Çağnam Erkmen'den 'Öl'

Çağnam Erkmen’in “Aniden ve Hepsi Birden “ ile “Yok” isimli öykü kitaplarının ardından gelen ilk romanı “Öl”, sekiz arkadaşın çıktığı bir zaman yolculuğu âdeta.

Sevgi Özdemir

Kadın kanonu
 
Yakın arkadaşlar arasındaki sırların veya birbirine karşı hissedilenlerin üstünün sonsuza kadar örtülü kalma ihtimali var mı? Bunu ikinci bir soru izleyebilir: İki ve daha fazla insanın konuşmaya başladığı ya da bir ortamda masaya yatırdığı sırların herhangi bir gizi kalır mı?
Üstünde konuşulmadan duranların, dile getirilenlere göre insanın içini daha fazla kemirdiği, kişiye rahatsızlık verdiği ve tersin düzün birbirine karıştığı anda resmen sökün ettiğine hayatımızın bir noktasında rastlamışızdır. Ayrıca bir meselenin şoke edici olması için gizli kapaklı kalması da gerekmez. Ona dair bir şeyler söylensin yeter. İşte Çağnam Erkmen, ilk romanı Öl’de dile gelen ve getirilenlerden hareketle yakın arkadaş olan sekiz kadının birbiriyle ilişkisine odaklanıyor.
 
EVET VE HAYIR ARASINDA 

Erkmen’in romanındaki sekiz kadın karakter, çıktığı kısa yaz tatilinde deyim yerindeyse yaşamlarını uzun uzun masaya yatırıp anlatmaya başlıyor. Hemen belirtmek lazım, argo hitaplarda bulunabilecek kadar birbirini tanıyan, huyunu suyunu bilen kırk yıllık arkadaşlardan bahsediyoruz. “Yaşarken kâbus sandıkları, sonradan anlatıp anlatıp güldükleri” hatıralara sahipler.

Bu sekiz kadın, baktıkları aynaları birbirinin yüzüne çevirmekte de son derece başarılı. Yani hiçbir şekilde ağzını korkak alıştırmıyorlar. Evlilik, aşk, cinsellik ve erkeklere yaklaşımlarıyla ilgili her şeyi konuşabiliyorlar. Ama buradan, birbirlerinin her görüşüne katıldıkları veya birbirlerine sonsuz güven besledikleri gibi bir anlam çıkmasın. Aralarındaki diyaloglardan bazıları sahtelikleri ayıklama bazıları da hakikatleri belirginleştirme üzerine kurulu. Zihinlerin savaşı da diyebiliriz buna benliklerin üstün gelme uğraşı da. Duruma göre değişiyor.

Erkmen’in karşı karşıya getirdiği kadınların bir arzusu da her şeye rağmen ayakta ve hayatta kalmak. Sürekli yükselen diyalogların nedeni biraz da bu. Vasatlığı reddeden “hayır”la vasatlığı süsleyen “evet”ler arasında yaşadıkları savruluşun kaynağında yine yaşama isteği var. Bu, özellikle anlatıcı için geçerli.

Sekiz kişilik grup içinde, “suç ortaklığına dayanan” sağlam arkadaşlıklar da var bağlılığı kuvvetlendiren anarşizm ruhu da. İçlerinden bazılarının kelimeleri silah bile olabiliyor. İlişkilerinin diriliği de bundan kaynaklanıyor. Hatta “gerçek arkadaşlık bizimkisi, pisliklerimiz net ve şeffaf” ifadesi bu diriliği kanıtlar nitelikte.
 
CESARET SİMÜLASYONU” 

Sekiz kadının kısa yaz tatilinin uzun yanı, bitmek tükenmek bilmeyen konuşma ve bazen araya giren suskunluklar. Bildiğimiz anlamda ve kimi zaman da ondan ayrılan dedikodu kaçamağı, geçmişe ve bugüne dair pek çok şeyin üstünden geçilmesine de yardım ediyor. Bir zamanlar tapılanların gözden düşmesi, eskiden nükte kabul edilenlerin şimdilerde can sıkması...
Erkmen’in karakterlerinde yarattığı geriye dönüp bakma ihtiyacı, aynı zamanda bir denklem meydana getiriyor. Bu denklem ise onların, konuştukça derinleşen ya da sığılığı fark edilen konulara girip çıkmasına neden oluyor. Aslolan ise gerçekler: “Uğraşmaya değmez denen bir eşik var. Faydanın tersine dönebileceği bıçak sırtı. Bir çeşit antrenman bütün ilişkiler. Bir sonraki erkek için hazırlanma, bir sonraki aşama için zırhlanma, süslenme, yedek duygular biriktirme, oyalanma...” Bu yapıp etmeler, askıda yaşanan zamanları çağrıştırıyor. O anlarda söylenenler de sessizlikler de gayet anlamlı ve manidar. Sözcükler, kadın kanonunun vahşiliğinin göstergesi oluyor. O kanon, anıları restore edip sevilecek hale sokuyor bazen. Hikâye değişse de çekilen filmi yıllar sonra yeniden beyaz perdeye taşımaya benziyor bu hareket; eksiklikler tamamlanıyor, fazlalıklar tıraşlanıyor ya da çıkıntılar budanıyor. Tam anlamıyla “cesaret simülasyonu” veya bir tür tedavi. Ancak bütün bu büyüyü bozan bir şey var: Mutlak, hatta onca bilinene rağmen muammalarla gidiş.

Kitap boyunca süren konuşma ve suskunlukları bir bütün halinde düşününce Erkmen’in bazen kendisini saklayan bazen de ortalığa saçan karakterlerinin asıl sorununun zaman olduğu meydana çıkıyor. Doğum ve ölüm arasındaki o çizgi, kısacık tatilin en ağır konusu. Hepsinin ötesinde, zamanın neyle ve nasıl doldurulduğu ya da boşa alındığı...  

Erkmen, Köyceğiz’e tatile gönderdiği sekiz kadını zamanın dışına çıkarıyor; zamanı paranteze alıyor bir bakıma fakat orada konuşulanlar hep zamanla ilgili. Öl’ün ikircikli yapısı da burada. Çemberin dışına dört günlüğüne de olsa çıkan karakterler aslında tam ortasına düşüp içinde bulundukları doğada kendilerini sorguluyor.

Ölümün gözlerini üzerine diktiğini hisseden ve rakamsal verilerin karakterleri bir an olsun yalnız bırakmadığı romanda, sınırları zorlayan ve hatta birbirini tanımanın verdiği cesaretle o sınırları kaldıran kadınlar, Erkmen’in okura vermek istediği mesajı da iletiyor: Bu kadınlarla aynı fikirde olmayabilir, dahası onları sevmeyebilirsiniz. Ancak anlattıkları ve tartıştıklarına kulak kabartmalısınız çünkü onlar sizden de bir parça taşıyor.

Erkmen, bu mesajı verirken zamanın insanı yontan, yaralayan ve eğiten yanını öne çıkarıyor. Tam bir sürükleniş halindeki insana örnek olarak yaratılmış karakterler yazarınkiler. O sürükleniş sırasında hazlar, yaşanmamışlıklar, denk gelişler, hastalıklar, ölüm korkusu ve erkek fahişeler sahne alıyor. Umutsuzluk ile sırtındaki yükleri boşaltıp rahatlama arasında gidip gelen sekiz kadın ve onlara eklenen yardımcı oyuncular, romanı karmaşanın hüküm sürdüğü ama oradan da düzenin türediği bir zemine oturtuyor. Huzurun sarstığı, gizemin mutlu ettiği bir karmaşa yaratmış Erkmen.

Romanın odağına yerleştirdiği sekiz kadınla “bilindik” ve erkekler tarafından “kadın muhabbeti” denen şeyin ötesine geçen Erkmen, bir yüzleşme kurgusu oluşturmuş. Karşılaşılanlar ise öyle basit sorunlar veya konular değil. Her biri, çok kolay biçimde aşağılık kompleksi yaratabilecek ya da benliği örseleyebilecek türden meseleler. Bu nedenle bir yandan ölümün yarattığı ciddi hava, öte yandan sorunları çözüp veya en azından tartışmaya açıp yaşamaya uğraşma çabası romanda belirgin biçimde hissediliyor. Diyalogların ve eylemlerin belli anlarda rayından çıkmasına neden olan da bu. Tabii bir de işleyen saatin tik taklarından, ilerleyen takvimin verdiği tedirginlikten bahsetmek gerek. İşte onlar da Erkmen’in sayfalara kondurduğu sayısal veriler.

Sekiz kadının ne kadar tamamlamaya uğraşsa da eksik kalan tarafı, zamanın ellerinden almaya çalıştığı ve ona karşı direnişiyle şekillenen hayat. Bildikleriyle bildiklerini sandıklarının dengesi ve dengesizliği üzerinden ilerleyen Erkmen, hayattan kesitlere, acı parçalara ve onlara karşı koymanın kendisi haline gelen umutla sarıp sarmaladığı bir romana imza atmış.    
 
Öl / Çağnam Erkmen / Doğan Kitap / 232 s.