Cep Herkülü'nün cebe sığmayan hikayesi

Naim Süleymanoğlu'nun hayat öyküsünü anlatan film vizyonda. Başrolünü Hayat Ven Eck'in canlandırdığı film, özenli senaryosu, sağlam oyunculuk performansları, Fahir Atakoğlu/Eypio imzalı müzikleri ve Özer Feyzioğlu'nun duygusal bir yaklaşımla yürüttüğü rejisiyle ciddi bir gişe performansı gösterecek gibi duruyor.

Emrah Kolukısa

Türkiye'ye güreş dışında tarihindeki ilk Olimpiyat altın madalyasını kazandıran Naim Süleymanoğlu sadece bizim değil, tüm dünya spor tarihinin en büyük efsanelerinden biri. Bunu ne kadar söylesek az. 1988, 1992 ve 1996 olimpiyatlarında halter dalında altın madalya kazanan, ilk dünya rekorunu henüz 15 yaşında kıran ve kariyeri boyunca toplamda 46 dünya rekoruna imza atan bir sporcudan söz ediyoruz. Kendi ağırlığının üç katının 10 kilogram fazlasını kaldırarak ona layık görülen Cep Herkülü lakabını bileğinin (kollarının mı demeliydim acaba) hakkıyla kazanan Naim Süleymanoğlu binlerce gencin idolü oldu, tüm bir ulusun umut, sevgi, kardeşlik gibi duyguları yeniden hatırlamasını sağladı. Özer Feyzioğlu'nun bu hafta gösterime giren “Cep Herkülü Naim Süleymanoğlu” filmi de Naim'in hikayesinin bu yönüne vurgu yapıyor en çok.

HAYAT'IN GÜÇLÜ PERFORMANSI

Kalabalık sayılabilecek güçlü bir oyuncu kadrosuyla yola çıkan film yüksek prodüksiyon maliyetinin ilk sahnelerden itibaren belli olduğu görüntüleriyle izleyiciye parasının hakkını verecek bir izlencelik olarak dikkat çekiyor. “Ayla” ve “Müslüm”den sonra yapımcı Mustafa Uslu'nun aradığı büyük gişe bu sefer gelebilir (“Çiçero” ve “Türk İşi Dondurma” bu anlamda zayıf kalmıştı). Naim Süleymanoğlu rolünde Hayat Van Eck ilk filmi “Daha”daki performansını hatırlatırcasına başarılı. Fakat şunu unutmamak gerekir ki, gerçekten yaşamış ve herkesin tanıdığı şöhretli insanları canlandırmanın ayrı bir zorluğu, oyuncuyu da ezebilecek ağır bir sorumluluğu vardır. Kendisiyle yaptığım söyleşide gördüm ki, genç yaşına rağmen (18) Hayat Van Eck bu sorumluluğu almaktan kaçınmamış, Naim'in tüm yaşadıklarına vakıf olmak için çalışmış; onun çelişkilerini, yaşadığı çatışmaları, inandığı fikir/dava uğruna verdiği tavizleri olabildiğince doğru yansıtmak için var gücünü ortaya koymuş. Ona fiziksel olarak da benzemek için aylarca spor yapıp, ağırlık kaldırması ve yeme içme rejimini onunkine benzetmeye çalışması da cabası. Bu çabayı takdir etmemek imkansız. Rahatlıkla diyebiliriz ki, sinemamız çok önemli bir oyuncu kazanıyor.

Filmde yine gerçek karakterleri canlandıran oyuncular arasında Naim'in annesi rolünde Selen Öztürk ile babası rolünde Yetkin Dikinciler; Naim'in ilk antrenörü rolünde Gürkan Uygun ve nihayet Naim'im Türkiye'ye kaçmasında çok önemli bir rol oynamış Rasim rolünde usta işi bir performans sunan Renan Bilek özellikle öne çıkan isimler. Oyuncuların güçlü performansları bir yana Barış Pirhasan imzalı senaryo da incelikle düşünülmüş detayları (Erdal Eren'in idamına yapılan göndermeden tutun da Özal'ın Türkçe'den Türkçe'ye yaptığı tercümenin gazetelerde yer alışının atlanmamasına kadar) ve dramatik bütünlüğün içinde duygusal vurguları öne çıkaran yapısıyla övgüyü hak ediyor.

HALTERDEN SÖZ ETTİĞİMİZDE...

Yine de bazı itirazlarım olduğunu saklamayacağım. Her şeyden önce böylesi bir filmde halter sporuna dair daha çok ayrıntının yer alması gerektiğini düşünüyorum. Bütün filmi haltere boğmak değil söylediğim, ama sadece uzmanlarının bileceği ve sıradan izleyicinin de ilgisini çekecek kimi detaylar, teknik açıklamalar, taktikler (taktik savaşları), perde arkası anekdotları gibi unsurlar filmi zenginleştirir ve daha gerçekçi kılardı bence. Naim'in bu spora kattıkları ortada ve bu sporun aslında ne kadar dopingle iç içe olduğu ve hatta Naim'in bir seferinde “Madalyaları doktorlara versinler, yeni bir ilaç bulan kazanıyor” yollu bir açıklama yaptığını bile biliyoruz. Dopinge karşı da ciddi bir duruşu olduğunu hatırlıyorum Naim'in, işin erbabı daha iyi bilir elbette.

Bir diğer konu da filmin Naim'in aksiyon filmlerini aratmayacak kaçış öyküsünün biraz fazlaca ağırlıklı olarak işlenmesi... Elbette bu bölümler izleyiciler için duygusal yönüyle daha çekici geliyor, hatta belli sahnelerde tüm salon alkışlamaya başlıyor (savaş jetlerinin Naim'in uçağına eskortluk ettikleri sahne, ya da Naim'in vatanı toprağını öpüşü gibi) ama bu da açıkçası filmi biraz hafifletiyor. Oysa, tekrar ediyorum, Naim dünya çapında bir sporcu ve onun sadece kaçış hikayesini değil, başarı (ya da trajik çöküş) hikayesini daha güçlü bir biçimde odağa oturtmak daha doğru olabilirdi. Örneğin sadece Seoul performansını merkeze alıp, büyük ölçüde olimpiyat başarısını işlemek (yukarıda bahsettiğim haltere dair detaylarla zenginleştirerek tabii) bir yöntem olabilirdi. Film şimdiki haliyle mutlaka izleyicilerin çok hoşuna gidecek ve belki de bir gişe rekoru elde edecektir ama bir Ayrton Senna motor sporları için neyse, bir Maradona futbol için neyse, Naim de halter için odur ve onun da saydığım isimler gibi dört başı mamur bir belgeseli ya da dramatik yönü güçlü ama duygu sömürüsüne hiç yeltenmeden çıplak bir gerçeklikle anlatılmış kurmaca bir filmi daha çok hak ederdi diye düşünüyorum. Naçizane.

FİLMİN NOTU: 7/10