Çocuk ve Toplum
cumhuriyet.com.trSevgi sorumluluk ister. Çocukları sadece sevmekle kalmak ama onların her türlü gereksinimlerini karşılamak için hiçbir sorumluluğu yüklenmemek dini motiflerin teşvik ettiği bir anlayış biçimidir.
Çocuk bir toplumun yapıtaşıdır. Çocuğun toplumsallaşma sürecinde de sosyal çevre önemli rol oynar. Özellikle aile toplumsal normların, değerlerin aktarımında çocuk üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Çocuk aile içinde yaşadığı toplumun aynasını bulur. Bu bakımdan ailede ana-babanın birbirleriyle olan ilişkisi, eğitim düzeyleri çocuğun kişiliğinin oluşumunda ilk örnek oluşturmaları açısından yaşamsal öneme sahiptir. Aile de toplumun güce atfettiği değer, güç karşısında takındığı tutum ve tavır doğrultusunda şekillenir.
Eğer bir toplumda haksız da olsa güçlüye tapınma temel toplumsal değer olmuşsa, toplumun aynası olan aile de demokratik değil, otoriter eğilimler doğrultusunda şekillenecektir. Otoriter eğilimler kendini en başta kadın-erkek ilişkilerinde ve özellikle yetişkin-çocuk ilişkilerinde en bariz bir biçimde gösterir. Bu açıdan bakıldığında bir toplumda çocuk-yetişkin ilişkisinin niteliği göz önünde bulundurularak o toplumun ne denli demokratik, özgürlükçü ya da totaliter, baskıcı olduğu ortaya çıkarılabilir.
Hak ve özgürlük
Ülkemizin çocukları ne yazık ki çağdaş ölçülerde ne demokrasiden, ne eşitlikten ne de özgürlükten paylarını almaktadırlar. Bundan ötürü de hâlâ çocuklar sosyal güvence kurumlarının işlevini yüklenmekte, özellikle kız çocukları başlık parası, berdel gibi temel insan hak ve özgürlüklerine ve çağdaş değerlere aykırı olarak ya bir mal gibi alınıp satılmakta ya da genel bir kanının göstergesi olarak ana-babaların yaşlılıkta bakımını üstlenecek bir unsur olarak ele alınmaktadır. Erkek çocuklar ise iş gücü olarak her gün sokaklar da, trafik ışıklarında mendil satarak örneklerini gördüğümüz gibi aile bütçesine gelir getiren işgücü unsurları olarak görülmektedir.
Fiziksel ya da sosyal sömürü aracı olarak görülmediğinde de bu kez çocuğun karşısına toplumun ataerkil ve feodal unsurlarından kaynaklanan örf ve âdetler, gelenekler kısaca toplumsal baskı ve her ne olursa olsun itaat kültürünün maneviyat adına yüceltildiği bir çember çıkmakta, eğitim sistemi de çocuğun bu çemberi kırmasına yardımcı olmak yerine, bu çemberi pekiştirmektedir.
Çocuk itaat etmediğinde zorla, şiddet kullanılarak cezalandırılmaktadır. Bu kısırdöngü çocuğun ileriki yaşamında kendi ayakları üzerinde duramayan, bağımlı, sürekli bir otorite arayışı içinde olan bir kişilik geliştirmesine yol açmakta; kendine güveni olmayan, hep başkalarından medet uman ve böylelikle biat kültürüyle yoğrulmuş üyeler olarak topluma katılmasına yol açmaktadır. Hiçbir otorite arayışı yoktur ki sonunda kendine sahte kahramanlar yaratmasın. Otorite ilişkileri güç ilişkilerinden, basit anlatımla güçlünün zayıf karşısında takınacağı tutumdan ayrı düşünülemez. Demokrasinin en güzel yanı, prensipte de kalsa zayıfa da haklar vermesi, onu güçlü karşısında temel hak ve özgürlüklerle donatmasıdır. Otoriter güçlü için ise zayıfın ne özgürlük ne eşitlik ne de demokrasi talepleri olabilir. Bu bakımdan çocuk- yetişkin arasındaki ilişki de bir toplumun demokratik, özgürlükçü niteliğinin derecesini yansıtır. Eğer siz yaşamınız boyunca güce ve güçlüye adeta tapınıyorsanız, bir yetişkin olarak çocuğa bakış açınız da bu faşist düşüncenin doğrultusunda oluşur. O savunmasız varlıkları sizden daha zayıf oldukları, kendilerini savunamadıkları için her türlü insanlık, ahlak dışı emellerinize kolayca alet edebilirsiniz. Bir toplumun demokrasi skalası kadınlara ve çocuklara verdiği değer, tanıdığı hak ve özgürlükler doğrultusunda yükselir. Ataerkil feodal yapı sadece kadınlar üzerinde değil çocuklar üzerinde de mutlak otorite kurar. Bu yapıyı ortadan kaldıracak sosyal, kültürel ve ekonomik sistemi bütünüyle darmadağın etmeden ne yazık ki gazetelerde tüylerimiz ürpererek okuduğumuz çocuklara yönelik dayak, cinsel taciz ve tecavüz olayları da varlığını koruyacaktır. 1980’lerden itibaren sosyal devlet ilkesinin yerle bir edilişi, toplumun her alanında yaşanan değer yitimi, paranın korkunç ve mutlak egemenliği yukarıda saydığımız otoriter eğilimlerle birleştiğinde çocuk ve dolayısıyla toplum açısından son derece ürkütücü bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Sevgi sorumluluk ister. Çocukları sadece sevmekle kalmak ama onların her türlü gereksinimlerini karşılamak için hiçbir sorumluluğu yüklenmemek dini motiflerin teşvik ettiği bir anlayış biçimidir. Bu anlayış kendini en güzel biçimde “Allah rızkını verir” ya da “saldım çayıra mevlam kayıra” deyişlerinde kendini gösterir ki bu düşünce toplumumuzda oldukça yaygındır. Bu açıdan gelişmiş ülkelerde devlet, çocuğun bakımını ve eğitimini sadece aileye bırakmamakta, sosyal hizmet uzmanları yoluyla ana-babayı sürekli denetlemektedir.
Toplum olarak çocuklarımız karşısında başımız eğik. Suçlu olan bizleriz. Biz yetişkinleriz. Ne yazık ki onlara layık oldukları insancıl, özgür, paylaşımcı, sevgi dolu bir dünya, bir Türkiye yaratamadık. Çocuklar, ne olur bizi affedin!