Çocukluğuma verdiğim sözü tuttum
“Heybeliada’ya Bir Bilet”, Tunç Lokum'un ilk kitabı. Adanın geçmişine, şimdisine ve geleceğine tek yönlü bir bilet bu çalışması. Hem, Lokum için bu kitabın önemi de büyük. Çünkü o bu kitapla çocukluğuna verdiği sözü tutuyor, Heybeliada'ya karşı da vefa borcunu ödüyor.
Ali Deniz Uslu / CumhuriyetTunç Lokum “Heybeliada’ya Bir Bilet” kitabında yaşanmışlıklarını, Ada’da nesiller boyu devreden güzellikleri, dostluğu, sevgiyi, neşeyi, köklerinden koparılmayı, acıyı ve hüznü “unutulmamaları” için biraraya getirdiğini söylüyor. Bahriye Mektebi’nde birlikte okuyan Nazım Hikmet ile Necip Fazıl Kısakürek, tarih öğretmeni, şair Yahya Kemal, bisikleti ile Ada sokaklarında turlayan ve edebiyatımızın müstehcenlik suçlaması ile yargılanan ilk yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar, 12 yaşında Feride’yle ilk aşkı yaşayan Aziz Nesin, Suzan’a kavuşmak için yıllarca mücadele eden bestekar Yesari Asim Ersoy, Eşi Sadberk Hanım’dan “Sakın Geç Kalma Erken Gel” diye azar işiten Ahmet Rasim, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Anouk isimli teknesiyle dünyayı dolaşan Ekrem İnözü’nün hikayelerini anlatıyor. Dili de kuvvetli, hoş bir dost sohbetine ortak ediyor okuyucu.
- Ada sevdanızın temelinde ne yatıyor, nasıl bir bağlılık var aranızda?
Ailem yaklaşık 60 yıldır yazları adaya gidiyor. Biz de onların sayesinde Heybeliada ile tanıştık. Adaların ayrı bir ruhu olduğu düşünüyorum, bu düşünceyi de sanırım işte tüm bu kitaplardan aldım. Çocukluğumuz, ilk gençliğimiz adada geçti ve de oldukça anı biriktirdik. Ben de kendime bir söz vermiştim buraların hikayesini yazacağıma dair.
-Yani aslında bu kitap bir yandan da çocukluğunuza verdiğiniz sözü tutmak demek?
İnsanın yaşadığı ve benimsediği yere karşı duyduğu vefa duygusunun bir yansıması. Fakat bu sözü vermek o kadar kolay birşey değil. Bu sözü zaten unutmuştum, yıllar sonra karşıma çıktı gençliğim ve dedi ki “tut sözünü!” Ben de yapar mıyım yapamaz mıyım diye denemeye giriştim. Sonra “olur” dedim. Hemen kaynak taramasına başladım. Çünkü yalnızca anılarımı yazamazdım. Uzun bir süre Heybeliada üzerine ne yazılmışsa topladım, okudum ama okumaz olaydım! Çünkü çok güzel yazmışlardı Nejat Gülen, Orhan Türker, Akylas Millas, Orhan Erdenen ve Halil Gökman. Ben ne koyabilirdim ki üstüne? Tam ucuna gelmişken vazgeçtim. Üzerime düşeni yaptığımı düşündüğümde namussuz gençliğim yine rahat durmadı; “Sen de kendi pencerenden anlat” dedi bana. İşte yeniden yazma süreci böyle başladı. Araştırma yaparken de Denizler Kitapevi'nden Turgay Kaptan'la tanıştım. Eski fotoğraflar, resimler, anılar, notlar topladık ve kitabı bugüne getirdik.
-Koleksiyonerlik var mı peki?
Koleksiyoncu değilim, hatta koleksiyonculuğa karşıyım. Eşyaya bağlı olmak veya eşyaya bağlı olmamak kısmında sıkıntılıyım çünkü. Ama bu kitap için görseller gerekiyordu. Bu yüzden kendi arşivi kurma anlamında bir koleksiyon oluşturdum. Üç boyunca da rekabete girdiğimiz insanlarla görsel savaşı verdik.
-Yazmak nasıl başladı, avukatsınız aslında?
Dava dilekçeleri ile! Benim dava dilekçelerimi kitaptaki gibi yazıyorum belki de... Kitabın yazı dilinde eşim Elif'in katkısı büyük. Çünkü ben adayla ilgili ne biriktiriyorsam onları anlatmayı, dost sohbetlerinde paylaşmayı seviyorum. Elif de bu anlatımdaki heyecanımı kitaba taşımama yardım etti.
- Kitapta ciddi bir tarih de anlatılıyor.
Kitabı, Ada'daki Rum varlığı, Heybeliada'nın dini yapıları, kurumsal yapılar, iz bırakan adalılar ve hatıralardaki adalılar diye bölümlendirdim. Hem kültürel hem sosyal tarihini kendi yaşanmışlıklarımla biraraya getirmeye çalıştım. Hayat çok hızlı geçiyor, geride bıraktıklarımızı da o hızla unutuyoruz. O yüzden yazılı bir belge bırakmak istedim.
-Ada da mı yaşıyorsunuz?
Yazları oradayız ve de hafta sonları. İstanbul'un karmaşa ve kaosundan vapura bindiğimiz anda sıyrılıyoruz. Zaman orada ağır akıyor gibi. Adanın kendine özgü bir işleyişi var.
- “Heybeliada'ya Bir Bilet”te pek çok hikaye var. Peki, sizi en çok şaşırtan ve etkileyen ne oldu?
Adada herkes bana bir Rum kadını işaret etti. Ada hakkında engin bir bilgisi olduğu, çok şey biriktirdiğini söylediler, peşine düştüm. Zor da olsa ona ulaştım. Limanda, zeytinlik tarafında evine gittik. Kapısına dayandığımız için bizi almamazlık etmedi. Mütevazı bir evi vardı, su ikram etti ve “ne istiyorsun?” dedi. Buradaki insanların hikayelerini anlatmak istediğimi söyledim. “Anlatıp da ne yapacaksın?” diye karşıladı, sesi sertti. “Unutulmamalarını sağlayacağım” dedim. Alaycı bir şekilde “Geçmişimizi bize unutturanlara mı unutturmayacaksın?” diye yine sordu. Bu sefer cevabım yoktu. Birlikte sustuk. O yüzden ismini bile yazmadım, zaten o da bunu istemedi. Beni kitap sürecinde en çok etkileyen işte bu kısa konuşmaydı.
-Bu kitapla çocukluğunuza verdiğiniz sözü tuttunuz ama son olmaz, yakanızı bırakmaz gibime geliyor. Ne dersiniz?
Çok emin değilim, ben yalnızca sözümü tuttum. Yazmak güçlü bir motivasyon gerektiriyor, kendini soyutlamak ve bencil olmak da buna dahil. Evli, iki çocuk babası olarak bu kitabı eşim sayesinde bitirebildim. Vazgeçmeye karar verdiğimde arkamda o durdu, destekledi. Sanırım bu soruyu biraz da ona sormam lazım.