Cannes’da son perde
Altın Palmiye yarışında öne çıkan filmleri değerlendirdik...
Emrah KolukısaCannes’da son viraj da alındı artık ve bu akşam yapılacak kapanış töreniyle ödüller de sahiplerini bulacak. Gazetemiz adına festivali takip eden Mehmet Basutçu’nun bir haftayı aşkın bir süredir yazdığı kritiklerden de anlaşılacağı gibi Pedro Almodovar, Bong Joon Ho ve Celine Sciamma gibi isimler Altın Palmiye’ye yakın duruyor. Bunlara ikişer kez Altın Palmiye’yi kazanmış Ken Loach ile Dardenne Kardeşler’i de ekleyenlerin sayısı hiç az değil. Yılın keşifleri arasında ise “Les Miserables” (“Sefiller”) ile Ladj Ly öne çıkan isim. Son günlerin filmleri arasında ise oyuncuların öne çıktığı, sinema adına kimi cüretkâr denemelerin de yakalandığı ama Altın Palmiye için çok da önemli bir adayın belirmediğini söylemek yanlış olmaz. Tabii henüz izleme fırsatı bulamadığım ve yapımcıları arasında Zeynep Atakan’ın da (Zeynofilm) bulunduğu Elia Suleiman imzalı “It Must Be Heaven”ı ayrı tutarak söylüyorum bunu.
‘3 buçuk saat’
Önceki gece 3.5 saatlik süresiyle ve 90’ların tekno ritmlerinin hâkim olduğu gürültülü müziğiyle izleyicinin tahammülünü zorlayan “Mektoub, My Love: Intermezzo” Cannes’da eleştirmenleri en çok bölen filmlerden biriydi. Azımsanmayacak sayıda izleyici filmin bitmesini (hatta kimisi, yarılanmasını) bile beklemeden salonu terk ederken, kalanlar sinir bozukluğu gülüşleriyle, şaşkınlık içinde gidip geliyordu, bitmek bilmeyen yaklaşık 3 saatlik disko sahnesi boyunca. Basın toplantısında sorulara yanıt veren filmin Tunuslu yönetmeni Abdellatif Kechiche, “Herkes benimle aynı şeyleri sevecek diye bir şey yok, bu çok korkunç olurdu. Erken çıkılmasından rahatsız değilim” diyerek durumu gayet olgunlukla karşıladığını gösterdi. Öte yandan ilk filmdeki genç oyuncu kadrosunun yanı sıra bir iki yeni genç oyuncuyu da seriye dahil eden Kechiche bu kez biçimsel olarak daha deneysel davranmış ve kendi deyişiyle, anlatının kurallarını kırarak izleyici için yeni bir deneyim hedeflemiş. Yeniliği tartışma götürür elbette ama sık sık telaffuz ettiği üzere insan bedeninin (hatta mabadının) büyüleyici bir şey olduğunu ve bunda metafizik bir güzellik bulduğunu yadsımayan Kechiche, erotizmin (hatta bir sahnede pornonun) sınırlarında gezinmeye devam ediyor yine.
‘Sibyl’
Marco Bellochio’nun Sicilya mafyasının sonunu getiren kanun kaçağı Tomasso Buscetta’ın gerçek hikâyesinden hareketle çektiği “Il Traditore” (“Hain”) özellikle başrolündeki Pierfrancesco Favino’ya bir oyuncu ödülü getirirse şaşırmamak gerek. Ayrıca Fransız kadın sinemacı Justine Triet’nin filmi “Sibyl”de başrolü üstlenen ve beklenmedik performansıyla hafızalara kazınan Virginie Efira da En İyi Kadın Oyuncu için öne çıkan adaylardan biri bence. Bu arada çok katmanlı senaryosu ve zorlu bir yapboz gibi şekillenen hikâyesi ile son günlere damgasını vuran filmlerden biri olan “Sibyl”in önemli ödüllerde adı geçecek gibi duruyor doğrusu.
‘Roubaix, Bir Işık’
Festivalde Fransa’yı temsil eden bir diğer film de Fransa’nın en yoksul bölgesi olan Roubaix’de geçen ve bir polis soruşturmasını konu edinen, yönetmenliğini Arnaud Desplechin’in üstlendiği “Roubaix, Une Lumiere” (Roubaix, Bir Işık) ise geri planda yoksulluk ve sınıfsal meselelerin yer aldığı ama yer yer melodrama göz kırpan tarzıyla çok da bekleneni veremedi kanaatimce. Lea Seydoux ve Sara Forestier’nin ikili olarak güçlü bir performans sunduğu, Roschdy Zem’in ise karşılarında tam anlamıyla denge kurucu oyunculuğuyla göz doldurduğu filmin ödüllerde çok öne çıkacağını sanmıyorum. Tabii Alejandro Gonzalez Inarritu başkanlığındaki jürinin bu akşam vereceği kararları çok da öngörmek mümkün değil. Ne de olsa burası Cannes ve burada sinema her zaman şaşırtır, çoğu kez iyi, bazen de kötü anlamda.