'Büyüyoruz da...' N'oluyoruz?

cumhuriyet.com.tr

Sorunu kim, ne zaman getirecek gündeme merakla bekliyordum. Çok gecikmedi. Ulusal bir bankamızın genel müdürü açıkça sormuş: “Büyüyoruz da neremiz, hangi yönümüz büyüyor?”

Konu, son bir yılda 20 milyar TL kâr eden Bankacılık Sektörü değil, ülkemizin genel durumu; daha da özgül olarak, çağdaşlık sürecinin “nicelik-nitelik” ikilemi. Sayı ve yüzdelerle ifade edilen nicel büyümeler kolayca değerlendirilse de, nesnel birimleri olmayan, sayısal işlemlere elvermeyen nitel değişmeler tartışmaya açıktır. Mutluluklar, yakınmalar, övgüler ve yergiler doğrudan ölçülemez. Bireylerin, grupların öznel / kişisel görüşlerine başvurulur: “Toplumun şu kadarı durumu şöyle görüyor, kendini böyle hissediyor” vb gibi.

Sözgelişi 53 ülkede yapılan “Umut ve Umutsuzluk” araştırmasının Times gazetesindeki yorumuna göre: Fransızlar, gezegenimizin en umutsuz insanları imiş; 2011 yılının en umutlu ülkesi ise açlık, yoksulluk ve çatışmalarla boğuşan Nijerya! Daha da çarpıcı bir bulguya göre, Afgan savaşçıları işgalci Amerikalılardan; Iraklı komşularımız da Batı dünyasından daha “mutlu” olduklarını dile getirmişler. Cumhuriyet, haberi “Umut fakirin ekmeği” olarak verdi. Tüketilen ekmek miktarı ve fiyatı nicel / nesnel bir gösterge olsa da; “umut ve mutluluk” zamana, topluma ve kişiye göre değişebilen nitel / öznel ve duygusal değerlerdir. Aralarında sanki ters bir ilişki var: Biri yükselirken öteki düşüyor.

Başarılı yönetici sorguluyor: Kişisel “neremiz”den çok, belki de toplumsal “neyimiz”? Ekmeğimiz mi, umudumuz mu? Yılda ortalama 10 bin dolar (15 bin TL) kazanan yurttaşımız, dünya metropolü İstanbul’da nasıl yaşayabilir? Büyüme ölçüsü nicel mi nitel mi? Ekonomik mi olsun ekolojik mi?

Sorun gündemde olsa da güncel değil, süreğen. Endüstri Devrimi’nin başından beri tartışmalı. Ayırdına varmak gerekli ama hiç kolay değil. Okul, öğretmen, öğrenci ve dershane sayıları eğitimimizin, doktor ve hastane sayıları sağlığımızın, radyo-TV kanalları bilim ve bilişimimizin, Diyanet hizmetleri iman ve ahlakımızın, kolluk ve milli savunma bütçeleri güvenliğimizin, borçlar ya da cari açıklar ekonomimizin, milyonluk dava dosyaları adaletin, tutuklu ve hükümlüler yargının, giyim ve moda endüstrileri estetik duygularımızın gelişmesini gösterir mi?

Değişme, büyüme, gelişme -“yabancılaşma” sorunlarına yol açan- semantik kavramlardır. Sürekli araştırılmasına karşın, sosyal değişimin -büyüme ya da küçülmenin nicel ya da nitel- güvenli bir yolu yordamı henüz bulunamamıştır. Küresel büyüme zordu, küçülmesi daha da zor.

Örnek aldığımız, yetişmeye, geçmeye çalıştığımız “gelişmiş” toplumlar, iç ve dış türlü savaşlarla gelmişler bu düzeye. Güçlerini belki koruyorlar ama mutlu ve umutlu görünmüyorlar.

Dünyanın güncel sorunu: “Ne yapmalı?” Bu sütunlarda (16 Aralık’ta) sormuştum: Büyüme mi yaşam mı? Hangisini sürdürelim? Yaşamın sürdürülemediği küçük bir gezegende, sınırsız büyümenin geçerli bir gerekçesi olabilir mi? Çağdaş teknoloji sınırsız dünya hayalinden kurtulup bilge tarımcıların “sınırlı nimetler” dünyasına sığınırken, biz ne yapalım? Mutlu ve umutlu olmak için ülkemizin güçlüler tarafından işgal edilmesini ya da bölünmesini mi bekleyelim? Ya da atalarımız Osmanlı mücahitleri gibi, din-inanç uğruna, karanlık savaş alanlarına İslam dininin barış ve huzur vaat eden aydınlığını mı götürelim?

Doğrusu bilemiyorum. Kesin inançlılar dışında, her köşe başında bir bilen bulunduğunu sanmıyorum. Yazımın sonunda “Bir anlık tefekkürü (düşünmeyi) hayat boyu ibadete değer sayan” bir özdeyişi hatırlıyorum. Hele bir düşünelim: N’oluyoruz?