Çirkin Kral’ın izinde
Yılmaz Güney’in bütünlüklü bir portresini sunan ‘Çirkin Kral Efsanesi’ belgeseli sinemamızın en ayrıksı figürlerinden birini yakından tanımak için iyi bir fırsat.
Emrah Kolukısa“Türkiye’de yaratıcı sanatçıları ya öldürürler, ya hapse atarlar, ya da yurt dışına kaçırtırlar. Türkiye’nin kuralı bu.” İki yıl önce aramızdan ayrılan Tarık Akan, Yılmaz Güney’in sinemasının ve hayatının anlatıldığı “Çirkin Kral Efsanesi” adlı belgesel için kendisiyle yapılan söyleşide bu sözleri sarf ediyor.
Maalesef tarih onu defalarca haklı çıkarmakla kalmadı, uzunca bir süre daha da haklı çıkarmaya devam edecek gibi görünüyor. Bunu demişken, Yılmaz Güney’in hem hapse atılıp, hem de yurtdışına kaçarak Akan’ın saydığı üç olasılıktan ikisini yaşadığını da unutmayalım. Meraklısı bilir gerçi ama, Hüseyin Tabak’ın yazıp yönettiği “Çirkin Kral Efsanesi” Yılmaz Güney’i sinema dünyasının birçok önemli figürü ve ünlü sinemacının ailesi ve yakın dostlarıyla yapılan röportajlarla anlatıyor ve onu tanımayanlara (ya da az tanıyanlara) bütünlüklü bir portre sunuyor. Es geçmeyip, hazır salonlarda izleme fırsatı varken kaçırmamakta fayda var.
110 saatlik malzeme
2012 tarihli ilk uzun metrajlı kurmaca filmi “Güzelliğin On Par’ Etmez” ile 49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde 6 ödül alan Hüseyin Tabak, geçen yıl mail üzerinden yaptığımız söyleşide (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/820408/Cirkin_Kral_efsanesi.html) “2003’ten beri kısa film yaparım ve Yılmaz Hoca bana sinemacı olmam için güç verdi diye, hep filmlerimin sonunda ona teşekkür ederim” diyerek Güney’in onun üzerindeki büyük etkisini anlatmıştı. “Çirkin Kral Efsanesi”nde de sık sık kameranın önüne geçerek kendini hatırlatması ve bizzat filmin içine girmesi aslında bir sinemacının ustası gördüğü başka bir sinemacıyı anlama, daha iyi tanıma ve onun sırrına vakıf olma gayretini gösteriyor. Ayrıca Tabak’ın yaklaşık yedi yıla yayılan çalışmasında 47 kişiyle söyleşiler yaptığını ve 110 saatlik malzemeyle montaja girdiğini de belirtelim. Yani muazzam bir emek ve kılı kırk yaran bir çalışma var önümüzde. Dünyaca ünlü sinemacılar Costa Gavras, Michael Haneke, eski Cannes Film Festivali direktörü Gilles Jacob, Fransa’nın eski Kültür Bakanı Jack Lang gibi uluslararası isimlerin yanı sıra filmde Güney’in iki eşi Nebahat Çehre ve Fatoş Güney başta olmak üzere yakın çevresinden ve meslek hayatında yolunun kesiştiği dostlarından birçoğuyla (Tuncel Kurtiz, Tarık Akan, Halil Ergün, Ayşe Emel Mesci, Yılmaz Atadeniz, Canan Gerede) yapılan söyleşiler parça parça oluşturulan bir puzzle gibi Yılmaz Güney’i önümüze getiriyor. Şahsen özellikle Kızı Elif Güney Pütün’ün Paris’te Kolombiyalı rolü oynadıklarını anlattığı bölümün ve daha önce izleme fırsatı bulamadığım “Autour du mur” (Duvarın Etrafında) adlı belgesel filmden alınan pasajların çok ilgimi çektiğini söylemeliyim. Bir de tabii “Sevgim korkuya dönüşmeye başlamıştı” diyen Nebahat
Çehre’nin anlattıklarının...
Yılmaz Güney’in hayatındaki en büyük tartışma başlıklarından biri de Yumurtalık hâkiminin ölümüyle sonuçlanan o meşum kavgadır şüphesiz. Bu hikâyeyi de “Endişe” filminin başrol oyuncularından Ayşe Emel Mesci anlatıyor. Ayrıca cezaevindeki yaşamıyla ilgili hikâyeler, Cannes’daki “Yol” yankıları, kız kardeşi Leyla Demirezen’in ona bakışı ve en nihayetinde oğlunun öldüğünü bilmeyen annesinin ona 1987’de yolladığı video mesaj da (gerçi neden böyle bir kaydın yapıldığını anlamak kolay değil) filmden akılda kalanlar arasında.
Dışarıda kalanlar
Hüseyin Tabak’ın film için görüştüğü kişiler arasında filmde hiç yer almayan çok sayıda isim var. Vedat Türkali, Erden Kıral, Zülfü Livaneli, Fatih Akın, Arif Erkin, Melike Demirağ, Al Özgentürk, Abbas Kiarostami, Marin Karmitz, Tony Gatlif ve Tabak’la uzun uzun konuştuğu halde filmde yer almak istemeyen Şerif Gören bunların bazıları. İnsan onların da neler söylediğini ve bu söyleşilerden ayrı bir film çıkıp çıkmayacağını merak ediyor doğrusu.
Yılmaz Güney’i yeniden keşfettiler -“Çirkin Kral Efsanesi” ilk olarak Toronto’da izleyiciyle buluştu ve ardından dünyada başka festivallerde de gösterildi. Film uluslararası izleyiciler tarafından nasıl karşılandı, ne gibi tepkiler aldınız? Çoğu sinemasever tabii ki Yılmaz Güney’i hatırlıyor, öncelikle “Yol” filmini biliyor ama onun yaşadığı hayatı bilmiyorlardı. Hapiste olduğunu da biliyorlardı misal ama sebebini bilmiyorlardı. Çoğunun bildiği daha çok siyasi nedenlerle hapiste olduğuydu. Bu bir tarafıyla doğru bir tarafıyla da değil, çünkü Yumurtalık olayını bilmiyorlar tabii. Yılmaz Güney’in hayatı onları gerçekten de şaşırttı, çünkü o kadar çok hayatı birden yaşamış ki Yılmaz Güney, o kadar çok şey geçmiş ki başından... Çoğu da Yılmaz Güney’in siyasi mücadelesine, sürgün zamanında özellikle o kadar büyük gücü olduğuna şaşırdı. Onun cenazesine yüz binlerce insan gelmiş, bugün ünlü bir yönetmen ölse ancak birkaç yüz kişi toplanır... Onun halkın sanatçısı olduğu buradan anlaşılıyor, bir sembol olduğu buradan belli. Yurtdışındaki tepkiler çok pozitifti filme ve filmin Yılmaz Güney’in insani tarafını gösterdiğini söylediler. En önemlisi de birçok yerde Yılmaz Güney’in filmlerini yeniden göstermeye başlıyorlar, bu bana göre filmin en büyük başarısıdır. -Daha önce bir söyleşinizde bu filmi bir diziye çevirebileceğinizi söylemiştiniz. Bu konuda yol aldınız mı ve eğer bu dizi olursa söyleşi yapıp da filme koymadığınız isimleri de (Kiarostami, Bizim ilk kurgumuz altı saatti ve tabii çoğu şeyi içimiz acıya acıya çıkarmak zorunda kaldık. 2 saatte bizce onu yeteri kadar anlatan bir film yaptık. Yalnız, birçok şeyi de çok daha detaylı anlatabilirsiniz, mesela kaçış hikâyesini... “Yol”un hikâyesi ya da sürgün hikâyesi... Bunu kesinlikle daha ayrıntılı göstermeyi düşünüyoruz. Eğer filmimiz izleyiciye ulaşabilirse, daha uzun versiyonunu da yapmayı istiyoruz. Mesela Vedat Türkali’nin çok güzel röportajı vardı girmedi; Arif Erkin vardı, Erden Kıral vardı, onları da koymak isteriz. Belki yeni söyleşiler de yapılabilir, mesela Martin Scorsese ile görüşmek istiyorduk, Alejandro Inarritu ile istiyorduk. Her şey belgeselin çok ilgi çekmesine bağlı. |