Çatışmacılıkta sınır, kural yok
Demirel hükümetleri, 1966-67-68 koşullarında, solun 1961 anayasal, yasal kazanımlarıyla elde ettiği ekonomik, sosyal, siyasal örgütlü önlenemez yükselişini durdurmada, sağdan karşı ataklarla yürüyüşünde istediği sonuçları alamıyor.. En sert hamleler, iç dış ittifaklar eşliğinde, ele geçirilmiş kamu gücü, polis, yargı operasyonları, Türkİslam sentezli, provokasyonlar da içinde olmak üzere 1969-70’li yıllara sarkıyor..
Şükran Soner1961 Anayasası, yaşamın her alanına dönük düşünce, yasal örgütlenme yasaları ile gelen hakların açılımındaki insandan yana toplumsal patlamanın karşıtlığında, sağdan iktidar gücünün ele geçirilmesiyle yaşananlarda kuşkusuz 1950-60 süreci ile hem pek çok benzerlik hem de süreçlerin işleyişlerinde anlamlı farklılıklar var.. Bu dizinin gündemi elbet 1966 sonrasının gazetecilik tanıklıkları ile sınırlı kalmalı..
Seçim sistemleri taktikleri, anayasayı değiştirme girişimleri soldan toplumsal gelişimin hızını kesemeyince, Demirel hükümetleri adım adım ele geçirilmiş kamu, polis, yargı gücü ile Türk-İslam sentezli, giderek Sünni İslam kimliği baskın sağdan örgütlenmeler eşliğinde, 1969’a sert ittifaklar hamleleri ile giriyor.. Sıkışılan noktalarda taktik ödünler verilmiş olarak, deneyimli gelinmiş 1969 yılında; ne 1966’nın anayasa değişikliği projesi ile Diyanet’in kadrolaşmasında dokunulmazlık sağlamak gündemde ne de “Bizim 68’lilerin” bilim insanları, gençliğinin buluşmalarının eseri, değerleri ile kazanılmış üniversiteler, bilim reformuna doğrudan saldırı var.
Elbette Amerika’nın Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma taktiklerinin eşliği hamleler hiç eksilmiyor.. 1969’un şubatında, her seçim sonrası iktidar erkini kullanmada daha bir güçlenmiş Demirel iktidarının yeni taktik hamlesi; “Anayasa Nizamını Koruma Tasarısı” başlığı altında 15 Şubat günlü Cumuhuriyet’in birinci sayfasındaki yerini alıyor. 23 Şubat günlü gazetemizde ise Türk-İslam sentezli kimliği, Sünni İslam ağırlıklı olarak kaydırılmış MTTB’nin çıkış desteğinde basın hedef tahtasında.. Meclis’e verilen yasa tasarısında basın ve aşırı akımlar gerekçeli ağır cezaların getirilmesi gündemde. 141- 142-163 üzerinden cezaların artırılması öngörülüyor.
Faşizme, komünizme ve anarşiye karşı sert önlemlerden söz ediliyor. Bu arada neredeyse hemen her gün bir İstanbul üniversitelerinden, bir Ankara’ya da başka merkezlerdeki çatışma haberleri geliyor, senaryoları çok benzer..
Nasıl olabiliyorsa sözde güvenlik adına polis kordonu varken, sopası en hafif, kamalı, palalı İslamcı gençlik, üniversitelerin içine dönük baskınlar düzenleyebiliyor. Gözaltına polislerin aldıkları arasında ise nerede ise tekmili birden soldan, 68 kuşağının öğrenci liderleri var. Haberlerin en önemlilerinin kesildiği kupürlerimizin arasından, en çok 68 kuşağının üniversite reformu çalışmaları, eylem komiteleri arasında ön saflarda görev almış liderlerin bir bir isimlerinin tutuklanıp tutuklanıp, suçlanan eylemlerle ilişkilerinin kanıtlanamaması sonucu serbest bırakılmalarının haberleri var.
Saldırılarda giderek artan biçimde üniversite reformu çalışmalarına ağırlıklarını koymuş bilim insanlarının sağcı gençlerin sert saldırılarına hedef olmaları da var. Yaşananlar karşısında İstanbul ve Ankara’dan saygın pek çok bilim insanı, meslek örgütlerinin çatısı altındaki çıkışları da kapsayan biçimde provokasyon saldırılara karşı çıkışlarını dile getiren, iktidar ve polisin rolünü de ortaya koyan açıklamalarını yapmak zorunda kalıyorlar.
Değişen bir şey olmuyor. Gün gün çatışmaların şiddetinin tırmandığı eylemlerin sayısında artışlar yaşanırken çok sayıda yönetici konumunda bilim insanı fakültelerindeki görevlerinden istifa etmek noktasına geliyorlar.
İktidar, muhalefetin karşılıklı suçlamaları sıklaşırken,18 Şubat günlü Cumuhuriyet’in haberinde Demirel’in “Türkiye’yi alttan kaldırmak gerek” açıklaması ile İstanbul Üniversitesi’nde komandolar ile devrimci gençlerin çatışmasında yaralananlar haberi yan yana yer alıyor. Fakülte fakülte çatışma haberlerinin şiddetleri ile orantılı yaralı sayıları, silah kulanımındaki tırmanış ile orantılı kapatma kararları, işgallerin sonu arkası gelemiyor.
İşgallerin, üniversite kapatmalarının süreleri şiddet dozu ile tırmandıkça tırmanıyor. Öğrenci yurtları yangın yerine dönüşmüş. İşgalciler, polis yurtlara yerleşmiş, saldırıya uğrayan gençler sokaklarda..
1968’in üniversite reformu konusunda, reformcu bilim insanları ile öğrencileriyle uzlaşmış gibi yapmış yönetim organları, sorumlu rektörlerinin çoğunluğu sözlerinden çark etmiş, reformcu kadroların tasviyesi operasyonları adım adım sonuç veriyor..
İŞÇİ CEPHESİNDE İŞGALLER, DEMİRDÖKÜM DAMGASI VAR
Gerçeğini ararsak yılın başında Singer işgali, ortasında DemirDöküm, sonunda Gamak damgasını vurmuş. Ortak özelliklerin, direniş ve işgaller, çatışmalar patlamasının özüne bakmak gerekiyor. 1961 Anayasası, 63 yasaları ile gelen sendikal haklara özel sektör ilkesel karşı çıkmasa da gerçeğinde kamu sektöründeki sendikalaşmada onay, kendilerine gelince itiraz gibi bir gerçeklikle yüzleşiliyor..
Doğal ve kaçınılmaz olarak özel sektör sendikalaşmaya karşı örgüt çatıları altında da karşı çıkınca, özel sektörde sendikalaşma çabaları bir tür savaşım alanı oluyor. Zorlu sendikalaşmayı göze alabilenler, sendikalar ve işçiler olarak solda, süreç içinde Türk-İş’ten kopuşlarla da ağırlıklı DİSK çatısı altına kayışı yaşıyorlar.
Çatışmacılığın doğası gereği de çok yoğun işçi çıkarmaları, bağlantılı direnişler, çok zorlanılan sözleşme masasına oturabilme gelişmeleri yaşanıyor. Yine galiba işin doğası gereği özel sektörde sendikalaşma alanında öne çıkan fabrika bölgeleri, işçi tabanı içinden de benzer ayrışmalar dinamikler yaşanıyor.
Eyüp, Kartal yoğunlaşması özeli bir yana, aynı gecekondu bölgelerinde yaşayanların göç, akrabalık ilişkileri içinde bütünleşmeleri öbür yana. İşin içine siyasi iktidarın siyaseti, polis şiddeti karıştırıldıkça, çatışmalar, can kayıplarını bile getiriyor. Dönemin valisi, sorumlu Emniyet görevlileri başrollerde, şiddetli direnen patronlar destekli çatışmacılıklar beslendikçe besleniyor. Nasılsa en çarpıcı işçi hakları savaşımı 1970’e kayacak. En önemli, anlamlı direnişten DemirDöküm’den ilk tanıklıkları paylaşmak gerek.
Sözleşme masasında yaşanan zorluklar, arkasından günlerle süren işveren kışkırtmasında baskılar sonucu DemirDöküm’ün ilk işgal eyleminin çatışmacı sahnelerinin büyük haberi 6 Ağustos tarihli Cumhuriyet’te.
Telsizden gece yaşanmış, polis müdahalesi ile işgalin kaldırılması girişiminin sonunda yaşanan büyük çatışma sahnelerinin elbette tanığı olamadık. Kapıyı tutmuş işgalci işçilerden de çok, yolun karşısında büyük kalabalıkları oluşturmuş kadınlardan dinledik. Yerini bilmeyenler için çok dik bir gecekondu bölgesinin dibinde, dev işçi kadrosu ile büyük bir fabrikayı göz önüne getirmek gerek.
Valinin o güne ilişkin açıklamasında, günlerdir süren işgali polisin kaldırması gerektiği, işverenin isteminin bu doğrultuda olduğu bilgisi de var. Polis çok kalabalık işgali kaldırmayı denemiş ama gücü yetmemiş. Çünkü işçiler kapılarını kapatmakla yetinmişler. Dik tepelerden kadınlar ve bölgenin dayanışmacı işçileri taşlarla destek vermişler. Sonuç işçiden çok polis yaralısı. Polisin geri çekilmek zorunda kalınması.
Askerin, jandarmanın devreye girmesi ile geçici uzlaşmanın sağlanması, sonrasında işçiler askerin arabuluculuğunda varılan geçici uzlaşma ile işgali kaldıracaklardır.. Otuz aralık günlü Gamak işgali, direnişi, bir işçinin ölümü ile sonuçlanan çatışmayı da geçmek olmaz.
Yine telsizden duyup olay yerine geldiğimde, önce yaralı olduğu söylenen işçi Şerif Aygün’ün arkadan sahibi bilinmeyen polis silahından çıkan kurşunla vurulduğu haberi duyulmuştu. Polis kordonu altındaki fabrikaya girmek, başkaca bilgi almak olanağı yoktu.
Dışarda kalmış işçilerden ev adresi tutuşturulunca, kendimizi tepede bir gecekondunun içinde bulduk. Bilmeden ölüm haberini aileye ulaştıran olmuştuk. Annenin ağıtı ile ilk kez tanışmış oluyordum.
Gözyaşı fazlaca dökülmeden, aileden eve gelen her yeni bireyle paylaşılan acılı ağıtlı aslında acı haberin acısının ayakta paylaşılması sözcükleri, dayanılmaz bir acının, geleneğin, dik durma çabasının çarpıcı bir tanıklığı idi. Unutulabilmesi söz konusu değildi..
KAYSERİ’DE İRTİCA TÖS KONGRESİ’Nİ BASIYOR
9 Temmuz tarihli Cumhuriyet’ten irtica terörüne ilişkin haberlerde, çıplak soyulmuş kadının sokaklarda dolaştırılması boyutuna tırmandırılmış şiddet de var.. TÖS kongresi yapılamıyor, delegeler, yöneticiler kaçırılarak erteleniyor. TÖS Kongresi 10 Temmuz’da Ankara’da yeniden açılıyor. Orda da gerilim, olaylar yaşanıyor.
11 Temmuz günü gazetemize yönelik ilginç bir tehdit, provokasyona ilişkin çerçeveye alınmış zorunlu açıklama dönemin koşullarının aynası.. 1969’un ilk aylarından son aylarına kadar eğitimcilerin üniversitelerden ilköğretime kadar uzanan halkalar içinde, birçok haklarına dönük eylem, hak arayışı eylemlerine tanıklık ediyoruz.
Üniversitelerde her kademeden bilim insanının çatılarında toplandıkları örgütlerin çok somut eğitim ve özlük haklarına dönük eylemleri bir yanda. TÖS ve İlksen çatıları altındaki öğretmenlerin yine çok nedene dayalı, gündem öncelikleri, sorunları değişen eylem ve direnişleri diğer yanda..
Aralık ayında öğretmenlerin günlerle süren boykot haberleri haber dizileri tadında. Demirel’e verilmiş, çoklu öğretim üyeleri imzalı “irtica tehlikeli hale geldi uyarıları” yılın son günlerine damga koyan içerikleriyle dikkat çekiyorlar..
ECEVİT’İN SİYASETE KAZILAN İKİ ÖNEMLİ AÇIKLAMASI
“Toprak işleyenin, su kullananın” raporu 12 Ağustos günü yayımlanıyor. 24 Ağustos günü Doğu Anadolu’nun düzenine ilişkin raporu, “Çağdışı bozuk düzen Doğuyu yoksul bıraktı” saptamasıyla özetleniyor.
AKM’NİN AÇILIŞI
Günümüzde ustalıklı bir operasyonla dokunulmaz olması gerekirken, dokunulup geleceği meçhule terk edilmiş, Atatürk Kültür Merkezi’nin açılışı da çok zorlu gelişmeler içinde yaşanmış, 13 Nisan 1969’da açılışı bile tartışmalı, olaylı. Dönemin sokak tiyatrosu kültüründe önemli işlev yapmış Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nun eylemi de açılış içinde geniş fotoğraf kareleri ile yer almış. Bir bir dostları sevgiyle selamlıyorum..
Dönemin birden çok kültür gelişmesine, en çok da Atatürk Kültür Merkezi üzerinden tiyatroların konumlarına, hele de Şehir Tiyatroları’ndaki sanatçıların direniş ve eylemlerine değinmeden de olmuyor, sanatçılar bu kez de günümüzde virüs kuşatmalı günlerimizdeki duruşlarıyla da ülkemizin aydınlanmasındaki sanatın katkısının anlamını yüzümüze çarpmalarıyla çok etkili, anlamlı işlev yapmaktalar..
DOĞAN NADİ’NİN ÖLÜMÜ
Doğan Nadi, Nadir Nadi kardeşlerin gazete yönetiminde birlikte olmaları sürecinin de noktalanması. Cumhuriyet’ten tanıklıklar başlığı altındaki söyleşilerin içinde özel yer verildiği için, ayrıca söz söylemenin anlamı yok. 8 Ekim tarihli Cumhuriyet gazetesini paylaşarak bir kez daha saygıyla anmak, güncel tarihle kayda geçmek gerek. Hiç tanımadığı genç bir gazeteciye ilkeli sahip çıkışına sonsuz teşekkürler..
Günümüzde örneklerini görebilecek miyiz? Dünya ve ülkemizde gazetecilik yine patronajı da içinde, onurlu yerini alabilecek mi? Ülkemiz ve dünyada insandan yana bir düzene evrilme yaşanabilecek mi? Atatürk devrimciliği, Yunus Nadi, Doğan Nadi-Nadir Nadi kardeşlerin meşalesi genç kuşaklara teslim edilebilecek mi?..