Çok yaratıcı bir taşlama: 'Artık Bir Davan var'

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu tarafından sahnelenen 'Artık Bir Davan Var' adlı oyun Franz Kafka'nın 'Dava'a adlı eserinin bir uyarlaması. Oyun 18 Mayıs'ta Sahne Pulcherie'de, 20 Mayıs'ta ise Moda Sahnesi'nde izlenebilir.

Zehra İpşiroğlu

Ani polis baskını,…Bay K’ya bir anda neye uğradığını bile anlamadan elektronik kelepçe takılır. Neden,suçu nedir, hiçbir şey belli değildir. Ama ‘hukuk yanılmayacağına’ göre suçlu olduğu kesindir. İşin içinden sıyrılabilmek için öncelikle suçunun ne olduğunu öğrenmelidir. Bu da hastalığa doğru teşhisi koymaya benzer, teşhis doğru yapılamazsa kolaylıkla sonu gelebilir insanın. Öyleyse savcılığa gitmeli, neyle suçlandığını kavradıktan sonra da güvenilir bir avukatla savunmasını hazırlamalıdır. Ne var ki kimse ne olduğunu bilmediğinden K’ya yardım edemez. Başlangıçta Pr’ cı olan K’nın aklı fikri işindedir. İşini öyle içselleştirmiştir ki yaşadığı her şeyi korkusunu, sevincini satış malzemesine dönüştürür. Ama çevresi tarafından dışlandıkca enerjisi azalır, “davası” onu giderek yalnızlaştırır.

Oyunda K’yı birbirini izleyen grotesk sahnelerle cezaya suç arayan adalet sisteminin döngüsü içinde yuvarlanıp dururken izleriz. K’nın suçunu bilmediği için onu neyle savunacağını bilmeyen savcı, onun kendini savunabilmesi için suçlu olduğunu kanıtlamaya çalışan avukat, divaya dönüşen hakim hepsi vardır bu absürt adalet sisteminde. K dava yüzünden işinden de atıldıktan sonra adalet sarayının koridorlarında hayalet gibi dolanır. İtiraz ediyorum diye bağırarak bir davadan ötekine koşturan avukata, ona ağır dosyaları oradan oraya taşıtan savcıya hiç kimseye sesini duyuramaz. Savcılara göre kurtulabilmesi için ya ya cari beraatı ya da muallak mahkemeyi seçmesi gerekir.Cari yani sahte beraat aynı suçtan yeniden yargılanmasına yol açacak, muallak mahkeme davasını sürüncemeye alacaktır.


Bu karabasan dünyasındaki tek ışık ona yol gösteren, kimi kez karşı çıkan ikizi Melek’tir. Melek K’nın iç sesidir, hayalidir, çıkışsızlığın içindeki tek çıkıştır, umuttur. Böylelikle dış ve iç çatışma, K ile adalet mekanizması arasındaki çatışma, tüketim dünyasının çarkı içinde giderek robotlaşan K ile Melek simgesiyle somutlaşan iç benliği arasındaki çatışma oyunun dramaturjik temelini oluşturuyor.
Sahnelemede ise sahne tasarımından (Naz Erayda) oyunculuğa ve oyunun iletisini çıkartan türlü buluşlara değin (kostümler, renk kullanımı, elektrik kesintisi) kullanılan göstergeler bütünün hizmetinde, bu açıdan da gelişigüzel hiçbir şey yok bu oyunda. İlker Keskin ile Cüneyt Yalaz’ın büyük bir ustalıkla bir rolden ötekinde geçişleri de (polis, savcı, avukat, şirket müdürü) çok etkileyici.
Boğaziçi Tiyatrosu’nun Kafka’nın “Davası”nı bugüne taşıdığı bu oyun insanların durup dururken fişlendiği, absürt soruşturmaların yürütüldüğü, keyfi tutuklanmaların birbirini izlediği, avukatların tutuklandığı, cezaya kılıf uydurulduğu bir ortama ışık tutuyor. Hayalle gerçeğin iç içe geçtiği bu ortamda her şey belirsizdir ama karabasının ağırlığı içinde soluk almamızı sağlayan kara güldürü ögeleri de yoğundur. Bu açıdan da oyun çok gerçekçi.Öte yandan çıkışın sadece Melek aracılığıyla bireysel olarak gösterilmesini, dayanışma düşüncesinin ise sadece sözde kalmasını oyunun zayıf yanı olarak görmemiz mümkün.
Günümüzde psikolojik ya da tarihsel oyunlara eğilim giderek artarken eleştirel bakışın yoğunlaştığı oyunlar pek sevilmiyor. Gerçeklerden bir tür kaçış mı? Bilemiyorum ama bu oyunun her tür moda rüzgarından uzak kalarak yaratıcı bir biçimde bu kadar güncel bir konuya eğilmesini olumlu buluyorum. Sonuçta mizah ve taşlamayı sevenler için harika bir oyun, sevmeyenlerin ise öğreneceği şey çok.