Canan Tan'dan 'Issız Kadınlar Sokağı'
Tolga Meriç, Canan Tan'ın "Issız Kadınlar Sokağı" adlı yeni kitabını Cumhuriyet'e değerlendirdi.
Tolga MeriçCanan Tan, “Issız Kadınlar Sokağı” adlı yeni kitabında taciz, tecavüz, şiddet mağduru kadınların öykülerini anlatırken, tanıdığımız özgün yalınlığına adeta meydan okumuş ve çok yerinde bir hissiyatla, edebiyat ya da öyküleme tekniklerini de neredeyse görünmez kılmış. Böylece, şiddetin bileşenlerini rahatsız edici ve sarsıcı bir açıklıkla görünür hale getirmiş. Şiddetin, kurgunun kendiliğinden içerdiği çekicilikten dahi nemalanmasına izin vermemiş. Kitaptaki öykü kahramanları, tarif etmesi zor bir şekilde, edebiyatın perdesini bile yırtarak, karşınıza oturtuluyorlar sanki. Ve öykülerinde şiddet neyse o olarak, eksiltip artırmadan, çarpıtıp abartmadan, aracısız, doğrudan anlatılıyor.
Kitap İstanbul’un adı sanı anılmayan uzak bir köşesine sıkışıp kalmış, kendi yağında kavrulmaya şartlanmışken verdiği cansiperane çaba sonucu tescillenmiş bir sokak adına kavuşmuş yepyeni bir adresin adıyla başlıyor: Issız Kadınlar Sokağı. Yazar, bu sokaktan yükselen sessiz çığlıklara dikkat çektikten sonra bir de tavsiyede bulunuyor: Bu sokağı yakın ya da uzak çevremizde aramaya kalkmamamızı söylüyor ve “Benzerleri dört bir yanınızda zaten,” diye ekliyor. Sonrasında, kitap boyunca, şiddeti reddetmek ve hayatlarından defetmek için mücadele ettikleri sırada, öykü kahramanlarının çoğunun yolu, bir kahve içimi için bile olsa, bu sokağa düşüyor.
Yakın geçmişte uğradığı vahşet karşısında tüm ülkenin isyan ettiği, kesilmiş boğazını elleriyle tutup son nefesini verirken küçük kızının gözlerinin önünde “Ölmek istemiyorum!” diye haykıran Emine Bulut’un anlatıldığı kitabın ilk öyküsü “Çığlık”, “Sesimizi duyan var mı?” diye başlıyor. Yirmi yıldır unutamadığımız bu cümle, ülkece şiddet depreminin yarattığı enkazın altında kaldığımızı imliyor.
Canan Tan öyküler boyunca şiddet depreminin sarsıntılarını duyururken, eğitimliyle eğitimsizin aslında nasıl da aynı fay hattında yer aldığına dikkat çekiyor. Şiddet nasıl ki edebiyatı bile kılıf olarak kullanamıyorsa bu kitapta, profesörlük, hukukçuluk ya da doktorluk gibi meslekler de payını alıyor şiddetin yazıyla soyulması eyleminden. İçten içe bildiğimiz, hissettiğimiz şu gerçeği en çıplak haliyle görüyoruz kitapta: Kadın akademisyenler, profesörler de dayak yiyebiliyor kocalarından, avukat kadınlar da. Ya da işinin erbabı doktorlar bile pekâlâ eşlerinin bedenleri üzerinde mülkiyet hakkı iddia edip psikolojik şiddet uygulayabiliyorlar. Şiddetin eğitimle ilişkisinin kesildiği kör noktayı görebilmesi için adeta aynaya bakmaya yönlendirilen okur, aslında daha çok kendi suretiyle ve geçmişiyle karşılaşıyor bu öykülerde. Şiddetin susmakla, üstünü örtmekle, yok saymakla, onu görür görmez tanıyamamakla ilişkileri üzerine düşünüyor.
Kadına şiddete alet edilmiş “ikinci kadınlar” da var kitapta, aynı şiddetin mağduru kumalar da, çareyi sığınma evinde bulanlar da. Fakat kitap şiddetin fay hattının yerel değil, evrensel olduğunun da altını çiziyor. Eğitime bakmadığı gibi, ülkelerin gelişmişliklerine de bakmıyor şiddet. Kimi zaman kıskançlığı bahane ediyor kendine, kimi zaman sözüm ona ahlakı, kimi zaman ekonomik şartları, kimi zaman da kadının erkekten daha başarılı olmasını. Bunları bulamadığı yerde, şiddet bahane bile aramıyor kendine, ilkel ve baş etmesi güç bir güdüye dönüşüyor. Yok yere var olabiliyor ve kadını daima yok yere yok ediyor.
Kitabın cinsiyetsiz tek kahramanı, aşkın kendisi. “Aşk Cinayeti” adlı öyküde dile gelen bu kahraman, okura kırmadan tutunması için uzatılmış narin bir dal gibi.
Issız Kadınlar Sokağı / Canan Tan / Doğan Kitap / 144 s. / 27 TL