Büyükada mağduru Günal Kurşun: Ajanlık iddiası ciddi maharet
Büyükada’da tutuklanıp 113 gün cezaevinde kalan ceza hukukçusu Günal Kurşun, “Türkiye’yi demokratik ülke zannediyordum” dedi.
Seyhan AvşarKHK ile Çukurova Üniversitesi’nden ihraç edilen, İnsan Hakları Gündemi Derneği Yönetim Kurulu üyesi avukat Günal Kurşun, 5 Temmuz'da Büyükada'da yapılan operasyonda 8 insan hakları savunucusuyla beraber, gözaltına alınıp tutuklandı. 113 günlük esaretin ardından geçtiğimiz hafta özgürlüğüne kavuştu. Kurşun, daha önce defalarca kez katıldığı insan hakları toplantısından casusluk, ajanlık ve vatan hainliği hikayesi çıkartabilmesinin maharet istediğini ifade etti. Özgürlüğünün ilk günlerini ise 21 aylık oğlu Ali Berk ile geçirdiğini söyleyen Kurşun, ‘’Cezaevinde oğlumun kokusunu unuttuğumu fark ettiğimde çok zor anlar yaşadım. Oğluma çok özlem duydum. Cezaevine girdiğimde oğlum birkaç kelime konuşabiliyordu. Yokluğumda, ‘Baba’ dışında başka kelime söylememiş. Annesine bile 'Baba' diye sesleniyor. Rüyalarımda ise sevdiklerim hep yanımdaydı" dedi. Günal Kurşun cezaevi günlerini ve yaşadıklarını gazetemize anlattı.
-Böyle bir operasyon ile karşılaşacağınız aklınıza gelir miydi?
Elbette aklıma gelmezdi. Zaman zaman antidemokratik uygulamalar olsa da, Türkiye'nin hala demokratik bir ülke olduğunu zannediyordum. Daha önce onlarcasına katıldığım, tamamen teknik içerikli bir insan hakları toplantısından bir casusluk, ajanlık ve vatan hainliği hikayesi çıkartabilmek gerçekten maharet istiyor. Baskın sırasında endişelendim, çünkü polisin eski Türkiye’yi akla getiren, son derece sert bir tavrı vardı. İlk 30 saat tamamen izole edildik. Ailelerimize, arkadaşlarımıza ya da avukatlarımıza ulaşmamız engellendi. Neyle suçlandığımızı, neden gözaltına alındığımızı bilmeden bekledik.
-Daha önce hiç cezaevine girmiş miydiniz?
Hayır, girmemiştim. Ben ceza hukuku akademisyeniyim. Daha çok meselenin teorik tarafıyla ilgiliyim. Ancak bu süreç ilk elden izleyebildiğim bir pratik oldu benim için. Başından sonuna, yıllardır derste anlattığım konuların, pratikte nasıl işlediğini yaşayarak görmüş oldum. Türkiye açısından bu işlerin öyle kitaplarda yazıldığı gibi işlemediğini biliyordum. Ama bu kadarını da beklemiyordum doğrusu. Diğer taraftan, infaz mevzuatını bilmenin avantajlarını da yaşadım tabi. Hukukçu olmanın getirisi herhalde, hukuken meselenin nasıl gelişeceğini öngörebiliyordum. Ama çok ilginç bir tecrübe oldu.
-Yandaş basının sizlerle ilgili attıkları başlıkları görünce neler düşündünüz?
Ne yalan söyleyeyim, onlara acıdım. O gazeteler ve okurlarına çok acıdım. Yazık, o okudukları şeylerin doğru olmadığını bilebilseler üzülürler miydi acaba diye düşündüm. Dünyada er geç açığa çıkan gerçekten güçlü hiçbir şey yok.
-Umutsuzluğa hiç kapıldınız mı?
Dışarıda harika dostlarım, beni destekleyen öğrencilerim, meslektaşlarım ve tüm dünyadaki insan hakları savunucularının desteği varken umutsuzluğa kapılmaya imkan yoktu. Bir gün mutlaka oradan çıkacağımı biliyordum, çünkü olay başlı başına bir saçmalıktı. Avukat meslektaşlarımın ve hak savunucularının çabası umudumu arttırıyordu. Bir sabaha kalkıp gazetede bizim için toplanan bir milyon imzanın Adalet Bakanlığı’na iletildiğini ya da 28 Hollywood ünlüsünün Türkiye Büyükelçiliği’ne ‘Doğru yapmıyorsunuz, insan hakları savunucularını haksız yere tutmayın’ mesajını okuyunca daha da umutlanıyorsunuz. Tabi o arada Türkiye’nin kaybolmakta olan saygınlığını da görünce üzülüyorsunuz.
'Rüyalarımda sevdiklerimin yanındaydım'
-Cezaevi günleriniz nasıl geçti?
Girdiğim ilk günden başlayarak bir program uyguladım. Mesele, bir bisiklet gibi yola devam etmekte. Yavaş ya da hızlı önemli değil. Ama durursam düşebileceğimi biliyordum. Bu nedenle hep içinde mücadele olan bir şeyler yapmaya dikkat ettim. Silivri’de kaldığım 70 iş gününde cezaevi yönetimine 202 dilekçe yazmışım. Cezaevi kütüphanesindeki korsan kitapların envanter dışına çıkarılmasından, hiç yakın akrabası bulunmayan ve aile görüşünden yararlanamayan arkadaşım İdil Eser ile görüşebilmeye, birlikte gözaltına alındığımız arkadaşlarımla aynı odada kalma talebinden, çamaşırlarımın cezaevi çamaşırhanesinde yıkattırılmasını talep etmeye kadar çeşitli konularda. Hepsinin kaydını tuttum. Bazen günde 10-12 saat kitap okuyordum. 113 günde 77 kitap okudum. Bunların ikisi gözaltında kaldığımız Terörle Mücadele'nin nezarethanesinde okuduğum Murakami’den Uyku ve Umberto Eco’dan Baudolino. O şartlar altında bu kitapları okuduğumu ben bile inanamadım. Ama edebiyatın gerçekten iyileştirici bir yönü var. Son iki ay aksatsam da, günde 100 şınav, 100 mekikten oluşan bir spor programım vardı. İki kişi kalmaya başlayınca top aldık. Oda arkadaşım Furkan ile voleybol ve futbol maçlarımız başladı. Oğluma bir masal kitabı yazdım, yakında çıkar. Bir de senelerdir planlayıp yapamadığım şeyi yaptım. Yüksek lisans tezime bir bölüm ekleyerek yayına hazır hale getirdim. Bir de sır vereyim, bol bol hayal kurdum. Gözlerimi kapatınca Brüksel’e gidip midye yiyordum ya da Yeni Delhi’de Cayna tapınağını ziyaret ediyordum. Rüyalarımda da sevdiklerimin yanındaydım. Psikolojik olarak kendimi koruduğumu düşünüyorum.
'Oğlumun kokusunu unuttum'
-Cezaevinde üzüldüğünüz ya da sevindiğiniz anlardan bahseder misiniz?
Bir olay dışında çok bunaldığım hiç olmadı. Bize uygulanan rejime göre avukat görüşlerim haftada bir saat ile sınırlandırılmıştı. Onda da yanınızda bir infaz koruma memuru otururken ve tüm görüşme sesli görüntülü kayda alınırken size teslim edilen ya da avukatınıza vereceğiniz bir yazıyı yüksek sesle okumak durumundasınız. Bu bir saatlik süreyi de çeşitli bahanelerle kısaltıyorlar zaten. Doğum günüm aynı zamanda bayrama denk geliyordu. Avukatım Çanakkale’deki Adalet Kurultayı dolayısıyla o hafta görüşe gelemeyeceğini, ama mutlaka bir başka meslektaşın ziyaretini ayarlayacağını bir önceki hafta söyledi. Şartlanıp doğum günü ve bayram kutlamaları beklediğim görüşe hiç kimse gelmedi. Bu, öyle bir ortamda 15 gün izole olmak anlamına geliyor. Bir sonraki görüşmede hiç de hak etmediği halde avukatım, çok değerli meslektaşım Av.Hülya Gülbahar’a yüklendim. Yani gelmeyen yerine gelene kızdım. Sonra telafi etmeye çalıştım. Bu vesileyle bana olan desteği ve inancı için ona çok teşekkür ederim. Hakkını ödeyebileceğimi zannetmiyorum. Sevdiklerimden haber alınca çok mutlu oldum. Ama birkaç defa, özellikle oğlumun kokusunu unuttuğumu fark ettiğimde zor anlar yaşadım. Bunun masalını da yazdım: Oğlunun kokusunu unutan at. Orada sevinmek için çok az fırsat çıkıyor. Bir keresinde Ahmet Şık ve Kadri Gürsel'i koridorda gördüm. Onları mahkemeye götürüyorlar. Konuşmak yasak tabi, Ahmet ile gözlerimizi kırpıp selamlaştık. Oradaki son haftamda artık görüş yasakları kalktığından biraz daha rahat ortamda avukat görüşü yapabiliyorken yanımdaki kabinlerde Akın Atalay ve Ahmet Şık ile çok kısa konuşabildim. Bana şans dilediler ve tahliye oldum. Diliyorum onlar da en kısa sürede aramızda olacaklar ve biz Silivri’de yarım bıraktığımız sohbeti tamamlayabileceğiz. Ayda bir açık görüşte oğlumu koklamanın dışında en mutlu olduğum an ise uzaktan bizim hak savunucuları ekibinden arkadaşım Veli’yi görünce yaşadığım duyguydu.
'Tahliyemi beklemiyordum'
-Tahliye kararınız okununca neler hissettiniz?
Doğrusu ilk duruşmada beklemiyordum. Beni ziyarete gelen CHP milletvekili dostlara da söylediğim gibi, hiç kimsenin rehinesi ya da pazarlık nesnesi olmak istemiyordum. Elbette büyük bir yanlış yapılmıştı. Ama havuz medyasında haftalar süren o kirli iftira kampanyasından sonra bu kadar hızlı dönmelerine şaşırdım, ki aslında şaşırmamak lazım.
-Özgürlüğünüzün ilk günlerinde neler yapıyorsunuz ?
5 gündür 21 aylık oğlum Ali Berk ile birlikteyiz. Beni çok özlemiş, ben de onu çok özledim. Kucağımdan hiç inmiyor ve her fırsatta sarılıyoruz. İlk gece üzerimde uyudu. İndirmedim. Ben girdiğimde birkaç kelime konuşabiliyordu. Yokluğumda, 'Baba' dışında başka kelime telaffuz etmediğini söylediler. Annesine bile baba diyor. Onunla kısa sürede ayrı kalmanın açığını kapatacağız diye düşünüyorum. Herkesin çocuğu kendisi için özeldir mutlaka, ama geldiğinden beri Ali Berk ile benim çok bağlı bir ilişkimiz var. Cezaevindeyken onun bir kare fotoğrafına bakmam aydınlanmam için yetiyordu. Onun geleceği için, bu süreci en az zarar ile atlatmam gerektiğine kendimi inandırmıştım. Zaten her ne yapıyorsak, çocuklarımızın geleceği için yapmıyor muyuz? Bari onlar aydın ve çağdaş bir Türkiye’de yaşayabilsinler.
'Özgürlük indekslerinde çoğu Afrika ve Asya ülkesinin altındayız'
-İnsan hakları konusunda Türkiye'de bir geriye gidiş var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Moda deyimle, 'Zamanın ruhu' böyle. Sadece Türkiye’de değil dünyada da geriye gidiş var. İnsan hakları mücadelesi hep böyle oluyor. Ama zor zamanlarda sağlam durunca arkasından kazanımlar geliyor. Yine de Türkiye’nin insan hakları konusunda indiği seviyeyi görünce üzülmemek elde değil. Özgürlük indekslerinde çoğu Afrika ve Asya ülkesinin altına inmiş durumdayız. Olağanüstü halin uzatılması da hiçbir pozitif kazanıma izin vermiyor. Ama bu günlerin geçeceğine inanıyorum.