlerinin antiseptikle sık sık temizlenmesi.

- El sıkma, sarılma, öpüşme gibi alışkanlıkların terk edilmesi, toplu bulunulan mekânlara gidilmemesi.

- Kapalı mekânlarda bulunmama. Zorunluluk olduğunda hızla işini görüp orayı terk etme.

- Bağışıklık sistemini güçlendiren önlemleri alma. Düzenli ve yeterli beslenme. Bol su içme. Dinlendirici uykuyu ihmal etmeme. Stres kontrolünü yapabilme.

- Sigara içmeme, alkol almama.

Bu listede yer alan önlemlere özel bir önem verilmesi için de olabildiğince çaba harcanması gereğini vurguladım.

MASKE KARGAŞASI

Virüs salgını ne yazık ki ülkemin çapaçul bir yönetim dönemine rastladı ve önlemlerin alınması kısa sürede sorunlara dönüştü.

Sağlık Bakanlığı, başta Bakan Dr. Fahrettin Koca ile salgını önleme çalışmalarına başladı. 

Bir “Bilim Kurulu” kuruldu. Konu ile ilgili üniversite üyelerinden oluşan kurul, önlemleri saptamaya başladı. 

Ancak konu, yönetime gelince Bilim Kurulu devreden çıkıyor; yönetim, önlemleri Cumhurbaşkanı tarafından açıklıyordu.

Bu durum, bilimin siyasal organ tarafından kontrol edildiğini açıklıyordu.

Bu arada, ilk önlem olan MASKE konusunun çözülmesi güç bir soruna dönüştüğü anlaşıldı.

Maske nerede ve kimler tarafından sağlanacaktı?

Maske ücretle mi satılacak, ücretsiz mi dağıtılacaktı?

Önce, eczanelerde satılması kararlaştırıldı.

Sonra, ücretsiz olarak PTT tarafından dağıtılacağı söylendi.

Daha sonra, karar yine değişti, eczanelerden ücretsiz olarak vatandaşlık numarası ile alınacağı söylendi.

Bu dağıtımların hiçbirisi gerçekleşemeyince, eczanelerden ücretsiz verileceği açıklandı.

Bu da yürümeyince, maskelerin her yerde ücretle satılmasında karar kılındı.

Şu anda, her yerde, eczanelerde, marketlerde maske ücretle satılmaktadır.

Ama, salgının ilk aylarında, 2020 yılının, mart, nisan, mayıs aylarında bu “maske kaosu”, bir yönetim skandalı olarak yaşandı.

Bu koşullarda bile partizanlık yapılması ne yazık ki ülkenin kader sorunu oluyordu.

UMRE ZİYARETİ

Partizan iktidar, virüs salgını koşullarını da kendisi için fırsatçılığa çevirmeyi ihmal etmedi.

Nisan ayının en önemli ulusal bayramı olan “23 Nisan Atatürk’ü Anma ve Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı” kutlamalarını virüs salgınını öne sürerek yasakladılar. Valilik emri olarak yapılan bu yasaklamaların kararı elbette siyasal iktidar tarafından veriliyordu.

İleride de “ulusal” nitelikli bütün anma ve kutlamalar yasaklanacak ama “dini” nitelikli toplantıların hiçbirisi engellenmeyecekti.

Salgının yayılmasında en büyük rollerden birisi olan “umre ziyareti” izin verilerek gerçekleşmiş, umreden dönen yolcular ülkeye ayak basmışlardı. 

Bu durumda kaçınılmaz olarak “karantina süresi olan 14 gün” umreden dönenlerin bir yerde topluca tutulmaları zorunlu oluyordu. Bu önlem de sonradan akla gelince dönenlerin bir bölümü kentlerine, köylerine gittiler.

Başarısız yönetim, geri kalanlara çözüm olarak bula bula öğrenci yurtlarını bu işe ayırmayı buldu. Yurtta kalan kızlı erkekli öğrenciler apar topar yurtlarından çıkarılarak başlarının çaresine bakmak zorunda bırakıldılar. Umreden dönenlerin ancak bir bölümü bu yurtlarda 14 gün karantina altına alındılar. 

Ama bu önlem alınıncaya kadar kentlerine, köylerine giden umreciler, oralarda virüs salgınının yayılmasının aracıları oldular. Hiçbir hatasını kabul etmeye yanaşmayan başarısız yönetim, bu salgının yayılmasını da umreden dönenlere değil, yurtdışından gelenlere bağladı.

Oysa gerçek, umreden dönenlerin salgının ülkenin her tarafına yayılmasında önemli payının olduğudur.

GELENEKLERE SES ÇIKARILMAYINCA! 

Bu arada “nişan törenleri”, “düğünler”, “asker uğurlamaları”, “ev ziyaretleri” gibi topluca birarada bulunulan geleneksel buluşmalar, hiçbir sosyal mesafe kuralına uymadan, maske takmak akla getirilmeden sürdürüldü.

“Ulusal bayramlardaki kutlamaları” yasaklayan, bu yasakları da polis gücüyle titizlikle sürdüren yönetimin valileri, kaymakamları bu geleneksel “virüs yayıcı etkinliklere” kayıtsız kaldılar. 

Toplu kılınan namazlar, bayram namazları, cuma namazları başlangıçta engellendiyse bile kısa bir zaman sonra “sosyal mesafeye dikkat edilmesi” kaydıyla serbest bırakıldı. 

SALGIN YAYILIYOR 

Salgının önlenemediği görülüyordu.

Sağlık Bakanı, her gün hastalığın bilançosunu tablo olarak açıklıyor, bu tabloda “yeni vakalar, hastaneye yatanlar, yoğun bakım hastaları ve ölenler” yer alıyordu.

Bu arada “Bilim Kurulu”na Türk Tabipleri Birliği’nin temsilcilerinin neden alınmadığı tartışma konusu oldu.

Türk Tabipleri Birliği, hekimlerin anayasal meslek kuruluşu olarak ülkede tıp bilimini temsil ediyordu.

Birlik temsilcilerinin söz konusu kurula alınmaması acaba her şeyin açıkça belirtilmemesinden mi kaynaklanıyordu? Hastalık rakamları, ölüm rakamları üzerinde politik kısıtlamalar mı yapılıyordu?

Bu kuşku hiçbir zaman tam olarak giderilemedi.

Halk sağlığı uzmanları olan Prof. Dr. Ahmet Saltık ve Prof. Dr. Kayıhan Pala, sordukları sorular nedeniyle soruşturmalara uğradılar ama bilim hiçbir zaman susturulamaz.

Bilim her zaman haklı çıkar ve gücünü kanıtlar.

BİLİM SAFSATAYI YENİYOR 

Covid-19 salgınının bir önemli göstergesi, bilimin safsatayı yenmesi oldu.

Tıp bilimine alternatif olarak çıkarılmaya çalışılan geleneksel yöntemler ile düpedüz hurafeler, bilimsel gerçekler tarafından devre dışı bırakıldı.

Başka zamanlarda pek rağbet görecek “muskalar”, “okunmuş taşlar”, “şifalı baharat” muhafazakâr çevreler tarafından bile bu salgında çare olarak kabul edilmedi. Başka zamanlarda inatla bu sembollere sarılan kesim de “maskesini taktı”, “mesafesine dikkat etti” ve “aşısını bekledi.”

Gözle görülmeyen, elle tutulmayan minicik virüsler, Louis Pastör’lerin, Robert Koch’ların büyük çabalarıyla insanlığa “mikroplar” olayını anlattılar ve aşılarla korunmayı armağan ettiler.

Tıp bilimi, öncüleriyle insanlığın yolunu aydınlattı.

İslam da bilimsel gelişme çağında tıp bilimine önemli katkılarda bulunmuş, İbni Sina, El Zehravi, Razi gibi bilginler yapıtlarıyla Batı bilimine de ışık tutmuştur.

Ancak sonraki dönemlerde, İslam dininin katı kurallar içine sokulması bilimsel gerçekler yerine birçok hurafenin yer almasıyla sonuçlanmış, bu alanın gelişmesi durdurulmuştur.

Ülkemizde yaşanan “dogmacı iktidar”ın siyasal baskısıyla bilim kurumlarına yapılan müdahaleler bilimsel özgürlüğün zararına olmaktadır.

Ama bu virüs salgını, bilimin ışığını yeniden ortaya çıkarmış, tartışma kabul etmeyecek biçimde bilim hurafeyi yenmiştir.

EKONOMİ ÇÖKÜYOR 

Salgının umulandan daha hızlı yayılması, hastane hizmetlerinin zorlanmaya başlaması, yoğun bakım hastalarının artması üzerine daha köklü önlemlere başvuruldu.

Okullar kapatıldı, restoran ve kafelerde seyrek masa uygulamasına geçildi, evden çıkış günleri, saatleri sınırlandırıldı. 

65 yaş üstündekiler ile 20 yaş altı çocuk ve gençler için dışarı çıkış daha da kısıtlandı. 

Bu “Evde Kal” önlemleri ekonomik hayatı giderek daha da olumsuz etkilemeyi sürdürdü.

Hemen bütün sektörlerde gelir kaybı yaşandı.

Aileler gelirlerinin azalışını günlük yaşamlarında besin maddeleri alımında hemen fark ettiler. Artık her şeyi daha az almak, daha az tüketmek zorunda idiler. Özellikle et gibi, yumurta, peynir, süt gibi ürünlerde fiyat artışları önlenemiyordu. Bakliyat fiyatları fırlamıştı. Mevsim sebzeleri bile artık taneyle alınır fiyatlara gelmişti.

Gelirlerin azalmasına karşın giderler sürekli artıyordu.

Elektrik fiyatlarına zam yapılıyordu. Doğalgaz fiyatı zamlanıyordu. Benzin fiyatı artıyordu. Köprülerin geçiş ücretleri sürekli artırılıyordu.

Hükümet, azalan gelirleri desteklemek için gerekli olanı yapmazken kendi kontrolünde olan tüketim maddeleri zamlarını hiç ertelemiyordu.

Bu da yanlış yönetimle, adaletsiz gelir dağılımının çok daha kötü duruma gelmesine neden oluyordu.

Ekonomik çöküş, gelirleri azaltarak giderleri artırarak ülkenin sosyal refahının en büyük engeli oluyordu.

Ev ekonomisi bütünüyle değişiyordu.

EVDE HAYAT DEĞİŞİYOR 

Evde kapalı yaşam sadece evdeki alışkanlıkları değil, ev halkının ruhsal durumunu da değiştirir.

Yeni koşullara uyum sağlama yeni beceriler yaratır.

Evde ekmek yapma, ev içini yeniden düzenleme, birlikte yeni şeyler yapma gibi değişiklikler evdeki kapalı yaşamı daha çekilir kılar.

Ama çocuklar için evde kapalı kalmak daha zordur. Onların hareket gereksinmesi kısıtlanırsa can sıkıntıları artar ve huysuzlaşırlar.

Bu durumda çocuklar ve gençler için dijital araçlar daha çok oyalayıcı, daha eğlendirici, daha çok zaman geçirici olurlar.

Oysa, çocukların ve gençlerin daha geniş alanlara, harekete ve sosyalleşmeye gereksinimleri daha fazladır.

Bunlar salgın koşullarında dikkate alınmadı.

65 yaş üstünün durumu ise bütünüyle sıkıntılı koşullara terk edildi.

65 yaş üstü kadın ve erkeklerin gezme gereksinmesi, hareket etme zorunluluğu, hava almaya olan istekleri gözardı edildi.

65 yaş üstünü virüs salgınından korumak adına yapılan “evde kal” uygulaması onlar için gerçek bir eziyete dönüştü.

“Ne yapılabilir” sorusuna şu yanıt verilir:

20 yaş altı çocuk ve gençler ile 65 yaş üstü yurttaşlar için;

Her günün belirli saatlerinde belediyelerin onlara tahsis edeceği araçlarla geniş alanlara, geniş parklara götürülmeleri, hareket etme ve hava alma gereksinmelerinin karşılanması bir sağlık önlemi olarak uygulanmalıdır. Gene aynı araçlarla evlerine bırakıldıkları zaman gençlerimiz ve belirli yaştaki yurttaşlarımız “kendilerinin hapsedilmediğini, tersine sağlıklarının ve sosyal yaşamlarının düşünüldüğünü” anlayacaklardır.

Küçük yaştakilerin de ileri yaşlardakilerin de yaşam sevincini canlı tutmak, bir toplumun genel sağlığı için en önemli görevdir.

Halen de yapılması gerekenin bu olduğu kanısındayız.