Çıkar evliliği...

Tepede güzel sürprizlere yer kalmadı pek. Davetkâr korulardaki serin kaynaklara erişebilmek için giderek daha aşağılara, eteklere inmek gerekiyor.

Mehmet Basutçu

Aslanlar, Palmiyeler yok artık yukarılarda. Ayılar da yakında kaçacaklar herhalde. Sinemanın yaratıcı topraklarını çoraklaştırma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan küresel ‘ısınma’ (formatlama) ortalığı kasıp kavurmakta...

Cumartesi gecesi Venedik’te zirveye çıkan filmler bütün tahminlerde yer almaktaydı. Ödül kazanan yönetmenler kadar, daha seçkiler açıklandığında aslan payını kapmış olan Netflix’in zaferinden söz etmeye hazırdı herkes. Bu arada, Altın Aslan’ın yeni sahibiyle Venedik ana jürisi başkanının aynı ülkenin kültürünü paylaşıyor olmalarını vurgulayanlar, her ikisine de haksızlık etmekteler. Alfonso Cuaron da, Guillermo del Toro da has yaratıcı yönetmenler. Altın Aslan kazanan “Roma” kimi melodramatik sahnelerden, sakız gibi çiğnediği uzun ve kolay sekanslardan kurtulabilse, daha da önemli bir başyapıt olabilirdi... Yaratıcı geniş kitle sineması sihirbazları Coen kardeşler, Netflix’in siparişini nasıl geri çevirebilirlerdi ki? Gişe başarısını tatmış bu yetenekli yönetmenlerin temel çelişkileri, geniş bütçeli dönem filmleri gerçekleştirebilmek için büyük yapımcılara ihtiyaç duymaları. Formatlama baskılarına karşı direniyorlar gerçi ama, yer yer taviz vermek zorundalar. Festival yöneticileri de benzer çelişkiler içinde dengede kalmaya çabalıyorlar. Ellerindeki en önemli koz, bir noktaya kadar özgürce oluşturabildikleri jüriler. Venedik ödül listesindenYorgos Lanthimos’a, Willem Dafoe’in aracılığıyla da olsa Julian Schnabel’e üst sıralarda yer verilmesini alkışlamak gerekiyor. Bu çelişkiler, büyük festivalleri sanat sinemasını ikinci bir seçki kapsamında, yan bölüm olarak sunmaya itelemekte. Giderek,  çift merkezli olmaya doğru kayıyorlar. Venedik’te “Ufuklar” (Orizzonti),

Cannes’da da “Belirli Bir Bakış”, diplomatik kaygılara takılmadan oluşturan ayrı jürileriyle sanat sinemasının son kaleleri artık.

Bu gerçeği görerek, “Anons” un,  7 filmi öne çıkaran “Ufuklar” seçkisi ödül listesinde üçüncü sırayı alıyor olmasından gurur duymak gerekir. Medya ve halkla ilişkiler sorumlularının, her yerde yaptıkları gibi gerçekleri biraz saptırarak, savundukların filmlerin zirvede yarışıp ödüllendirildiğini ima etmeye falan çalışmaları boş çaba. Hayra alamet de değil zaten. Sanat sineması eteklere çekilmek zorunda kaldı artık. Güçlülerin paralı askerleri çevrede pusuya yatmış durumda. Zaman ortak direniş zamanı...
Bu bağlamda, film eleştirmenliği ve sinematek yöneticiliğinden sonra Torino, ardından da Venedik Festivali’nin başına gelen Alberto Barbera ile, 36 yıldır adım adım büyüttüğü, bir açıdan canavarlaştırdığı Toronto Festivali’nin yönetimini devretmeye hazırlanan Piers Handling’in birkaç yıldır yaşadıkları balayı, zoraki bir çıkar evliliği sonuçta. Egemen platformlar ve Hollywood ta nikâh şahitleri... Bu balayının iç dengelerini anlamak için, iki sayısal veri yeterli : Venedik ana seçkisinde Altın Aslan için yarışan 21 filmden 13’ü Toronto kataloğunda yer alırken,  “Orizzonti” seçkisindeki 19 adayın sadece beşi burada. Başka bir deyişle, gelin Venedik daha fazla direniyor. Damatsa daha güçlü...

Türk sineması, ne mutlu ki, Toronto’da da eteklerde dolaşıyor. Ahlat Ağacı, festivalin uçsuz bucaksız topraklarında keşfe çıkmış telaşsız sinemasevere kucak açıyor; o güzelim Karadeniz vadilerinin sesi bir türlü bastırılamayan dilsiz âsi kızı “Sibel”in özgürlük çığlığını birlikte dinliyorlar. Bu coğrafyanın filmi olduğunu  hissettiğimiz “Saf” ta iki gün sonra korudan çıkıp gelecek önümüze. ..