Buz pistine damlayan kan!
Tonya Harding’in hayat öyküsünü anlatan ‘I, Tonya’, artistik patinaj dünyasında yaşanan en büyük skandalın perde arkasını konu ediniyor
Emrah KolukısaTam da 2018 Kış Olimpiyatları’nın başladığı haftada vizyona giren ve şu günlerde heyecanla izlenen Artistik Patinaj müsabakalarıyla eşzamanlı olarak izleme fırsatı bulabileceğiniz “I, Tonya” yaklaşık 25 yıl önce yaşanmış gerçek bir olaydan hareketle çekilmiş bir film. Yaşı tutanlar ve konuya ilgi duyanlar hatırlayacaktır mutlaka, 1994 Lillehammer Kış Olimpiyatları öncesinde ABD’li buz patenci Nancy Kerrigan bir adamın saldırısına uğramış ve dizinden sakatlanmıştı. Sonradan bu kriminal olayın arkasında en büyük rakibi Tonya Harding’in kocası Jeff Gillooly ile onun koruması Shawn Eckhardt’ın olduğu anlaşılmış ve bu olay Amerikan spor tarihinin en büyük skandallarından biri olarak kayıtlara geçmişti. İşte yönetmenliğini Craig Gillespie’nin yaptığı, başrollerini Margot Robbie, Sebastian Stan ve Allison Janney’in paylaştığı “I, Tonya” bu olay ekseninde, üç farklı ağızdan Tonya Harding’in hayat öyküsünü anlatıyor.
Çoğu spor filminde olduğu gibi insanın bireysel varoluş mücadelesinin konu edildiği “I, Tonya”yı diğerlerinden farklı kılan en önemli özellik ele aldığı kişiye ve anlattığı olaylara karşı geliştirdiği mesafeli, yargıdan uzak tavrı. Gerçi yargıdan uzak derken, özellikle tam bir ‘canavar’ gibi resmedilen Tonya’nın annesi Lavona (Allison Janney, Oscar’ın Yardımcı Kadın Oyuncu dalındaki en büyük favorisi) izleyicinin nefret duygularını harekete geçiriyor ve bu kadarı da olmaz dedirtiyor ama hem filmin sonundaki gerçek görüntülerden aslında bir hayli tutarlı bir portre sunulduğunu anlıyoruz hem de kimi sahnelerde onun motivasyonundaki görece ‘iyi niyetli’ çekirdeği hissedip az da olsa empati duyabiliyoruz. Tabii sonra yine olmadık bir şey yapıp bizi bu empati kırıntısından arındırana dek! Filmin mesafeli yapısı ise aslında tamamen senaryodan kaynaklanan ve en hararetli sahnelerin (örneğin kocasının Tonya’yı dövdüğü sahneler) ardından Tonya’nın dördüncü duvarı kırarak izleyiciye doğrudan konuştuğu anlar sayesinde oluyor. Bu anlar tam da bir yabancılaştırma efekti oluşturuyor ve izleyeni bir şekilde sıcak duygusal alandan uzaklaştırıp serinkanlı bir bakışa zorluyor. Katharsis yok, arınma yok, unutma yok. Brecht görse gözleri yaşarırdı.
Bir spor efsanesi
Yine de kimi anlarda izleyiciye bir boşalma, bir duygulanma alanı da tanımış “I, Tonya”. Neden derseniz, Tonya Harding spor tarihinde resmi bir müsabakada üçlü Axel dönüşünü deneyip tamamlayabilen ilk ABD’li kadın sporcu (dünyadaki ikinci) ve bu müthiş başarıyı izleyip de heyecanlanmamak, bu dugulanımı izleyiciden çekip almak haksızlık olurdu doğrusu. Nitekim yönetmen bu atlayışı sadece Margot Robbie’nin canlandırışıyla vermekle yetinmemiş ve filmin sonuna aynı anın bir de gerçeğini koyarak bu hazzı ikiye katlamış. Tabii bu filmle En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar’a aday olan Margot Robbie’nin eski bir buz hokeyi oyuncusu olmasının ne kadar önemli bir avantaj olduğunu da belirtmek gerek. Sadece o da değil, Gillespie tam da Nancy Kerrigan saldırısından üç ay önce Tonya Harding ile bir reklam filmi çekmiş ve keza filmde steadicam operatörü olarak çalışan Dana Morris de paten kaymayı biliyormuş. Tüm bu tecrübeler bir araya gelince de filmin olağanüstü paten sahneleri çıkmış ortaya. Kader kısmet böyle bir şey...
Son bir şey: Filmde sık sık gördüğümüz bir şey var: Tonya Harding tüm yeteneğine, tüm azmine ve tüm hırsına rağmen bir türlü hakemlerden hakkı olan puanları alamıyor. Bunun da Tonya’nın sınıfsal konumundan (işçi sınıfından gelme bir aileye mensup Tonya), kıyafetlerinin yeterince “alımlı” olmamasından ve nihayet erdemli bir Amerikan ailesinden olmayışından kaynaklandığını görüyoruz. Bunu bir hakemin ağzından duyduğunda hayatının en esaslı tokadını yiyen Tonya’nın (ki ne tokatlar yemiştir kocasından, hatta ne bıçaklar annesinden) yüzündeki ifade meseleyi o denli güzel özetliyor ki, daha fazla konuşmaya gerek yok aslında.