Cihan Demirci: ‘Hayat, mizahı çok geçiyor!'

Mizah yazarlığı ve çizerlik serüveninde 42 yıla varan, bu serüvende 54 kitap yayınlayan Cihan Demirci ile uzun yıllardır basımı bulunmayan üç kitabının yeni basımlarını konuştuk…

Öznur Özkaya

Evlere kapanmak zorunda kaldığımız ve içine girdiğimiz karanlığın ucunu göremediğimiz ciddi ve küresel bir virüs sorununu ülkemizde en acayip, en korunaksız, en tuhaf haliyle yaşıyoruz. Gülmenin de zorlaştığı böylesi anlarda daha fazla gereksinim duymamız gereken şey mizahın eleştirel olduğu kadar insanı rahatlatan o sihirli gücüdür.

Sorunları işaret etmekle kalmayıp bu sorunların nedenleri üzerine insanları adeta bir Sosyolog kıvamında düşünmeye teşvik eden, 1985’ten beri yayınlanmış elli dört kitabı dört yüz bine yakın bir okura ulaşmış, yazar- çizerlik serüveninde 42. yılını yaşayan, “Geyik Muhabbetleri” adlı kitabının yayımlanışının otuzuncu yılında otuzuncu baskısını gören, nam-ı diğer “Damdaki Mizahçı” yani sevgili Cihan Demirci’yle söyleştik.

Bu söyleşiyi yaşadığımız şu salgın döneminin ruhuna fazlasıyla uygun olan bir sosyal mesafeden yaptık. Ben İzmir’den sordum, Cihan Demirci, İstanbul Kadıköy’den yanıtladı.

‘GÜLMEKTEN ÇOK AĞLAMAYA YATKIN BİR TOPLUMUZ’

- 2020 yılı yazarlık-çizerlik serüveninizdeki 42’inci yılınız. Türkiye’deki mizah anlayışını ve yapılan mizahı nasıl görüyorsunuz? Bir konuşmanızda “Mizah, hayata tersten bakmaktır ve Türkiye’de mizah yapmak artık olanaksızdır” demiştiniz. Bununla tam olarak neyin altını çiziyorsunuz?

Bu serüvene ilk adımı aslında 31 Aralık 1977’de atmıştım ama 1978’den itibaren ilk yazılarım, şiirlerim, karikatürlerim yayınlanmaya başladığı için başlangıcı 1978 sayarım.

Biz mizahı çok seven bir toplum gibi gösterilsek de aslında bu özelliğimizi özellikle 21’inci yüzyıl başından beri yitirmeye başladık. Aslında gülmekten çok ağlamaya yatkın bir toplumuz.

Mizahı 42 yıldır bir sosyolog ya da tarihçi kıvamında sürdürüyorum ve ta 90’ların ortasından beri “Hayat mizahı kaç geçiyor?” diye bir soru soruyorum bu ülke adına.

‘HAYAT, MİZAHI ÇOK GEÇİYOR!’

Mizahçının öngörüsü yüksektir. Toplumdaki çürümeyi, boşalmayı erken görmüş biri olarak bu soruyla şunu demek istedim: “Hayatın gerçekleri bu ülkede öylesine abuk subuk bir hale geldi ki mizahçının hayal gücünü de aştı, bu yüzden hayat mizahı çok geçiyor!”. Bunu 90’larda dedim ama 2020’lerde tam yerine oturdu sanırım.

Mizahçı amuda kalkmış biridir, hayata tersten bakarak bambaşka bir bakış açısı yakalar ama akla ziyan bir ülkede amuda kalkmanın herhangi bir anlamı kalmaz çünkü hayat zaten tersten seyretmektedir, demek istediğim budur.

Bu yüzden mizah anlamını yitirdi ve o yüzden onun da içi hayat gibi boşaldı ama ben tüm olumsuz şartlara inat, akla seslenen, organik bir mizahı inatla sürdürmeye devam ediyorum.

80’LERDEN BU YANA GEYİK MUHABBETLERİ!

- Üç kitabınızın da yeni baskıları yapıldı geçtiğimiz ay. Ne yazık ki korona günlerine denk geldiği için bu kitapları pek tanıtamadınız ve siz de pek çok yazar-çizer gibi etkinliklerinizi bile iptal etmek zorunda kaldınız.

“Geyik Muhabbetleri” ile başlayalım. Bu sözcüklerin isim babası olarak, sizin yüklediğiniz anlamla şimdiki kullanımı arasında nasıl bir fark var?

Ayrıca yeni basımında Türkçeye kazandırdığınız pek çok kelimeye de yer vermişsiniz. Bu listeyi yapma sebebiniz nedir?

“Geyik Muhabbetleri”ni 80’li yıllarda mizahımıza ve dilimize yeni bir mizah tarzı olarak kazandırmaya çalıştım. Bu öncelikle karşılıklı olarak çok konuşan ama hep boş konuşan ve asla bir yere varamayan bir toplumun keskin eleştirisidir. Kısa ve vurucudur, zamanın ritmine, hızına uygundur.

İlk basımı 30 yıl önce yapılmış bir kitabı 2020’de ilk kez okuyacaklar hiçbir şeyin eskimediğini hayretle görecekler. Önce 80’li yıllarda mizah ekleri ve dergilerde bir köşe oldu, sonra 1990 yılında kitap haline dönüştü.

Hatta 3 kitaplık bir diziye. 1990’da yayınlanan “Geyik Muhabbetleri” özellikle mizahta yeni arayışlar içinde olan genç okurdan beklentimin çok üzerinde bir ilgi gördü, baskı üzerine baskı yaptı. Sonuçta 29 basımda 60 bine yakın okura ulaştı. 3 kitaplık dizi olarak 125 bine yaklaştı bu okur sayısı.

Bunlar benim pek alışık olduğum rakamlar değil. 15 yıla yakındır basımı olmayan kitaplarımın başında gelen bu kitaba yeni eklemeler de yaparak, elden geçirilmiş haliyle yeniden yayınladığımız ay ne yazık ki önümüzü bu kez bir virüs kesti!.. Biz mizahçılar önümüzün kesilmesine alışkınızdır ama bu kez farklı bir cepheden geldi bu saldırı!..

Argoya epeyce sözcük, deyim, tanımlama kazandırmış bir yazar-çizerim. Okurdan en çok ilgi görmüş kitabımın, 30. yılında yapılan bu özel 30. basımının son bölümünde argoya ve dilimize kazandırdığım bu sözcüklerin listesini de ilk kez koydum.

Bunun birinci nedeni ürettiğim sözcüklere sahip çıkmaktır zira çoğu ne yazık ki, başta köşe yazarları, gazeteciler, radyocular ve çeşitli sanatçılar, hatta mizah yaptığını sananlar tarafından yıllardır isim bile belirtilmeden kullanılmaktadır!.. Bizim alanda ne yazık ki emek sömürüsü dayanılmazdır!..

‘ARGO ÖZEL BİR DİLDİR!’

- “Mizahçı için argo bir amaç değil sadece anlatıma güç katan önemli bir araçtır.” diyorsunuz kitabın önsözünde. Bu cümleyi biraz daha açar mısınız?

Argoyu küfür zanneden cahil bir kesim var. Oysa argo özel bir dildir, herkesin anlayamayacağı, özel üretilmiş sözcüklerden oluşur, amiyane küfürlerden oluşmaz. Zekâ ister, sözcük bilgisi, dil bilgisi ister.

Anadilinin ustası olmak için 42 yıldır emek veren bir yazar-çizer olarak ben de tüm mizah yazılarımda, kitaplarımda, ürettiğim her şeyde argoyu okurdaki etkiyi artırmak adına bir araç olarak kullandım.

Bu arada yakından tanıma ve birlikte çalışma onuru yaşadığım ustalarım gibi ben de mizahı hep ciddiye aldım, uzun yıllardır tarihine-teorisine de kafa yoruyor, bu alanda da çalışmalar yapıyor ve şunu iyi biliyorum ki, mizahımın bir derinliği vardır ve gülüp geçmenin ötesindedir!..

‘TOPLUM DEĞERLERE SAHİP ÇIKAMADI’

- Bir kara mizah denemesi olan “Deli Gömleği Ütü İstemez” de ilk basımından tam 26 yıl sonra 12. basımıyla okurun karşısında.

“Üretim toplumu olamadan tüketim toplumu olduk fena halde... Zaman tükettik. İnsan tükettik... Ne bulduysak tükettik...” diyorsunuz “Deli Gömleği Ütü İstemez”de.

Günümüze baktığınızda ne görüyorsunuz peki? İlk basımı 1994’te yapılmış bu kitabınızın. Yıl 2020 ve biz hâlâ insan tüketmeye devam ediyoruz gibi. Ne dersiniz?

“Deli Gömleği Ütü İstemez”i çok büyük bir keyifle ve heyecanla yazmıştım 1994 yılı yaz aylarında… Toplumda büyük bir kırılmanın henüz çok ufak belirtileri varken, mizahçılara özgü bir öngörüyle yazıldı. “Kendi Kendime Konuşmalar” dizisi adını verdiğim kara mizah denemelerinin de ilk kitabıdır.

Bu 26 yıllık hoyrat ve berbat süreçte hem zamanı hem de insanı korkunç şekilde tükettik, insan tüketmenin artık neredeyse sonuna geldik!.. Çünkü elde tüketecek nitelikte insan da çok az kaldı, tıpkı elde yaşanacak bir sağlıklı, doğal bir doğa ve bitki örtüsü kalmadığı gibi ne yazık ki!.. Çok önemli değerlerimizi bozuk para gibi harcadık, giden her önemli değerin yerini ciğeri beş para etmezlere verdik!..

Bunun en ağır bedelini ise henüz yaşamadık, şu virüslü günlerin ardından sanırım o dönemin içine düşeceğiz ve bu virüslü günleri bile arayacağız, çünkü bu toplum ne yazık ki hazır çorba gibi bulduğu değerlere sahip çıkamadı ve onları birer birer yitirdi. 26 yıl önce yazdıklarımın bugünlere daha çok uyması inanın beni sevindirmekten çok üzüyor!..

- İlk basımı 1995’te yapılan, o da uzun yıllar sonra 8. basımıyla okurun yeniden karşısına çıkan diğer kara mizah denemesi kitabınız: “İyiler Cinnete Gider”den bahsedelim. Bu kitap bir mahallede geçiyor. Mahallenin adı: “Cinnet Mahallesi”…

Aradan geçen 25 yılda halkımız, içine adım adım itildiği bu cinnet yolculuğunda sizce nasıl bir ivme gösterdi? Şizofrenik, bezgin, kaygı bozukluğuna sahip Türk halkı bu noktaya gelmeyi nelere borçlu sizce?

“İyiler Cinnete Gider”i de “Deli Gömleği Ütü İstemez” adlı kitabımın bir yerde devamı olarak, hemen 1 yıl sonrasında kaleme almış, 1995’te yayınlamıştım dediğiniz gibi.

Bu kitap Cinnet Mahalesi’nde geçer. Cinnet Mahallesi aslında il olmak istese de aslında bir ülkedir ama bunun farkında bile değildir!.. Bu tuhaf mahallenin 25 yıl sonunda ulaştığı yer benim 25 yıl önce yazdığım yerdir!..

25 yıl önceden var olan resmi oldukça geniş açıdan görmüşüm, sanırım sadece yazar değil, aynı zamanda çizer de olmanın bir yararıdır bu, sinemaya tutkun, zamanında sinema-televizyon eğitimi de almış biri olarak, görsel bir pencereden yazılmış, zamanında televizyon dizisi olacakken kanallardaki kirli çarkı aşamayıp, dizi olamamış bu çalışmaya şimdi baktığımda halkımızın tüm yazdıklarımı fazlasıyla uyguladığını görüyorum!..

Böylesine ağır bir cinnet aşamasına gelmeyi zamanında var olan hiçbir sorunu çözemeyip, tam tersine bu sorunları büyüterek, sorunlardan bir dağ oluşturmaya bağlıyorum.

Mizahçının işi yanlışlarla, yalanlarla boğuşmak ve doğruları çekinmeden, yüreklice söylemektir, o yüzden üzülerek de olsa diyeceğim; ne yazık ki halkımız şimdi kendi yarattığı o sorun dağının en tepesinden aşağı atlayacağı günün cinneti içinde gün sayıyor!..

(Parantez içi son umut sözü: “Uyanmayı son anda bile olsa başaracak bir halkın o dağdan atlamasına da gerek kalmaz!).