Çalışmama hakkı nasıl kazanılır? Kathi Weeks yanıtlıyor: “Çalışma Sorunu”
Kathi Weeks, “Çalışma Sorunu”nda, çalışmanın ya da ücretli emeğin içkin bir toplumsal ve politik iyi olduğu önkabulüne cesaretle kafa tutuyor. Marksist ve feminist eleştiri çizgisini izleyen Weeks, insanların acımasızca istihdam ilişkilerine bağımlı olmadan da üretken ve yaratıcı olmalarına imkan sağlayan bir çalışma-sonrası toplum önermesi kaleme alıyor. Pınar Doğru değerlendirdi...
Cumhuriyet Kitap EkiYeni dünya düzeni tüm haksızlıkları, eşitsizlikleri ve kötülükleri normalleştirme anafikri üzerinde kurulu. Nerede, nasıl, hangi şartlar altında çalışacağına dair söz hakkı kısıtlı veya hiç bulunmayan çalışanların kendilerini çalışmaya mecbur hissetmesinin pek çok nedeni var; gizlice onay verdiğimiz toplumsal sözleşme, karşılanmayı bekleyen temel ihtiyaçlar kadar aidiyet ihtiyacı, sosyal çevreye katılma isteği, terfi veya zamdan kaynaklanan kısa süreli başarı gibi. Çalışmanın sağladığı bireysel tatmin kapitalizmin çarkını döndürür, işe yarama duygusu sömürülen özneyi kandırır. Üretilen nesneler bolluğunda tüketimin sınırsızlığı, satın almanın kısıtlılığı, öte yandan arzunun sonsuz kere kılık değiştirmesi çalışana hem üretici hem tüketici olarak sürekli yer değiştirdiği bir kimlik verir.
Yaşamın tek gayesi çalışmak, çalışmak, çalışmaktır pek çoğumuz için. Peki, Kathi Weeks bu konuda ne diyor? Çalışma karşıtı söylemler, Weber'in dini inançlar ile kapitalist düzenin tarihsel gelişimi arasındaki ilişkiyi gösteren savını tanıtlıyor mu, yadsıyor mu? Feminist argümanlar çalışma sorunlarıyla ilişkili hangi önerilerde bulunuyor? Çalışmama hakkımız var mı ya da böyle bir hakkı elde etmemiz nasıl mümkün olur?
DAHA İYİ VE DAHA AZ ÇALIŞMAK
Protestanlık insanların özdisiplinli, üretken olmaları gerektiğini salık vererek “dünyasal işleri organize etmenin” yöntemlerinin geliştirilmesinde başı çekti bugüne dek. Bu püriten etik insanoğluna dünyanın daha işlevsel nasıl kullanılacağına dair gayrî insani, eşitliksiz bir düzen kurmayı öğretti; özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da kapitalizmle birlikte gelişen çalışma etiğinin temel amaçlarını belirledi. Neden çalıştığını sorgulamayan, daha fazlası için çalışmak mecburiyetinde hisseden bireyler yarattı. Daha fazlasını kazanmak adına çok daha fazlasını vermek zorunda kalan bireyler. Çalışmak zorunda olduğumuzu hissettiğimiz için çalıştığımızı söylüyor Weeks ve çalışmaya istekli olduğumuz için çalıştığımızı öne sürüyor. Bu “isteğin” altında yatan nedenlerin ne kadarı bize ait ne kadarı başka söylemlerden temellük edilmiş tek tek anlatıyor. Çalışma karşıtı bir sav geliştirmekten ziyade adil çalışma koşullarını araştırmanın peşine düşmüş Weeks. Çalışma etiğine karşı çıkarken hedefin daha az mı daha iyi koşullarda çalışmak mı olduğunu sorguluyor. Hem daha az çalışmanın hem de daha iyi koşullarda çalışmanın mümkün olduğunu söyleyen Muirhead'e kulak vermemizi öneriyor.
Çalışma alanları özgür olmadığımız yerler aslında. Çalışma şartlarının kamulaştırılması, radikal bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Daha fazla söz sahibi olmak, çalışma saatleri ve koşullarımızı bizim belirleyeceğimiz bir düzenin oluşturulmasına ilişkin neler yapılabileceğini nesnel bir bakış açısıyla gerçekçi söylemlerle dile getiriyor Çalışma Sorunu adlı yapıtında. Emek hiyerarşisinin bir ucunda “aşırı değer biçilen çalışma” öteki ucunda ise “değersizleştirilen çalışma” bulunduğunu ve çalışanın çalışmaya istekliliğinin de onun çalışma kapasitesinin bir göstergesi olduğunu söylüyor yazar. Toplumsal cinsiyet bağlamında kadınların çalışma yaşamlarındaki rolünü ve konumunu feminist kuramlar çerçevesinde inceleyen yazar, pembe yakalı ücretli emeğin, örneğin bakım ve seks işçiliğinin de çalışma etiğini irdeliyor. Dalla Costa ve James gibi yazarlar, ailenin toplumsal bir üretim alanı olduğunu ileri sürerek kadınların ev içi çalışmaları için ücret talep etmeleri gerektiğini söylüyor. Her iki yazar da çalışmayı yüceltmeyen, kutsamayan argümanlara sahip. Ev içi emeği “çalışma” olarak adlandırmak onu yükseltmek anlamına gelmiyor, “onu reddetmeye yönelik ilk adım” olarak tavsiye ediliyor.
Çalışma hem bireyselleşme hem topluma katılma hem maddi bağımsızlık kazanma hem tüketiciye dönüşme gibi pek çok kısır döngüye sokuyor herkesi. Çalışma alanlarının hiyerarşik ilişkisi bireyi gönüllü olarak komuta ve kontrol zincirine dâhil ediyor. Uzmanlaşma arttıkça üst kademelere geçen birey, tabi olan kişi değil buyuran kişi statüsüne hak kazanıyor. “Kariyer yapmak” ifadesiyle tanımlanan ve bireysel niteliklerin geliştirilmesiyle beraber statü kazanma olarak özetleyebileceğimiz bu süreç, püriten bir çağrıyla bir ödev gibi gösterilen çalışma sürecine insanları daha bağımlı hale getiriyor aslında. Bağımlılık zorunluluğa dönüşüyor, çalışmayan kişi ayıplanıp dışlanıyor. Çalışma denilen köleliğe bu şekilde saygınlık kazandırılıyor. Peki, Marksizm çalışma koşullarını nasıl düzenlemeyi öneriyor? “Çalışma gününü kısaltılması temek önkoşuldur” diyen Marx'la kapitalizmin tek çaresinin daha çok çalışma değil, daha iyi çalışma olduğunu söyleyen Fromm arasındaki fikirsel benzerlikler ve zıt düştüğü noktalar ne? Baudrillard'ın ileri sürdüğü gibi “Sistemin kendini durmadan rasyonelleştirdiği bir dünyada iktidarı ve muhalefetin aynı anda sanallaşmasına yol açan bireyselleştirilmiş çalışma ve toplumsal rekabet düzeni içerisinde emeğin değerini nasıl tayin edeceğiz?”, “Eşit tüketim kadar eşit üretim hakkı için neler yapılabilir?” ve ayrıca “Çalışma reddedilebilir mi?” sorularını cevaplıyor aslında Kathi Weeks. Jean Marie Vincent'ın dediği gibi “Sorun basitçe üretimin özgürleştirilmesi değildir, onu tüm toplumsal faaliyetlerin ve bireysel eylemin ağırlık merkezi olarak ele almayı bırakarak insanlığın da bizatihi üretimden özgürleştirilmedir.”
ÜRETKEN OLMA EZBERİ
Sınıf bilinci kazanmamış işçi emeğinin karşılığını aldığını düşünmez de kendisine bağış yaptığını sandığı işverenine şükran duyar. Emeğinin sömürüldüğünden habersiz el pençe divan durur işverenin karşısında. Çalışmak onun yüksek refah düzeyine sahip bir hayatı sürdürmek için değil sadece ve sadece kendisinin ve ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılamak için zaruri. Peki, çalışmayı reddetme düzeyinde bilinçlenen bir işçi için işyaşamından radikal bir kopuş işverenine kuru bir veda mı? Otonomist düşünce için ret hem çalışmanın kapitalist örgütlenmesine karşı bir mücadele hem bir kendine değer biçme sürecidir Negri'ye göre ve kişiye “icat gücü” verir. “Çalışma ve otoritenin reddi ya da gönüllü köleliğin gerçekten reddi, özgürleştirici politikanın başlangıcıdır” der Hardt ve Negri. Modernleşme ve Hümanist Marksizmin tersine, Negri çalışmanın reddinde sadece sömürü ve yabancılaşmaya karşı çıkmanın değil aynı zamanda bir özgürlük ölçüsünün de bulunduğunu söyler. Weeks, bu durumda Virnon'nun bakış açısına dikkat çekiyor: “Çalışmanın reddi gizil zenginliğimizi, bir olasılıklar bolluğunu temel alır.”
Üretken olmak kapitalizmin bize ezberletmeye çalıştığı ahlaki bir erdem hatta zorunluluk. İnsanlığımızın, modernliğimizin göstergesi sayılan çalışma bizi kendimizden uzaklaştıran, sanal tatmin sağlayan ancak köleliğimizi muştulayan bir tür bağlılık. Gönüllü olduğumuz yanılgısıyla durmadan ifa ettiğimiz bir görev alanı çalışmak. Paul Lafargue tembelliğin faziletlerini sıraladığı o ünlü eseri Tembellik Hakkı'nda “Fabrikada on saat çalışmak için kapitalistlere yapışmak proleterlerin kafasına sokulmuştur” diyor. Ona göre çalışma dayatılmamalı, yasaklanmalı. Bu, özgürleştirici politikaların başlangıcı, kişinin kendini yeniden inşası, özgün yaratıcılığa geçiştir.
Çalışma Sorunu/ Kathi Weeks/ Çeviren: Tamer Tosun/ Ayrıntı Yayınları/ 336 s.