Cameron'ın zorlu sınavı
David Cameron’ın önünde zorlu bir sınav var. Hem AB’yi, hem ülke içindeki AB karşıtlarını ikna etmek; hem olası bir referandumu kazanmak hem de partisini bir arada tutmak zorunda.
selin giritAvrupa Birliği’nin Başkanı Donald Tusk, İngiltere’yle aralarında aylardır süren pazarlığın ilk somut neticesini, Başbakan David Cameron’a yazdığı mektubu Twitter hesabından bu sözlerle duyurdu.
Küçük bir kelime oyunu. Shakespeare’e gönderme, onun aracılığıyla İngiltere’ye güzelleme. Bir jest şüphesiz. Ama İngiltere’de bu sıralar birçok kişi Hamlet’ten bir diğer repliği hatırlıyor gibi: “Çürüyen bir şey var Danimarka Krallığı’nda...”
İngiltere’de geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerle beklenmedik şekilde tek başına iktidara gelen Muhafazakar Parti’nin seçim vaatlerinden biri, ülkenin Avrupa Birliği üyeliğini yeniden müzakere etmekti. Sonra da konuyu halk oylamasına götürmek. Kasım ayından bu yana yapılan pazarlıkların nihai hedefi işte bu.
Aslında “İngiltere Avrupa Birliği’ne üye olmaya devam etmeli mi?” sorusu ülke seçmeni açısından kulağa gayet aşina. Çünkü konu yıllardır, yoğunluğu değişken olmakla birlikte, gündemde. İngiltere’nin “ne seninle ne sensiz” diye bir çırpıda özetlenebilecek kırk küsür yıllık inişli çıkışlı Avrupa Birliği hikayesini bilenler için de zaten bir sürpriz yok.
Sil baştan 1975
Kimileri için bu biraz tarihin garip bir tekerrürü gibi. Sil baştan 1975, diyenler var mesela. İngiltere’nin o zaman adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan birliğe üye olmasından yalnızca iki yıl sonra, üyelik konusunu referanduma taşıdığını hatırlatarak... Sonuç yine aynı mı çıkar? Bilmek şu an için imkansız.
Margaret Thatcher’ın 1979’da “Paramı geri istiyorum!” haykırışı, dört yıl süren çetin pazarlıklar sonucu istediğini alması, İngiltere’nin birliğin bütçesine yaptığı katkıların bir bölümünü geri ödemelerle hanesine yazması da akıllarda. Cameron pazarlık masasında bir Thatcher olabilir mi? Söylemek için erken.
İngiltere bugün Avrupa Birliği’yle özel bir ilişkiye sahip sayılı üye ülkeden biri. Ortak para biriminin kullanıldığı Euro bölgesine üye değil. AB dışından seyahatlere tek vizeyle imkan tanıyan Schengen bölgesinin de dışında. Ama hükümet, bu kadar ayrıcalık yeterli değil, diyor.
Sterlin korunsun
Örneğin, Avrupa Birliği’nin üye ülkeler arasında daha fazla siyasi entegrasyonla bir “süper devlet” haline dönüşmesi hedefinden İngiltere’nin muaf tutulmasını, bunun anlaşmalarla kayıtlara düşülmesini istiyor. Euro’nun AB’nin tek para birimi olmadığı açıkça tanımlansın, İngiliz sterlini korunsun, diyor. Yunanistan gibi başı derde giren Euro bölgesi ülkelerinin imdadına ben koşmayayım, istiyor. Bu sonuncusuna Brüksel şimdilik temkinli yaklaşıyor.
Hükümet AB üyesi ülkelerden İngiltere’ye gelenlerin sosyal yardımlara öyle hemen ulaşmasını da istemiyor. Önce ülke ekonomisine bir dört yıl katkı yapsınlar, diyor. Ayrıca İngiltere’de yaşayan göçmenler geride bıraktıkları ülkelerine para yollayamasın, çocuk yardımı yapamasınlar diye bir talebi de var. Brüksel buna da itiraz ediyor.
Bir de masada “kırmızı kart” seçeneği bulunuyor. Aslında bu ilk etapta İngiltere, Avrupa Komisyonu tarafından önerilen ancak kendisinin istemediği yasa tasarılarına kırmızı kart çıkarabilsin, veto etme hakkına sahip olsun diye düşünülen bir tedbirdi. Pazarlıklar sonucu ise çetrefilli bir hal aldı. Şimdi ancak üye ülkelerin parlamentolarının yüzde 55’i hep birlikte hayır derse veto söz konusu olabilecek.
Herkes memnun değil
Mevzu karışık. Pazarlıklar nihai aşamaya gelmiş değil. Donald Tusk’ın mektubuna, AB’nin önerilerine son hal iki hafta sonraki liderler zirvesinde verilecek. Ama David Cameron şimdiden kamuoyunu ikna etme çabasına girişti bile. Biz AB’den gerekli tavizleri aldık, referandumda da birlikte kalmaktan yana oy kullanmamız lazım, diyor.
Ancak ülkedeki Avrupa Birliği karşıtları, Cameron’ın pazarlık masasındaki performansından memnun değil. Hani yeni bir AB anlaşması yapacaktık, hani bazı yetkileri Brüksel’den geri alacaktık, hani sınırlarımızı kendimiz kontrol edecektik diye itiraz ediyorlar.
Muhafazakar Parti içinde de Cameron’a isyan bayrağı açılması ihtimali söz konusu. Belki dört-beş bakan, muhalif başka vekillerle birlikte “Avrupa Birliği’ne hayır” kampanyasını parti içinde başlatırlar deniliyor.
Ne kadar iyi yüzüyor?
Şimdi David Cameron’ın önünde zorlu bir sınav var. Hem Avrupa Birliği’ni, hem tüm üye ülkelerin liderlerini, hem ülke içindeki Avrupa Birliği karşıtlarını ikna etmek; hem Haziran’da yapılması olası bir referandumu kazanmak hem de partisini muhaliflere rağmen bir arada tutmak zorunda.
BBC’nin ağır topu, en çok dinlenen, siyaset çevrelerinde en etkin görülen radyo programı Today’in sunucusu şöyle diyor:
“David Cameron bir satıcıyı andırıyor şimdi. Aynı malı, bambaşka şeyler isteyen iki grup müşteriye pazarlamaya çalışıyor. Bir grup, AB’nin 27 diğer ülkesi. Her şeyi suya düşürebilirler. Diğer grup ise Muhafazakar Parti içindeki muhalifler. Onlar ise Cameron’ı suya düşürebilir.”
İngiltere-AB ilişkilerini şu anda tayin edecek kilit soru belki de şu o zaman: Cameron yüzmeyi ne kadar iyi biliyor