Castro’lardan sonra Küba
Raul Castro devlet başkanlığı koltuğunu geçen hafta Miguel Diaz Canel’e bıraktı.
METİN YEĞİN“Sezar Galyalılar’ ı yendi. Ee tek başına mı yendi? Yanında bir aşçı olsun yok muydu?” diyordu Brecht, ezilenlerin tiyatrocusu. Yıkıcı bir aforizma. Bütün egemenlerin tarih hegemonyasını bir cümle ile tarihin o meşhur çöplüğüne gönderen. Fakat sadece burjuvaziye has bir şey olmadı bu tarih bakışı. Sol ve sosyalistler de maluldü bu perspektiften ve şimdi yeniden soruluyor: Castrolardan sonra ne olacak? Bu soruyu yakından biliyorum. Bundan önce de, Fidel Castro’dan sonra ne olacak diye geliyordu soru. Baştan söylemeliyim ki bu dediğim Küba’da hiç bir şeyin değişmeyeceği anlamına gelmiyor, tam aksine Küba’da zaten, her zaman, bir sürü şey değişti ve değişmeye devam edecek. Fidel dönemi diye adlandırabileceğiniz bir dönem yoktur. Mesela ilk dönemde Küba’nın dış politikasını, daha doğrusu devrimi sürekli kılmak için mücadeleyi “Che Guevera” belirledi. Hatta Che’nin esas etkisi, Küba devrimine katılması değil, bu devrimi, romantik olarak, ama gerçek anlamda kıvılcım olarak dünyanın her yerine taşımasındandır. Küba dış politikasını, bu yüzden biraz kaba çizgilerle de olsa üçe ayırmak doğru sayılabilir. İlki Che’den başlayarak doğrudan gerillaları ve askerleriyle dünyanın her yerinde devrimin içinde olmak, ikincisi, 1980 sonrası özellikle daha çok ideolojik bir ortaklıkla devrimin kolaylaşmasını sağlamaya çalışmak. Mesela Nikaragua, El Salvador ve Guatemala devrimci ittifaklarını örgütlemek ve uzmanlarla desteklemek. Üçüncüsüyse 1991 sonrası ise askeri bir şeye bulaşmadan, sadece devrimci bir sürece değil dünyanın her yerindeki halklarla dayanışma. Özellikle tıp doktorlarıyla dünyanın her yerinde halk sağlığını örgütlemek, mühendis ve mimarların alternatif bilgilerini paylaşmak, dünyanın her yerindeki yoksulların yanında yer almaktı.
Zorunlu olarak turizm
Ekonomide de çok farklı Fidel dönemleri yaşandı. 1963’e kadar devrimin temel hedefi ‘Toprak Reformu’ dinamiğiyle yaratılmaya çalışılan yeni ekonomi, ABD’nin 1963 “Domuzlar Körfezi” saldırısı ve ambargoyla beraber, Sovyetler Birliği ile yoğunlaşan bir ekonomiye dönüştü. 1991’ de Sovyetler Birliğinin çökmesi ile bu ekonomi yıkıldı. Hemen tam aksine başta organik tarım yöntemleriyle ürünlerin çeşitlendirilmesine çalışıldı. Özellikle halkın temel gıda ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, “Kent Tarım” ı dahil geçimlik tarıma dönüldü. Bununla birlikte ülke zorunlu olarak turizm sektörüne açıldı. Turizm halkın arasına eşitsizlik tohumları ekmesine rağmen, aç kalmaya tercih edildi. Halkın “yokluk dönemi” diye adlandırdığı bir dönemdi bu.
Kurtarıcı Chavez
Ancak Chavez ile birlikte bu derin yokluktan çıkıldı. Venezuella, Küba’nın en fazla ihtiyacı olduğu petrolü ucuz olarak verirken, Küba da buna karşılık başta halk sağlığı uzmanları, doktorlar olmak üzere, eğitilmiş insanlarını Venezuella’ya, yoksullar arasında çalışmaya gönderdi. Bu işbirliğinden doğan “Doktorlar ekonomisi” ile biraz ferahladı Küba. Raul’un başkanlığı sırasındaki ekonomik değişiklikler de Raul’un kararıyla tepeden inen bir şey değildi. Henüz devrimin başında Raul Castro ile Che Guevara arasındaki ekonomik tartışmalarda bile bu karşıt görüşler vardı. Che Sovyetler Birliğindeki ekonomik teşvikleri eleştirirken, Raul ekonominin başka türlü ayakta duramayacağını savunuyordu. Bu tartışma uzun yıllar boyunca Küba’da hep sürdü. Raul döneminde olanların düşünceleri, ne sadece o döneme ilişkindi ne de aniden ortaya çıktı. Küba dünyanın -devlet ile birlikte olabilecek- en iyi demokrasilerinden birine sahiptir ve tabii ki her zaman olduğu gibi sorunlarıyla birlikte. Fakat sadece rüzgarıyla dünyanın öte ucundaki bir ülkeyi yıkabilen ABD’nin yanıbaşında, halkın katılımcı demokrasisi gerçekleşmeden yaşayabilmesi mümkün olamazdı. Şimdi Miguel Diaz yeni Küba devlet başkanı ama unutmayın yanında aşçılar, köylüler, işçiler, doktorlar, öğretmenler filan da var...