Çıkış Yolu
cumhuriyet.com.trKim gelirse gelsin artık Türkiye’ye şu görüş hâkim olmalıdır: “Çalmayacağım, çaldırmayacağım, Cumhuriyet kanunlarını uygulayacağım.” Bu, ülkenin kurtuluşudur. Bu sağlandığı zaman çok şey kendiliğinden düzelir. 1950 yılından bu yana çaldığımız ve çaldırdığımız yeter. Son söz milletindir.
Ülkede herkes birbirine soruyor: “Ne oluyoruz?” Aslına bakarsanız bir şey olduğu yok. Demokratikleşmenin son sancılarını çekiyoruz. Daha önce de buna benzer sancılar çekmiş, ara rejimlerle geçici olarak sancılardan kurtulmuştuk.
27 Mayıs’la başlayan, 12 Mart ve 12 Eylül’le devam eden askeri müdahalelere 28 Şubat, 27 Nisan eklenince Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalelerdeki istiap hakkı doldu. Onlar da anladılar ki bu müdahaleler sorunları çözmekten çok, radikal uçların kuvvetlenmesine neden oldular. Üniter devlet ve ulusal birlik darbelerle sağlanamıyor.
Bu net olarak ortaya çıkınca, demokratikleşmenin son sancıları yargının gerçek bağımsızlığına kalıyor. Mevcut iktidar 367’yi garabetle, 411’i tanınmamazlıkla suçlayarak kendini haklı çıkartmaya çalışıyor. Bunları yaparken de adresi Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri olarak gösteriyor. Bunun ne kadar doğru olduğunu “ötekileştirmeyen” gözler rahatlıkla görüyor.
Bir ülkenin sağlam temeller üzerine oturabilmesi için 3 güce ihtiyacı vardır. Bunlardan birincisi; o ülkeyi dış etkilere karşı koruyacak olan güçlü bir ordu, ikincisi; her konuda bilimsel çalışmalar yapması gereken sağlam üniversiteler, üçüncüsü ise herkese eşit dağıtılması gereken adalet.
Zaten bilimsel çalışmalar yapan üniversiteler ve eşit dağıtılan adalet demokrasinin temel kurallarıdır.
Ülkemizde durum böyle midir? Görünen o ki “hayır”. Üniversiteleri suskun, adaleti bölünmüş ve güçlü ordusuna rağmen silahlı kuvvetlerinin üzerinden siyaset yapılmaya başlanmıştır. Bu çok, ama çok tehlikeli bir durumdur.
Ülkenin çoğu düşünürleri dış güçlerin üzerinde durmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle tam anlamıyla bir anlaşma sağlayamamıştır. Kuzey Irak’taki durumu kontrol altına almak isteyen ABD’nin bunda pek başarılı olduğu söylenemez. Bunun üzerine hem Bush, hem Obama hükümetleri mevcut iktidarı kontrol altında tutma çabasına girmiştir. Eşbaşkanlığa getirdiği Erdoğan hükümetinden kuşku duymaya başlamıştır. Dış politikada net olarak gözüken hem silahlı kuvvetlerin, hem de hükümetin İran konusunda ABD’ye sıcak bakmamasıdır. Bu ABD’yi rahatsız etmektedir. Türkiye her ne kadar Avrupa Birliği’ne girme çabası içinde görünse de işin aslı bu değildir. Türkiye Avrupa Birliği’ne giremeyeceğini anlamıştır. Avrupa Birliği’nin de zaten Türkiye’yi alma gibi bir çabası yoktur. Peki bu durum bu grupları nereye götürür? Bundan çıkarılacak sonuç bellidir. Herkes kendi başının çaresine bakacaktır.
Bu bütün taraflar için en doğru yoldur. Kimse kimseye hamilik yapma durumunda olmamalıdır. Eğer bu sağlanırsa mevcut hükümet daha rahat bir hareket alanı bulacaktır. Aynı şey Türk Silahlı Kuvvetleri için de geçerlidir.
Dışarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız bu durum iç politika için de geçerlidir. Bu saatten sonra bu ülkeye radikal hiçbir unsur egemen olamaz. Bunu herkesin kabul etmesi lazım. Türkiye hiçbir şekilde geriye götürülemez. Laik Cumhuriyet, üniter devlet Türk halkının yaşam tarzı olmuştur. Her kim ki bu tarzı korkuyla veya başka nedenlerle yıkmaya çalışırsa onun altında kendisi kalır.
Burada en büyük görev hükümete düşmektedir. Hükümet sağduyuyla hareket etmek zorundadır. Anayasadaki kanunlar mutlak uygulanmalı ve Türk halkına ciddi anlamda güvence verilmelidir. Çok geç de olsa 22 Temmuz gecesi balkondan verilen sözler tutulmalıdır. Demokrasilerde son sözü halk söyler. Görünen o ki halkın son sözü söyleyeceği seçim yılına girilmiştir. Artık Türkiye şu sloganı kendisine düstur edinmelidir: “Seçimle gelelim, seçimle gidelim.” Kurtuluş budur.
Kim gelirse gelsin artık Türkiye’ye şu görüş hâkim olmalıdır: “Çalmayacağım, çaldırmayacağım, Cumhuriyet kanunlarını uygulayacağım.” Bu, ülkenin kurtuluşudur. Bu sağlandığı zaman çok şey kendiliğinden düzelir. 1950 yılından bu yana çaldığımız ve çaldırdığımız yeter. Son söz milletindir.