Çalışan anneler vicdan azabı çekmemeli!
KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak çalışan annelerin vicdan azabı çekmeden, çocukları ile nasıl sağlıklı bir ilişki kurabileceklerini anlatıyor.
cumhuriyet.com.trÇalışan annelerin en önemli sorunlarından biri çocuklarını gündüz bir aile büyüğü veya bakıcıya emanet etmek zorunda olmalarıdır. Pek çok anne bu nedenle çocuğu ile yeteri kadar ilgilenemediğini düşünümekte ve vicdan azabı çekmekte. Oysa birçok araştırma çalışan annelerin zamanlarını daha iyi planlayabildiklerini ve çocukları ile daha iyi zaman geçirebildiklerini gösteriyor. KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak çalışan annelerin vicdan azabı çekmeden, çocukları ile nasıl sağlıklı bir ilişki kurabileceklerini anlatıyor.
www.bebek.com sitesinde yayınlanan habere göre, günümüzün yaşam koşulları ne yazık ki anneleri büyük heveslerle dünyaya getirdikleri bebeklerini bir noktada güvendikleri bir aile büyüğüne ya da bir bakıcıya bırakarak çalışma hayatına dönmeye mecbur bırakmakta. Kariyer anlamında yaşanan zorlukların yanı sıra belki de anneleri en çok zorlayan meselelerden biri iş ve ev hayatı arasında denge kurmaya çalışırken çocuklarına arzu ettiklerinden çok daha az vakit ayırabilmeleri ve beraberinde gelen suçluluk hisleri ile vicdan azabı. En büyük zorluk ise belki de birçoğunun önünde daha önce kendileri gibi hem çalışıp hem de annelik yapmış olan anne modellerinin pek fazla olmayışı.
Çocuk ile bakımı üstlenen kişi arasında sevgi dolu bir ilişki olmalı!
Ancak her ne kadar çalışmaya devam etmek ya da evde kalmak anneler için büyük bir ikilem yaratsa da araştırmaların hem fikir olduğu sonuç sağlıklı bir psikolojik gelişim için önemli olanın çocuk ile bakım veren kişi (ör: anne, anneanne, babaanne, bakıcı, vb.) arasında sevgi dolu, ihtiyaçların karşılandığı ve süreklilik arz eden doyurucu bir ilişkinin var olması olduğudur.
Doğumdan itibaren annenin zihni ve yaşamı bir süreliğine sadece bebeği ve bebeğinin bakımı ile meşguldür ki bu da anne ve bebek arasında güvenli bağın oluşumu ve bebeğin ihtiyaçlarının birebir karşılanması, hayatta kalabilmesi için elzemdir. Bu dönemde anne bebeğinin ağlamasından, çıkardığı seslerden, bakışından ihtiyaçlarını anlar ve ilk zamanlar hem fiziksel hem de duygusal ihtiyaçları açısından kendisine bağımlı olan bebeğinden başka bir şey düşünemez haldedir. Bu durum bebeğin psikolojik gelişimi için olmazsa olmaz meşguliyetlerden biridir anne için. Ancak zamanla annenin de zihni bebeği dışında başka şeylerle meşgul olmaya başlar (ör: eşiyle ilgilenmek, iş yaşamına yönelmek vb.) ki bu da bebeğin anneden ayrılabilmesi, ayrışabilmesi, dış dünyayı keşfedebilmesi ve bireyselleşebilmesi için çok önemli bir aşamadır. Bu noktada bebeğin yeni gelişen becerilerinin desteklenmesi, anne dışında var olan dış dünyayı keşfedebilmesi ve tanıyabilmesi için cesaretlenmesi, anneden ayrışabilmesine yardımcı olunması psikolojik gelişimi açısından kritik bir önem taşır.
Çocukla ne kadar zaman değil, ne kadar 'Kaliteli Zaman' geçirdiğiniz önemli!
Ancak birçok toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da ne yazık ki iyi anne olmak zamanın ve hem fiziksel hem de zihinsel enerjinin hemen hemen hepsini çocuğuna ayırmak olarak algılanmaktadır. Hâlbuki sağlıklı çocuk gelişimi için önemli olan fiziksel birlikteliğin süresinden çok içeriği ve duygusal anlamda doyuruculuğudur. Bu bağlamda aynı evde sabahtan akşama kadar bir arada bulunmak yerine “kaliteli zaman” olarak da sıkça adlandırılan, gün içerisinde sadece anne ve çocuğun dünyada sanki başka hiç kimse yokmuşçasına ilişki kurdukları, çocuğun ihtiyaçlarına ve isteklerine odaklı bir yarım saat geçirmeleri çok daha doyurucudur. Benzer şekilde çocuğa gereğinden ve ihtiyaç duyduğundan fazla yemek yedirmek de ne yazık ki iyi anneliğin bir ön koşulu gibi algılanmakta, duygusal ve ilişkisel anlamdaki doyuruculuk bu noktada fiziksel doyum ile karıştırılmaktadır. Çalışan annelerin çocukları ile geçiremediği zamanların açlığını farkında olmadan onları fazla yedirmeye çalışarak kapatmaya çalışmaları ve fiziksel anlamda aç kalmalarını çocuklarının gelişimleri anlamında önemli bir endişe kaynağı haline getirmeleri de ne yazık ki sıklıkla görülen bir yanılsamadır. Unutulmamalıdır ki büyümek ve sağlıklı gelişmek fiziksel olduğu kadar duygusal doyumu da beraberinde gerektirir.
İlginçtir ki son yıllarda yapılan birçok araştırma ev hanımı olan annelerin çocukları ile geçirdikleri kaliteli zamanın çalışan annelere oranla çok daha az olduğunu göstermektedir. Bunun olası sebeplerinden biri birçok sorumluluğu aynı anda yerine getirmeye çabası içinde olan çalışan annelerin zamanlarını ev hanımlarına göre daha iyi planlamak zorunda olmaları, bu nedenle de çocukları ile geçirebilecekleri kısıtlı vakitlerini daha kaliteli yaşamaya çalışmaları olabilir. Ancak tüm bu veriler dahi çalışan annelerin suçluluk hislerine engel olmakta yetersiz kalmaktadır.
Çalışan anneler 'Hayır' kelimesini kullanmaktan kaçınıyor!
Çalışan annelerin bu hisler ve vicdan azabı ile düştükleri tuzaklardan biri çocuklarının sevgilerini kaybetmelerine sebep olacağına inandıkları “hayır” kelimesini kullanmaktan kaçınmaktır. “Hayır” demek ne yazık ki çalışan anneler tarafından çocuğun ilgi ve sevginin yanı sıra isteklerinden de mahrum bırakılması şeklinde yorumlanabilmekte, böylelikle sevgi ve sınır koyma arasındaki denge kolayca bozulabilmektedir. Birçok çalışan anne görüşülemeyen zamanın ve yeterince gösterilemediğine inanılan ilgi ve sevgi açığının çocuğun tüm isteklerini fazlasıyla yerine getirerek kapatılacağı şeklinde yanlış bir inanış geliştirirler. Ancak sağlıklı bir çocuk yetiştirmenin en temel kuralı çocuklara isteklerini erteleyebilmeyi öğretmek, dolayısıyla uygun olmayan zamanlarda hayır diyerek onları sınırlayabilmektir. Aksi takdirde çocuk her zaman daha fazlasını ister. Suçluluk duygusuyla hiçbir kayıp yaşatılmamaya çalışılan bu çocuklar her istediklerinin gerçek olduğu gerçek dışı bir yaşam yaşamaya başlarlar ki ev dışında çeşitli kısıtlamaların olduğu ve bu kısıtlamalar ile kuralların tutarlı bir şekilde uygulandığı ortamlar bu çocuklar için bir kâbus haline dönüşebilir. Örneğin bu çocukların özellikle okula başladıklarında ciddi engellenmeler ve sınırlamalar karşısında büyük oranda uyum sorunları yaşamaları kaçınılmazdır; çünkü ne okul ne de dış dünya tıpkı ebeveynleri gibi onların ayakları önünde eğilmeyecektir.
Kendini iyi hissetmeyen anne çocuğu ile kaliteli bir ilişki kuramaz!
Çok sık yapılan kayıp zamanı telafi çabalarının içerisinde annenin her boş vaktini çocuğuyla birlikte geçirmeye çalışması sayılabilir. Çünkü annelik fedakârlık, kendinden özveride bulunmak ve çocuğunu her şeyden önde görmek demek olarak algılanmaktadır. Bu noktada anneler kendilerinin de iyi hissetmeye ihtiyaçları olduğunu ve her diğer yetişkin gibi kendine özgü birçok ihtiyacı (örneğin arkadaşlarla sosyalleşmek, biraz yalnız kalmak, eşiyle baş başa kalmak vb.) olabileceğini unutmaktalar. Kaldı ki kendini ve tüm vaktini çocuklarına ayıran annelerin de zamanla bunaldığı, çocukları ile ilişkilerini bir “iyi annelik görevi” gibi gönülsüz şekilde sürdürdükleri görülmektedir ki bunun iki taraf için de faydası olmayacağı açıktır. Kendisi iyi hissetmeyen bir annenin çocuğu ile kuracağı ilişkinin kalitesi de ne yazık ki o oranda kısıtlı olacaktır. Bu noktada hatırlamak gerekir ki uçaklarda yaşanan acil durumlarda dahi ebeveynlere çocuklarından önce oksijen maskelerini kendilerine takmaları beklenir.
Çalışmayan anneler daha depresif olabiliyor!
Son yıllarda giderek artan sayıda annenin özellikle maddi sebeplerden ötürü iş hayatına geri dönmek durumunda kaldığı göz önünde bulundurulduğunda merak edilen en önemli nokta anne-çocuk ilişkisini en çok etkileyen faktörün ne olduğudur. Araştırmalar en temel faktörün annenin çalışıyor olmasıyla ilgili hisleriyle nasıl başa çıktığı olduğunu göstermektedir. Anne, çalışıyor olmak ve çocuğunun gündüz bakımını bir başkasına devretmek ve onunla görece daha az vakit geçirmekten ötürü yaşadığı kaygı ile ne kadar iyi baş ederse bu ayrılık ve yaşanan kayıp durumunu da çocuğu ile ilişkisinde o kadar iyi yönettiği görülmektedir. Birçok araştırma ve var olan gelişim teorileri annenin çalışıyor olmasından ziyade annenin bu konumu ve durumunun kendisinde yarattığı stres ve kaygı ile baş etme derecesini ve içine girdiği yanlış davranış kalıplarının çocuğuyla ilişkisini ve çocuğunun gelişimini etkileyen esas faktörler olduğunu göstermektedir. Özellikle annelerin çalışıyor olmalarından duydukları tatmin ve bu rollerinin eşleri tarafından desteklenmesinin annenin genel iyilik hali ve dolayısıyla çocuğuyla ilişkisinde daha olumlu bir hava oluşturduğu görülmektedir. Yani mesele çalışmaktan çok annenin bu konuyla ilgili hisleri ile nasıl başa çıktığıdır. Araştırmalar part-time çalışan annelerin çalışmayan annelere oranla daha az depresif şikayetler yaşadıklarını ve genel sağlık durumlarının daha iyi olduğunu, full-time çalışanlara oranla ise daha az ev ve iş arasında denge kurmakta zorlandıklarını göstermektedir. Buna ek olarak aslında çalışmayı arzu eden ancak evde kalan annelerle yapılan birçok çalışma ise bu annelerde depresif duygudurumunun sıklıkla gözlemlendiğini bildirmektedir.
Çocukların en temel ihtiyacı sevgi ve ilgidir!
Çocukların en temel ihtiyaçları sevgi, ilgi ve ihtiyaçlarının görüldüğü, anlaşıldığı sıcak, güvenli ve tutarlı ilişkilerdir. Sağlıklı gelişimleri için ise en temel mesele birlikte geçirilen süreden çok çocuğun sevildiğini, önemli ve değerli olduğunu hissetmesidir. Kendi sağlığını, ihtiyaçlarını ve mutluluğunu en az çocuğu kadar gözeten, çalışma yaşamıyla ilgili kaygıları ile başa çıkabilen, çocukları ile kısıtlı da olsa doyurucu ve kaliteli zamanlar geçirebilen anneler bu gelişime en güzel şekilde destekleyeceklerdir.