Cerrahpaşa’ya Bir Ağıt: Maddenin Halleri
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin geçirdiği dönüşüm bağlamında bir tür arşivciliğe soyunan yönetmen, belgesel sinemanın alt türleri arasında gezinmeyi de ihmal etmiyor.
Başak Bıçak“Hareket-imgenin, biri göreli konumunu çeşitlendirdiği nesnelere ilişkin, diğeri mutlak bir değişimini ifade ettiği bir bütüne ilişkin olmak üzere iki yüzü vardır: Bu konumlar mekandadır, ancak değişen bütün, zamandadır.”
Belgesel filmleriyle tanınan Deniz Tortum’un, İstanbul Film Festivali ve Antalya Altın Portakal gibi pek çok önemli sinema etkinliğinden En İyi Belgesel ödülüyle dönen filmi Maddenin Halleri, zaman ve mekân olguları üzerinden etkileyici bir anlatı inşa ediyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin geçirdiği dönüşüm bağlamında bir tür arşivciliğe soyunan yönetmen, belgesel sinemanın alt türleri arasında gezinmeyi de ihmal etmiyor.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin, İstanbul Üniversitesi’nden ayrılışıyla başlayan dönüşüm süreciyle birlikte Maddenin Halleri’ni çekmeye karar veren Tortum, doktor bir anne babadan gelen ve Cerrahpaşa koridorlarında büyümüş biri olarak esasen filmini geçmişe yönelik bir ağıta dönüştürüyor. Verdiği röportajlarda, bir geleneğin, bir mekanla birlikte yok oluşunu anlatan ve bu sebeple filmini daha ziyade ‘zaman’ üzerine kurgulayan Tortum, Gilles Deleuze’ün yukarıdaki satırları eşliğinde, mekân ve değişimi Cerrahpaşa’nın tarihi üzerinden ameliyat masasına yatırıyor. Bu köklü kurumun gündelik ve sıradan hallerini kamerasına almak maksadıyla ameliyatlardan, hastane koridorlarına, doktorların kendi aralarından geçen konuşmalarından, o tarihte gerçekleştirilen bir mitinge değin, mekânın içinde ve dışında, tarihe tanıklık etmemize vesile oluyor. Ve bir bakıma, tarih yazıcılığı yapıyor.
Andre Bazin’in, belgesel sinemanın öncüsü Robert J. Flaherty hakkında, “gerçek yaşamdan alınan görüntülerle yeni bir sinemasal dünya yaratmak yerine, sinema aracılığıyla dünyayı keşfetmeye çalıştığını” söylemesine benzer bir biçimde, Sinema-Gerçek (Cinema Verite) ruhuyla filminin ilk yarısında gündelik hayatın akışını ‘keşfetmeye’ çalışan ve kamerasıyla birlikte ‘öğrenen’ Tortum, tam da bu nedenle, filmini ikinci yarıda bambaşka bir türün sularında gezintiye çıkarıyor. Maddenin Halleri’nin ilk yarısı ne kadar gerçek sinemaya yaklaşıyorsa, ikinci yarısı da bir o kadar deneysel sinemaya göz kırpıyor. Çünkü maddenin halleri gibi değişken olan ve zaman ile mekanla ilişkilenen film, kamerayı başat role büründürürken, Tortum’un yıllar içerisinde çekim yaparken deneyimlediklerine paralel bir tavır da sergiliyor. Kamera uzunca bir müddet daha hareketli, gördükleri karşısında şaşkınlık duyan bir tutumla izlenimci (anlayan) bir hissiyat yaratırken, imgenin seyirciyi dönüştürmesiyle birlikte sine-göz de artık mekânı anlatmaya koyuluyor.
Filmin zaman ve mekanla olan bu ilişkisinin sebebi ise çok açık: Ölümün ve yaşamın birlikteliğinin yoğun olduğu bir yerin, bir hastanenin, kendi yaşamının sürekliliği için mücadele etmesi. Kadim bir geleneği devam ettirmeye ve ayakta kalmaya çalışan Cerrahpaşa’nın, yaşam ve ölüm arasında bu defa kendisi için var olma gayreti taşıması, Maddenin Halleri’nin en ilgi çekici yanını oluşturuyor. Ancak filmin, tüm bu kavramsal zenginliğine rağmen seyirci dostu bir eser olmadığını ve izlemesi kolay olmayan sahneler barındırdığını da not düşmeliyim. Açılışında izlediğimiz kadavradan tutun da embriyonun göründüğü sahneye kadar seyircisini rahatsız eden çokça sekans barındıran Maddenin Halleri, gerçekliği seyircisi için zorlayıcı hale getirmekten çekinmiyor.
İstanbul’un Fethi sebebiyle 2015 yılında Yenikapı’da yapılan miting sonrası, gerçeklikten deneyselliğe doğru evrilen film, bilhassa davul sesleri eşliğinde izlediğimiz plazma evresi sahnesi ve cenin görüntüleriyle bezenen kara delik (veyahut sonsuz karanlık) sekansıyla birlikte zaman-mekân-maddenin halleri anlatısını da açık etmiş oluyor. Bu planlara eşlik eden ses tasarımı ise filmin şüphesiz seyircisini rahatsız eden yönlerini en çok destekleyen seçimi oluyor.
Özetle Maddenin Halleri, Deniz Tortum’un, bir tür kâşiflik ve tarih yazıcılığı aşkıyla yola çıktığı ve tıpkı Sinema-Gerçek’in ruhuna uygun bir biçimde senaryoya göre değil, montaja göre yaratılan sıra dışı bir belgesel. İzlemesi zor fakat görülmeye değer.