Chora’dan Kariye’ye İstanbul

Gritchenko’nun sergisinden kitabıyla çıkıp izlenimlerini okuyunca heyecanlandım; üstleri kapatılmadan son kez görebilmek için koşarak Chora’ya gittim, bir dünya mirası daha, inat uğruna, tarihe gömülüyordu!

Yazgülü Aldoğan

Bazen bir olay, hayata bakış açınızı değiştiriyor: Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, pandemi öncesi ve sonrası diye anlatacak, düşüneceğiz! Koç Grubu’nun Meşher adıyla dönüşen Pera’daki sanat mekânının ilk sergisi, etnik olarak Ukrayna, (Rus) asıllı ressam Alexis Gritchenko’nun İstanbul’da geçirdiği iki yılın 1919-1921, 100. yılı dolayısıyla burada yaptığı resimleri ve şehir üzerine yazdığı “Bir Ressamın Günlüğü” üzerineydi.

Sergi, şubatta açıldı, pandemi kısıtlamalarına denk geldi, uzun süre kapalı kaldı. Yeniden açıldığında Gritchenko’nun anılarındaki hayranlık beni farklı bir yere yöneltti: Ayasofya ve Chora; yani Kariye’ye! Bizansın en önemli bazilikası ve şapelinin değerini onun gözünden bir kez daha gördüm; hele onları, siyasal İslamın baskın el koyma duygusuyla yeni kaybettiğimiz şu günlerde! Ve Gritchenko’nun sergisinden çıkıp neredeyse koşarak Chora’ya gittim, üstleri kapatılmadan, hayran kaldığı mozaikleri bir kez daha görebilmek için.

Küçücük şapelin içine çoktan bir ahşap minber yerleştirilmişti bile. Beni tanıyan bir rehberle karşılaştım ve bütün mozaiklerin hikâyesini ondan dinledim. Meryem’in doğuşu, büyümesi, evlenmesi ve eşi yanında değilken hamile kalışı, İsa’yı Kudüs’te doğuruşu. Mozaiklerin ilk bölümü Meryem’in yaşamı, ikinci bölümü İsa’nın yaşamıyla ilgili. Adeta bir resimli roman gibi Hıristiyanlık tarihi. Burası küçücük bir kilise.

İbadet edilecek yerde en fazla 30-40 kişi namaz kılabilir. Burada da sadece üç fresk var. Rehber arkadaşım adeta yalvararak buraya açılan bir koridorun varlığını ve ayrı kapıdan girmenin mümkün olduğunu, sonradan eklenen ve asıl mozaiklerin olduğu bölümlerin müze olarak açık kalabileceğini dile getiriyor. Heyhat! Maksat ne müze olarak saklamak ne ibadet etmek; maksat bayrak göstermek! İbadet etmek olsa, Fatih’te cami mi yok, hemen karşıda beş dakika yürüme mesafesinde var!

CAMİLERİ ÇİZMİŞ

Gritchenko’nun çok sevdiği ve sık sık gelip bir köşeye çekilerek gizli saklı ibadet edenlerin resmini yaptığı dönemde de burası cami olarak kullanılıyor. Ve ressam, bir buraya bir de Ayasofya’ya adeta âşık. Bir Ortodoks olarak onun duygularını anlıyorum.

Gerek Ayasofya, gerek Chora, “Konstantinopolis’in zamanının cazibe merkezi olmasını sağlaması, Ortadoğu’nun Paris’i olarak bilinmesi boşuna değil...

Galiplerin fanatizmi bile Ayasofya’ya boyun eğmiştir. Ayasofya, İslamın bütün camilerinde örnek alınmıştır. Etrafına minareler dikilmiş, yönü Mekke’ye çevrilmiştir. Ama anlamı değiştirilememiş, yüzyıllar boyunca sayısız kuşağı titreten büyüleyiciliği yok olmamıştır” diyor günlüklerinde. Benim gibiler için de anlamı bu: Bir dünya mirası!

İSTANBUL GÜNLERİ

Gritchenko, İstanbul’a Bolşevik ihtilalinden kaçarak, ama en çok da burayı görmek ve yaşamak istediği için Kırım üzerinden gelir.

Beş kuruşu yoktur, hastanelerde, yoksullar için açılan yurtlarda önceleri çok zor koşullarda kalır, tanıştığı o dönemin ressamları İbrahim Çallı gibi sanatçılar tarafından sahip çıkılır, atölyelerini açarlar ona; o da onlara daha o zaman sahip olduğu avantgart resim anlayışını aktarır. Resimleri bugün için bile çağdaştır.

Renkler ve kübik formlarla daha sonra gittiği Paris’te de hayranlık uyandıracak, hatta 1920 Paris Fuarı’na İstanbul’dayken yaptığı üç İstanbul tablosuyla kabul edilecek ve bir Ukraynalının fırçasından İstanbul manzaraları fuarda sergilenecektir.

305 KİTAP

Bu sergide beni en çok etkileyen sürprizlerden biri ise alıntılar yaptığım kitabının Türk sahibi oldu. Mustafa Kemal Atatürk! Sadece 305 adet Fransızca olarak basılan kitap, Atatürk’ün dehasıyla o zaman keşfedilmiş ve özel kitaplığının içinde yer almış, şimdi de Anıtkabir’de bulunuyor! Ali Berktay’ın çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı, sadece sanat değil, İstanbul’un tarihine meraklı herkes okumalı.

Gritchenko’nun resimlerinde dikkat çeken bir ayrıntı ise yüzlerin tasvir edilmemiş olması. Günlüğünün satır aralarından çıkardığım kadarıyla nedeni, figüratif insan resmine karşı çıkan İslam inanışına saygıdan kaynaklanıyor, belki de çekinmiştir, sokaklarda resim yaparken fark edildiğinde engellendiğinden de bahsediyor.

Ressam, meraklı bir gezgin gibi şehri dört dönüyor, kâh Üsküdar’dan çıkıyor kâh Eyüp’ten, Balat’tan. Bir bakıyorsunuz Ada’da, bir bakıyorsunuz Harbiye’de. Yazıyor, çiziyor, şehri adeta yudum yudum içiyor! Ama ille de Ayasofya, ille de Chora; Süleymaniye’yi, Fatih Camisi’ni de geziyor ama dönüp dolaşıp bu iki kadim bazilikaya geliyor. Gerisi sizde... Düşünün, yorumlayın.