Ceylan'ın bir rakibi daha eksildi
Festivalin ağır toplarından Pedro Almodovar 'İçinde Yaşadığım Deri' filmini izledikten sonra, Nuri Bilge Ceylan'ın bir rakibi daha eksildi diye sevindik. İspanyol ustanın bu yarışmadan bir ödülle döneceğini sanmıyoruz.
cumhuriyet.com.trCannes gibi bir er meydanına çıkıp da bizim pehlivanı tutmamak elde değil. Her yarışma filmini gördükten sonra Nuri Bilge Ceylan’a bir rakip eksildi veya bir ciddi rakip daha deyip her durumda seviniyoruz. Perşembe sabahı izlediğimiz festivalin en ağır toplarından Pedro Almodovar’ın yeni ürünü “İçinde Yaşadığım Deri”den sonra bir rakip eksildi diye sevindik. Ne Ceylan filmini gördük ne de diğerlerine ilişkin kişisel değerlendirmemizin özünde sübjektif olduğunu unuttuk. Ama İspanyol ustanın sempatik ve de hafif filminin bu yarışmadan bir ödülle dönebileceğini pek sanmıyoruz.
Almodovar’ın 18. filminin kahramanı Dr. Robert Ledgard (Antonio Banderas) çok saygın bir estetik cerrahıdır.
Dr. Ledgard aynı zamanda deontolojik açıdan pek uygun olmayan bilimsel denemelere de girişmektedir. Özellikle de karısının geçirdiği otomobil kazasındaki ciddi yanıklar nedeniyle yeni deriler üzerinde çalışmaktadır. Ancak karısının intiharı ve psikolojik sorunları olan kızının sorumsuz bir genç tarafından iğfal edilmesi üzerine suçludan intikam almaya karar verir. Doktor Pedrostein, pardon Dr. Ledgard’ın bütün ustalığıyla yaratacağı “güzel” varlık kendisine çok pahalıya mal olacaktır.
“İçinde Yaşadığım Deri” mahir ellerden çıkmanın verdiği üstünlükle kolay izlenir ve sevimli bir film. Ancak Antonio Banderas, “güzel” Elena Anaya ve yönetmenin fetiş oyuncularından Marisa Paredes’in başarılı oyunları esere sınıf atlatamıyor. Araya serpiştirilen bir-iki kara mizah unsuru veya gerilim sahnesi heyecan vermekten, inandırıcılıktan çok uzak kalmış. Fazla değil 5 yıl önce, Cannes’da En İyi Senaryo ödülünü aynı kişi mi almıştı, demeden edemiyoruz. Ne o enfes (trajik) komediler, “Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar”, “Bağla Beni”, “Yüksek Topuklar” veya Kika’dan eser var, ne de sinema klasiklerine geçen “Annem Hakkında Her Şey”, “Konuş Onunla” gibi dramlardan…
Japon yönetmenler tarihi aslına uygun yeniden yazmaya karar verdiklerinde önemli, iz bırakan eserler gerçekleştiriyorlar. Akira Kurosawa ustanın “Yedi Samuray”, “Gölge Savaşçı” ve “Ran” filmleri bu türün bilinen klasik örnekleridir. 1960 doğumlu sinemacı Takashi Miike 50’nin üstünde televizyon ve sinema uzun metrajlısına rağmen hiç tanımadığımız bir sanatçı. Yakuzalar (Japon mafyaları), bilimkurgu, korku ve fantastik türleri uzmanı olarak tanınan Miike ustalarına yaraşır bir eserle 64. Cannes Festivali’ne katılıyor: “Hara-Kiri: Bir Samurayın Ölümü”.
17. yüzyıl başı samuray kurumunun çökmeye, merkezi otoritenin ağır basmaya başladığı bir dönemdir. Samuraylar yoksullaşmakta, senyör bulmakta zorlanmaktadırlar. Bazı derebeyleri, şogunlar bu süreci rakiplerini elemek için de kullanmakta bir sakınca görmemektedirler. Aç ve işsiz kalan bazı samuraylar ya güçlü senyörlere sığınmayı deniyorlar ya da daha onurlu bir yol olduğuna inandıkları, bu senyörlerin malikânelerinde harakiri yapmayı tercih ediyorlardır.
Fakat bu arada harakiri tehdidini kullanarak para koparmaya çalışan samuray söylentileri yaygınlaşmıştır. Genç samuray Kageyu ve kayınpederi, son derece onurlu ve tecrübeli samuray Hanshiro sefalet ve açlıkla mücadele halindedirler. Kageyu ölüm yatağındaki karısı ve bebeği için kayınpederinden gizli harakiri yolu denemeye karar verir.
Vurdulu kırdılı filmlere meraklı olanlar bu 3 boyutlu filmde aradıklarını bulamazlar. Ama kusursuz bir senaryo ve teknik, iyi bir oyunculuk ve evrensel ahlak dersi bekleyenler memnun kalacaktır.