‘Çok zenginlerin ve çok fakirlerin diktatörü!’
Başlıktaki tanım Latin Amerika ülkelerinden Arjantin Devlet Başkanı Juan Domingo Peron için 20. yüzyılın ortasında kullanılmıştı.
Mustafa BalbayÖnce askeri bir darbenin subayı olarak bakanlık koltuğuna oturan Peron, çalışanları mutlu edecek kimi yasalar çıkardıktan sonra hızla destekçisini artırmıştı. Ancak yasaların uygulanması sorun olmuştu. Bunun üzerine 1945’te yüz binler onun için toplandı. Çoğu gömleksizdi. Peron için toplanan kalabalığa “Descamisados” yani “Gömleksizler” adı verildi. Bu, “çulsuzlar” anlamında da kullanıyordu. Başlangıçta küçümsemek için kullanılan bu tanım Gömleksizler’i daha da güçlendirdi! Peron, Katolik Kilisesi’ne yakın durup onların desteğini de aldı.
İlk seçimde iktidara geldikten sonra çok zenginleri biraz daha zengin yapacağını ama, kârlarının bir kısmını “kendi adına” halka dağıtacağını söyledi. Bu işi de eşi Eva üstlendi. İkinci seçimde de başarılı olan Peron, Anayasa Mahkemesi’ni ve polis teşkilatını ele geçirdi. Ekonomi kötüleşince iktidarını baskıyla devam ettirdi.
Zamanla “Peronizm” diye bir kavram yerleşti. Başlangıçta “popülizm” devamında deyiş yerindeyse “polisizm”le diye özetlenebilecek bir süreç izledi. Yazının girişindeki yaşanmış olaylar akla Arjantin örneğini getiriyor.
CHP Balıkesir milletvekili Ahmet Akın, ilin çok zengin ve çok fakir iki insanıyla bir araya geldi. Araya kimseyi almaksızın üçü saatlerce söyleştiler. Çok fakir, yaşam koşullarını anlattı. Geçici işlerde çalışıyordu. Sigortası yoktu, zaten istemiyordu. Zira, ana geçim kaynağı kendi anlatımıyla, “hükümetin verdiği” yardımlardı. Eğer sigortalı bir işte çalışırsa onlar kesilebilirdi. Hükümet yardımı sigortalı işten daha fazla “garanti” demekti, bu yardıma muhtaçtı.
Çok zengin olanın işleri inişli çıkışlıydı. İnişler “kârdan zarar” sayılırdı. Piyasa koşullarına göre kendisini fazla riske atmadan ilerliyordu. Kredi alma olanaklarını da açık tutmak zorundaydı. Bunun yolu da AKP ile iyi geçinmekti. Aksi halde değil kâr etmek, ayakta kalmak bile zordu. AKP’nin yerel temsilcileri de attıkları adımları “gözlüyordu”. Sözlerini bağlarken, “Sonuçta, AKP’ye muhtacım. İhtiyacım olmasa bile kredi alamayacağıma ilişkin bir söylenti beni batırır” dedi.
Kentin çok zengini de çok fakiri de kendisini “AKP’ye muhtaç” hissediyordu. İkisi de, “Bundan memnun değiliz ama mecburuz” diyordu.
‘OY TAKİPÇİLİĞİ’
Orta Anadolu’daki bir maden ocağı işletmecisi, yaptığı işin zorluğunu anlattıktan sonra şöyle dedi:
“Bunların üstüne bir de seçimlerde AKP’ye oy verdirmek için uğraşıyoruz!”
Propaganda çalışmalarına mı katılıyorsunuz sorumuza şu karşılığı verdi:
“Ona katılsak yine iyi. Biz de onlarla birlikte konvoya katılırız. Dilimiz döndüğünce anlatırız. Seçim günü de ne sonuç çıkarsa, elden gelen buydu deriz. Öyle değil; son birkaç seçimdir çağırıyorlar. Önüme bir liste koyuyorlar. Diyorlar ki, ‘Senin ocakta çalışan işçilerin nerede oturduğunu biliyoruz. Yüzde 90’ının oy kullandığı sandıklar da şunlar. Buralardan istediğimiz oy çıkmazsa, ocak ruhsatın tehlikeye girer. İşçilerine söyle, aksi halde işinden olacaklarını anlat.’ Bize resmen oy takipçiliği yaptırıyorlar.”
Maden ruhsatı sahibi de Balıkesirliler gibi bu durumdan mutlu değildi ama “mecburdu!”
İŞİN BÜTÜN SIRRI ANLATABİLMEK
Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Bölümü’nde sorumluluk alan, İstanPol araştırma şirketinin kurucularından Dr. Seren Selvin Korkmaz, AKP’nin yardım politikalarının çöktüğünü, yaşamını buna bağlamış kişiler arasında da hoşnutsuzluk başladığını vurguluyor. Korkmaz saha çalışmalarından çıkan sonuçları şöyle özetliyor:
“AKP iktidarının MHP desteği olmadan yönetim gücüne sahip olduğu dönemde AKP’nin il başkanı başlıca çözüm yeriydi. Ona gittiklerinde insanlar sorunlarına çözüm buluyordu. Tümünü çözmese bile orada bir adres vardı. Bugün bunun pek çok nedenle sürdürülemediği bir tablo var. Bu sistem alttan çöktü ama üstten görünmüyor. Bu gerçeği pek çok ‘karar verici’ de görüyor.”
Altı çökmüş olan bu sistem ne kadar sürdürülebilir?
Korkmaz’ın bu soruya yanıtı şu:
“Giden belli, ama gelecek olan belli değil... Yine saha çalışmalarına dayalı olarak söylüyorum; CHP’nin şansı var. Ama bu şans, AKP iktidarı çöküyor eşittir CHP iktidarı geliyor, diye formüle edilecek bir şans değil. Böyle basit bir denklem yok.”
Formül “basit” değilse, nasıl?
KARINCA ORDUSU
Korkmaz, “İşin bütün sırrı anlatabilmek” diye özetledi. İletişim biliminde sık kullanılan bir söz vardır: “Ne söylersen söyle, söylediğin halkın anladığı kadardır.”
Korkmaz’a göre, CHP gerekirse bir “karınca ordusu” kurmalı ve halka giden yolları bulmalı. Korkmaz, iktidarın tüm çabalarına karşın CHP’ye yönelik yaftalamaların halk katında tutmadığını vurguluyor, şunları söylüyor:
“CHP’nin tarihten gelen pek çok etiketi var. Bu ayrı bir konu. Ancak iktidarın CHP’ye yapıştırmaya çalıştığı, FETÖ, PKK gibi suçlamaların hiçbirinin karşılığı olmadı. Sorulmazsa konuşulmuyor bile. Zaman zaman ‘politikaları daha net olmalı’ diye başlayan söylemler duyuyoruz. Ancak bunların yelpazesi daha geniş. CHP’nin, bu partiye çok karşı olanların bile kabul ettiği bir meşruluğu var. CHP dışındaki sol hareketler için daha ters bir durum söz konusu. Bu ortamda CHP’den kendi dışındaki arayışlara karşılık gelecek adımlar atması da beklenebilir.”
SAĞIN SAĞA ZULMÜ!
Korkmaz, CHP’ye asıl yönelimin ise sağından geldiğine dikkat çekiyor. Yaptıkları saha çalışmalarında muhafazakâr kesimlerin kendi aralarındaki değerlendirmelere de tanıklık ettiklerine dikkat çeken Korkmaz, 15 Temmuz’dan sonra değişen durumu anlatıyor:
“Türkiye’de 1971 ve 1980 darbeleri başta olmak üzere olağanüstü dönemlerde genellikle sol görüşlüler daha çok hedef oldu. 15 Temmuz’dan sonra 20 Temmuz’la birlikte başlayan olağanüstü dönem bir bakıma, ‘sağın sağa zulmü’ diye de özetlenebilir. Özünde AKP’ye muhalif herkesin suçlu ilan edildiği bu ortamda CHP’nin konumu da değişti. Geleneksel olarak ‘devlet partisi’ diye bilinen CHP’nin ‘koruyucu parti’ diyebileceğimiz yeni bir konumu oluştu. Muhafazakâr kesimden de insanlar isteyerek ya da istemeyerek ama bir güven duyarak, beklenti hissederek CHP’nin kapısını çaldı.”
Bu durumun “her kriz fırsatı da barındırır” ilkesini anımsattığını vurgulayan Korkmaz, şöyle devam ediyor:
“Az önce belirttiğim, AKP çöküyor eşittir CHP geliyor, denklemi ne kadar yanlışsa, ‘iyi bir program hazırladık, bu da iyi bir siyaset demektir’ cümlesi de doğru değil. Bütün mesele anlatmak, halka ulaşmak. CHP’nin oluşturduğu birleştirici güç çok iyi formüle edilmeli, halka güven verilmeli. CHP, kadro zenginliği en fazla olan parti. Ancak bu kadroların çoğu CHP’nin içinde değil. İlle içinde olması da gerekmez ama sahada değil...”
CHP İÇİN YENİ SİYASET VE UYGULAMA ALANI
FİKRET BİLÂ
Sağ popülist lider, parti ve akımların yükseldiği, sol lider, parti ve hareketlerin ise iktidardan uzak düştüğü bir dönemden geçiyoruz.
Bu trend ABD’de, Avrupa’da yaşandığı gibi Türkiye’de de 20 yıla yakın süredir yaşanıyor.
Bu konjonktürde Avrupa’da uzun yıllar iktidar da olabilmiş solda yeni arayışlara Türkiye’de CHP eşlik ediyor. Avrupa ülkelerinin gelişmişlik düzeyi ve solun tarihsel gelişimi Türkiye ve Türk solundan çok farklı olmakla birlikte özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra hızlanan neoliberal politikanın küreselleşmesinden ve kimlik siyasetinin öne çıkmasından kaynaklanan sorunlar Batı’da da ülkemizde de solun yeni arayışlara yönelmesine yol açtı.
ORTAKLAŞA ARAYIŞLAR
Her ülkenin koşulları farklı olduğu için arayışların farklı yönlerde olması doğal. Solun “somut şartların somut analizi” ilkesinin de gereği bu.
Türkiye’nin sorunları Avrupa ülkelerinin sorunlarından çok farklı olmakla birlikte sol açısından bazı alanlar ortaklaşa arayışları gerektiriyor.
Avrupa soluna baktığımızda özellikle Alman sosyal Demokrat Partisi’nin gelecek için üç siyaset alanını öne çıkardığını görüyoruz:
1-Feminist hareket alanı
2-Çevreci hareket alanı
3-Sürdürülebilir büyüme
Kanımca CHP’nin de bu üç alana fiilen yoğunlaşması gerekiyor.
Türkiye’de kadının insan hakları temel sorunlardan biri. Bu alan ancak solun çözüm getirebileceği bir alan olarak CHP’nin kapsaması ve liderlik etmesi gereken bir alandır.
Doğanın tahribi de kadının insan hakları gibi yine solun çözüm üreteceği bir alandır. CHP çevreci hareketi de temsil etmelidir.
Sürdürülebilir büyüme, istihdam ve sosyal devlet de yine CHP’nin öncülük etmesi gereken sorunlu alanlardır.
Elbette Türkiye için bu alanlardan daha öncelikli alanlar mevcuttur. İnsan haklarına ve kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik laik Türkiye’nin inşa edilmesi, bu amaçla yeni bir anayasa ile parlamenter sisteme geçiş gibi. Bu zaten CHP’nin Millet İttifakı’yla Türkiye’ye verdiği temel taahhüttür. Ancak bunu gerçekleştirmesi için önce Millet İttifakı’nın iktidara gelmesi gerekmektedir.
CHP’nin iktidar iddiasında kapsaması gerekenler arasında Avrupa solunun de saptadığı gibi kadın hareketi, çevreci hareket ve yeni ekonomik model üretmenin önemli yeri olması gerekir.
Kadının insan hakları hareketleri ile çevreci hareketler ve gençlik akımlarının oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarının mümkün olduğunca CHP çatısı altında yer ve destek bulmasının sol siyasete önemli bir alan açacağı ve güçlendireceği açıktır. Bu köprü ancak kadınların ve gençlerin CHP’de etkin şekilde yer bulması ve karar mekanizmasına katılmasıyla kurulabilir.
EKONOMİK VE SOSYAL DEMOKRASİ
CHP Genel Başkan yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak’ın verdiği bilgiye göre, CHP’li belediye başkanları 2014 yılında ülke milli gelirinin yüzde 12’sini yönetirken, bu oranın 2019 yılında yeni kazanılan büyükşehir belediyeleriyle birlikte toplam milli gelirin yüzde 59’na ulaşmış durumdadır.
CHP’li başkanların yönettiği il belediyelerinde yaşayan nüfus, Türkiye nüfusunun yüzde 46.4’ünü ve ilçe belediyeleri de dahil edildiğinde yüzde 50’sine yakın bir nüfusu barındırmaktadır.
Bu bilgiler CHP’nin yerel yönetimlerde önemli bir iktidar alanına oturduğunu göstermektedir. CHP merkezi iktidar yolunda yerel yönetimlerdeki bu güçlü alanda hayata geçireceği projelerle önemli bir adım atabilir, güçlü bir zemin hazırlayabilir.
CHP, Bülent Ecevit’in demokratik solu anlatırken kullandığı, “Sosyal demokrasi siyasal demokrasiyi tamamlar. Ekonomik demokrasi her ikisini tamamlar” tanımıyla uyumlu projelerle ekonomik ve sosyal demokrasi modeli geliştirebilir.
İKİ TEMEL SORUN
İktidarın Türkiye’de derinleştirdiği iki temel sorundan biri ekonomik kriz diğeri laik-bilimsel eğitimdir.
Ekonomik kriz vatandaşın yaşamına işsizlik ve pahalılık olarak yansımaktadır. Neoliberal ekonomi politikasının acımasız uygulamaları gerek gelir dağılımını gerek servet dağılımını derin uçurumlara dönüşürmüştür. Genç ve eğitimli genç işsizlik yüzde 25’i aşarak tarihi rekor girmiştir. Üretim ekonomisini terkedip istihdam ve sürdürülebilir büyüme sağlamayan rant ve borç ekonomisi, orta gelirlileri dar gelirli, dar gelirlileri ise açlık sınırında yaşayan en alt grup haline getirmiştir.
CHP bu iki sorunun çözümüne belediyeler eliyle katkı sağlayabilirse önemli mesafe alır.
Ekonomik sorunun çözümü mevzuatın elverdiği ölçüde, CHP’li tüm belediyelerin güçlerini birleştirerek, bir zamanlar Türk ekonomisinin temelini oluşturan ve bulundukları bölgede eğitim, sağlık ve kültürel faaliyetlerle insanların gelişimine büyük katkı sağlayan “Kamu İktisadi Teşebbüsleri” modelini yeniden yaşama geçirebilirler.
KALICI ÇÖZÜM
Halkın temel ihtiyaçlarını esas alarak; gıda, giyim, eğitim sektörlerinde doğrudan üretim ve aracısız dağıtım modelleriyle halkın temel ihtiyaçları ucuza sağlanabilir ve kalıcı istihdam yaratılabilir.
Bu amaçla belediye kırsallarında devlet üretme çiftlikleri, Sümerbank gibi modellerle beldenin üstün olan kaynaklarıyla ilgili üretim tesisleri kurulabilir. Ürünün dağıtımı ve ucuza vatandaşa ulaştırılması konusunda ise başarılı örnekler olan TANSA ve EKONOMA zincirleri modelinden yararlanılabilir.
Türkiye’nin 1930’larda başlayıp 1990’lara kadar sürdürdüğü planlı kamu ekonomisi oluşturmaya yönelik kamu girişimciliği politikasına dönmek, ekonominin temelini güçlendireceği gibi sosyal yaşam düzeyinin yükselmesine de büyük katkıda bulunacaktır.
1930-1990 yılları arasında 60 yıl boyunca bu ekonomi politikasının çok başaralı örneklerini oluşturan Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ), Sümerbank, Etibank, Ereğli, Karabük, İskenderun demir-çelik fabrikaları model olarak incelenebilir ve belediyelerin birleşerek oluşturacakları güce göre daha küçük çaplı ve daha mütevazı şekilde uygulanabilir.
Bu ekonomik model uygun beldelerde kooperatif bazlı olarak veya küçük tasarruf bazlı olarak da uygulanabilir. Bu ekonomik örgütlenme biçimi yine Bülent Ecevit’in halk sektörü projesi ile çalışanların yönetimde yer almalarıyla da özyönetim modelleriyle de uyumludur.
Aynı şekilde belediyeler yine mevzuatın elverdiği ölçüde laik-bilimsel bazlı eğitim kurumları zincirleri kurabilirlerse eğitimdeki sorunun çözümüne de büyük katkısağlayabilirler.
Bu projeler CHP’li belediyelerin kendi aralarında yok edilen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi bir örgütlenmeyle üretilebilir.