Cenazeler ailelere verilmiyor
Cenazeler ailelere verilmiyor
Işıl ÖzgentürkSur’un içinde bir güzel avludayız. Avlu kalabalık, insanların gözleri yaşlı, boyunları bükük, çünkü onlar çocuklarının cenazelerini alamayan analar babalar. Çocuklarının öldüklerini basın yoluyla öğrenmişler ama günlerdir cenazelerine ulaşamıyorlar. Çünkü cenazeler Elazığ, Gaziantep ve Malatya’daki Adli Tıp Kurumu’na gönderilmiş. Tanıklar Gaziantep’te bir mezarlıkta 10’a yakın cenaze torbasının günlerdir güneş altında beklediğini anlatıyorlar. Devlet ailenin teşhis ettiği cenazeler için bile DNA eşleşmesi istiyor ve Resmi Gazete’den yayımlanan bir yasayla, Adli Tıp’tan 3 gün içerisinde alınmayan cenazeler devlet tarafından kaldırılıyor.
Çoğu yoksul olan aileler, çok zor koşullarda Elazığ, Gaziantep ve Malatya’ya gidip DNA eşleşmesi için kan örneği veriyorlar ama yirmi gün, bir ay bekliyorlar hiçbir haber yok. Her gün Dicle-Fırat Kültür Merkezi, MEYA-DER’de buluşup bir umutla bekliyorlar. Bu arada derneğin eşbaşkanı Ayşe Hanım, gelen cenazeleri kendi elleriyle yıkadıktan sonra ailelerinin görmesine izin veriyor. Nedeni, analar babalar karınları deşilen, uzuvları yakılan oğlanlarını, kızlarını öyle görmesinler diye. Ayşe Hanım nasıl dayanıyor bilmiyorum, o yüzüne kezzap atılmış, kadınlık organları parçalanmış cesetleri anlattığında gencecik bir insan hakları avukatı olan ve İnsan Hakları Derneği’nde çalışan Nevin dehşetle haykırıyor: “Yeter!”
Evet, yeter ama bütün bunlar bizlere bir uçuş mesafesiyle 1,5 saat uzakta olan bir coğrafyada yaşanıyor. Ve bekleyiş sürüyor...
6 yaşındaki Cansu bekliyor
Merkezde anneler babalar çocuklarından haber beklerken, Cansu kız bir köşede sürekli cep telefonundan bir şarkı dinliyor. Ama sürekli dinliyor, yanına gittiğimde, bana bu şarkının ağabeyinin en çok sevdiği şarkı olduğunu söylüyor, belki şarkıyı duyup ağabeyi geliverirmiş.
O böyle söylerken az ilerideki anne gözyaşlarını tutamıyor. Ağabey Şehmuz Akyol, Tahir Elçi’nin vurulduğu yerin yakınındaki bir markette çalışıyormuş, vurulup ölmüş, yani artık hiç gelmeyecek. Cansu bilmiyor, yirmi gündür annesi oğlunun cesedine ulaşmaya çalışıyor. Elazığ Adli Tıp Kurumu’na gitmişler yok, Gaziantep Adli Tıp Kurumu’na gitmişler yok. Kan vermişler gene haber yok. “Belki de” diyor Hanime Hanım, “Yıkılan yerlerdeki molozların içindedir. Ama onlar da gömüldü. Yok oldu oğlum.”
“Benim kızım daha on beş yaşındaydı. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Öyle heyecanlıydı ki, ‘Anne,’ diyordu ‘öyle çok çalıştım ki, mutlaka istediğim yeri kazanacağım!” İstediği yer psikolojiydi. İnsanlara yardım etmeyi severdi bir de fotoğraf çekmeyi severdi. Valiliğin açtığı bir fotoğraf kursundan birincilikle mezun olmuştu. Ama o uğursuz gün kızımı yitirdim. Hani bir 18 saat sokağa çıkma yasağı kaldırılmıştı, o gün Rojin ben Sur’a gidip orada kalan arkadaşlarımla görüşeceğim demişti. Sınavlarda ne yapacaklarını konuşacaklardı. Gidiş o gidiş. Ben Rojin’in öldüğünü basından öğrendim. O gün bugündür yavrumun ölü bedeninin peşindeyim. Gaziantep’e gönderdik dediler, gittik, kan verdik, DNA eşleşmesi için ama hiçbir ses çıkmadı. Neden, nerede yavrum, artık çürümüştür, çünkü hiçbir Adli Tıp’ta o kadar ölüyü barındıracak soğuk hava depoları yok. Bize haber geldi Erzurum’da en az kırk ölü varmış. Onları sebzeleri, meyveleri bozulmasın diye koydukları kilerlere doldurmuşlar. Ama insanoğlu çürür, razıyım kemiklerini versinler ve benin gidip dua edeceğim bir mezar olsun. Bu boşlukta gibi, ölmemiş gibi ama ölmüş gibi.”
Rojin’in annesi Fahriye Çukur buraya kadar dayanıyor, sonra sessizce gözyaşlarına bırakıyor kendini.
Bir süre merkezdeki kişilerden hiçbir ses yükselmiyor, hepsi aynı acıyla iç geçiriyorlar yalnızca. Ve çocuğunun ölüsünü almak için otuz beş gündür bekleyen İhsan Bey, herkes adına konuşuyor: “Biz şu günlerde Kerbela’yı da yaşadık, 90’ları da yaşadık, Madımak’ı da yaşadık, bazen yaşamadığız ne kaldı diye düşünüyorum. İnsanlar neden yanımızda değil, biz onlara ne yaptık? Öyle bir propaganda yaptılar ki, çocuklarımız terörist ilan edildi. Oysa oğlum eline silah almamıştı. Tek suçumuz Sur’da yaşamak. Peki Sur vatan toprağı değil mi? Buradakiler insan değil mi?”
Ya Cihan Akmeşe ne yapmıştı? Annesi soruyor, “Ne yaptı ki, öldürdünüz onu! Daha 13 yaşındaydı. Nereye gitti? Devlet değil misin benim kayıp çocuğumu bul. Bul!”
Annelerin babaların yüreği öyle yanıyor ki, merkez adeta bir yas evine dönüşüyor. Bölgede yaşananların yası tutuluyor adeta. Bir büyük coğrafyanın yası.
EN ÇOK KADINLAR DİRENDİ! Bizlere en samimi biçimde acılarını anlatan insanlara hep aynı soruyu soruyorum. “Her yerde daha çok kadınları gördüm. Erkekler nerede?” Sorduğum acılı anneler, evleri yıkılmış kadınlar her şeye rağmen gülerek bana yanıt veriyorlar: “En çok biz kadınlar direndik. Erkekler hemen Sur’un dışına çıktılar ama biz evin direğiyiz, ev bizim mahremimiz biz sonuna kadar çıkmadık! Kendi içimizde bir dayanışma kurduk, kimimiz ekmek yaptı, kimimiz çocuklara baktı. İki mahallede evlerin hepsine mor perdeler diktik. Kalın mor perdeler, böylece odalarda rahatlıkla dolaşıyorduk, dışarıdan görünmüyordu. Sonra sağolsun iki fırın gizli gizli ekmek yaptı, dağıttı. Çocukları oyalamak için, evde kaç gün muhafaza edersin, biz de okul başlattık. Şöyle çocukları bir eve toplayıp, ders çalıştırıyorduk. Matematik çözdürüyorduk. Sonra bizde çok güzel masal anlatanlar var, çocuklar yan yana yatıyorlardı sırası gelen de onlara en güzel masalları anlatıyordu. Gece süren kurşun, roket atar ve uçak seslerine karşı, çocukların kulaklarına pamuk tıkıyorduk, kendimize de. Çünkü öyle güçlü patlamalar oluyordu ki, sağır olabilirsin. İki tane de doğum oldu. Bir kız bir erkek. Batıda yaşayanlara bir çift sözümüz var, insan ne kadar güç koşullar olursa olsun, dayanıyor. Ve kendisindeki güzellikleri görüyor. Yardım etme isteği, dayanışmayı görüyor.” Bu satırların yazarı “artık veda etmeliyim” diyor, o sırada İHD Diyarbakır Şubesi’nde çalışan Hidayet Bey, benim aracılığımla sizlere şöyle sesleniyor: “Gelip burada üç saat kalıp hemen dönmeyin, böyle çok heyet gördük, gelin bizimle yaşayın ve terörist olmadığımıza yakından tanık olun. Biz sadece bu ülkenin Kürt yurttaşlarıyız!” |
- BİTTİ-
Yazı dizisinin ikinci bölümü: Sur’un yüzde 98’i kamulaştırılacak
Yazı dizisinin birinci bölümü: Sur halkı yaşamı yeniden kuruyor