Çağlar Çabuk'tan 'Solu-Can'

Çağlar Çabuk, “Solu-Can”da, çift cinsiyetli bir hayvan üzerinden toplumsal cinsiyet kodlarını irdeliyor. Kitap; çocukluktan başlayıp yaşamın sonuna kadar devam eden, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine bir eleştiri getiriyor. Çabuk ile kitabını ve cinsiyet eşitsizliğini konuştuk.

Reyyan Bayar

‘Erkeklik ölmüyor, öldürüyor’
 
- Yapılan araştırmalara göre Türkiye, cinsiyet eşitsizliği konusunda makasın hayli açık olduğu bir ülke. Konuyu farklı boyutlarıyla ele alan bir yazar ve bir kadın olarak yorumunuz ne olur?

- Maalesef bu bir gerçek. Türkiye cinsiyet eşitsizliği açısından 140 ülke arasında 131. sırada. (2014’te 142 ülke arasında 125. idi). Bu durumun LGBTİ konusunda çok daha kötü olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı? Kadınlara eşit oy hakkının 1934’te (Fransa, İtalya, İsviçre’den önce) tanındığı ve 1961’den bu yana cinsiyet eşitliğinin Anayasa’da açıkça belirtildiği bir ülke olarak nasıl oldu da bu konuda böyle geriledik? Bunun nedenlerini ve nasıl düzeltilebileceğini hiçbir popülist bahanenin arkasına saklanmadan açık açık tartışmak zorundayız. Solu-Can’da bunu yapmaya çalıştım.
 
“VERİYİ RAPOR KURULUĞUNDAN ÇIKARMAK İSTEDİM”

- Toplumsal cinsiyet kodlarını bir hayvan temelinde irdeleme fikriniz nasıl gelişti? Kitabın oluşum süreci nasıldı?

- Çocukluğumuzdan beri zihnimize kazınmış cinsiyetçi alışkanlıklardan sıyrılmak için çift cinsiyetli ve yakından tanıdığımız bir canlıyı örnek almak, önyargıların arkasına dolanabilmekte çok yardımcı oldu. Çünkü solucan nasıl ne erkek ne dişi; hem erkek hem dişi ise insan toplumu da öyle değil mi? Birinden birinin eksikliği toplumun devamını nasıl imkânsız hâle getirecekse birinden birinin diğerine oranla zayıf ve korumasız olması da aynı oranda zayıflatıyor, bütüne zarar veriyor. Çekin tüm kadınları çalışma hayatından, eve kapatın, bakın ne hâle geliyor o toplum...
Kitaplarımın herkes tarafından rahatça okunabilmesini hedefliyorum. Tabii o konudaki gerçekleri anlatmak için yer yer istatistiklere de ihtiyaç var, temel sosyolojik bilgilere de. Güçlük, bu bilgileri bir rapor kuruluğundan kurtarıp kolayca izlenebilecek bir şekilde sunmada. Solu-Can diyaloglarından hareketle her konuya girmek çok daha kolaylaştı.
-Mobing olgusuna yöneldiğiniz bir kitap da mevcut: ‘Sıfıra Sıfır, Elde Var Mobing’. Toplumsal cinsiyet kodları ile mobing arasında nasıl bir ilişki var sizce?
- Evet, mobing ana çalışma alanlarımdan. Bu alanda her iki yılda bir de Türkiye’de mobingle mücadelenin ne durumda olduğunu anlamak amacıyla bir anket yaparak yayınlanmasını sağlıyorum. Toplumsal cinsiyet kodları mobingin tek ya da en önemli belirleyicisi değil. Zira mobing, cins mins tanımıyor. Erkeklerden erkeklere, kadınlardan kadınlara ya da çapraz kulvarlarda olabildiği gibi tek tek ya da topluca, yukarıdan aşağı ya da aşağıdan yukarıya da olabiliyor. Ancak cinsel taleplere karşılık bulamamak mobing nedenlerinden önemli biri olarak ortaya çıkabiliyor. Unutmayalım ki mobing psikolojik tacizi içeren bir süreci kapsar ancak her taciz mobing değildir.
 
“CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ ARTIYOR”

-Sosyal alandaki cinsiyet eşitsizliği bağlamında bugünün dünyasını nasıl görüyorsunuz?

- Ne yazık ki dünyadaki genel durumun pek parlak olduğunu da söyleyemeyiz. 2017 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre, dünya çapında yürütülen kampanyalara rağmen bu alanda ilerleme değil, gerileme gözleniyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 140 ülkede yaptığı araştırmaya göre, dünyada cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için 100 yıl geçmesi gerekecek. 2016’da yapılan aynı çalışma 83 yıl gerektiğinin söylüyordu. Kadınlarla erkeklerin eşit iş için eşit ücret alabilmesi için 2016’da 170 yıl geçmesi gerektiği hesaplanmıştı. 2017’de bu süre 217 yıla çıktı. 2018 istatistiklerinin daha beter olacağından korkuyorum doğrusu.

- Kitapta birçok şarkı ve film önerisinin yanı sıra dünya tarihinden, ülkenin yakın tarihine varıncaya dek cinsiyet rolleri hakkında pek çok örnek sunuyorsunuz. Toplumun bu rolleri böylesine benimsemesi ve sürdürmesi nasıl bir derinliği/ altyapıyı işaret ediyor bize?

- Bu sorunuzun yanıtını bize dışarıdan bakan bir gözle; Solu-Can’ın bakışıyla anlatarak okuyucunun kendisine ayna tutmasına yardımcı olmaya çalıştım. Taa ilkokul kitaplarımızdaki ilk insanlar çizimlerinden başlıyor. Bir mağarada erkek duvara av resmi çiziyor, kadın az ötede yemek pişiriyor, çocuklar da yerde bir şeyler oynuyor... Böyle miydi gerçek? Çekirdek bir aile ve erkek-kadın iş bölümü hep böyle miydi? Daha açık sorayım: Böyle gelmiş, böyle gider diye düşündüğümüz, babamızdan-dedemizden böyle gördüğümüzü tekrarladığımız ataerkil toplum yapısı, acaba insanlık geçmişinin kaçta kaçını kaplıyor? Ondan önce nasıldı ve ne kadar süre ile öyleydi? Neden ve nasıl değişti? Şimdiki yapı hiç değişmiyor mu? Değişiyorsa ne yöne doğru? Bu soruların yanıtlarını deştikçe biz de birey olarak nerden gelip nereye gittiğimizi daha doğru biçimde kavrayabiliriz. Ondan sonra bu doğruları yaşamımıza yansıtıp yansıtmamak kendimize kalmış.

- Kitap, toplumsal cinsiyet odaklı bir çerçeve çizse de bu konuyla sınırlı kalmıyor. Değindiğiniz militarist söylem, ırkçılık ve her alanda “öteki”leştirme ile cinsiyetçilik arasında nasıl bir geri besleme var? Ya da bir geri besleme var mı?

- “Geri besleme” sözü hayli zarif kalıyor. Bu saydığınız unsurlar birbirini doğrudan ve açıktan açığa besleyip büyütüyor. Eğer tarihe sosyoloji gözüyle değil de “yiğit Türkler” ve “kahpe düşmanlar” mantığıyla ve “Biz Erkek Milletiz” yaklaşımıyla bakarsanız “Birinci Dünya Savaşında yenilmedik, müttefiklerimiz yenildiği için mağlup sayıldık” gibi muhteşem sonuçlara varmak işten bile değil. Eh, “Erkek millet”in bir ferdi de, sadece savaşta değil, barışta da erkek olduğuna göre, bu erkekliğini kadınlar üstünde göstermek zorunda. Aksi takdirde “Erkeklik öldü mü?” suçlaması hazır bekliyor. Erkeklik -aynı kadınlık gibi- tabii ki ölmez, zaten biri ölürse diğeri de ölür, üreyemeyiz. Erkeklik ölmüyor, ölmüyor ama maalesef öldürüyor. 2017’de 341 kadın öldürüldü, 2018’in ilk 100 gününde 83 kadın, biz bu konuşmayı yaparken 143 kadın... (http://www.anitsayac.com)

Solu-Can / Çağlar Çabuk / Ceres Yayınları / 144 s.