"Büyük hikayelerin zamanı geçti"
Altın Portakal ve Berlin Film Festivali’nin ardından dün gösterime giren Mavi Dalga’yı Kayan ile birlikte yöneten Dadak, “Biz artık büyük hikayelerin anlatıldığı filmlerin zamanının geçtiğini düşünüyoruz biraz da” diyor.
Ayşegül Özbek / CumhuriyetMerve Kayan ve Zeynep Dadak’ın ilk uzun metrajlı filmleri “Mavi Dalga”, Berlin Film Festivali’ndeki macerasının ardından Türkiye’de gösterime girdi. 2005’ten beri birlikte çalışan ikili, Balıkesir’de geçen bir gençlik ve büyüme hikayesi anlatıyor.
Lise sondaki Deniz’in (Ayris Alptekin) sınav, arkadaş, aile, ilk aşk bunalımları üzerinden taşranın çıkışsızlığını da izlediğimiz film, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden ilk film, senaryo ve kurgu ödülleriyle dönmüştü.
Filmin oyuncularının çoğunun 90 kuşağı olmasından yola çıkarak filmin tarihsel olarak farklı bir yerde durduğunu belirten Kayan, “Bu senaryoyu Gezi olduktan sonra yazsaydık bambaşka olurdu ya da hiç yazmazdık... Belki de karakterimiz başka hayaller kuruyor olurdu” diyor.
- İkiniz de pek çok kez Berlin Film Festivali’nde bulundunuz. Bir yönetmen olarak ilk kez katılmak nasıl bir duyguydu?
Zeynep Dadak - Berlin bir sinefil için cennet gibi. Öncelikli amacın film seyretmek olduğu, insanların bilet için günlerce kuyrukta beklediği bir festival. O nedenle bir yönetmenin hayalindeki yer. 1200 kişilik salonda gösteriliyor filminiz ve o salon tıka basa dolu. Özellikle son dönemde Emek Sineması’nı da kaybedişimizin ardından filmlerimizi gösterebileceğimiz büyük ve ruhu olan salonların kalmaması çok üzücü.
- Bize taşrada geçen bir büyüme hikayesi sunuyorsunuz Mavi Dalga’da. Büyümeyle birlikte taşrada olmanın verdiği çıkışsızlık, hiçbir şeyin değişmemesi de ön planda. Senaryoyu nasıl oluşturdunuz?
Merve Kayan - Senaryoyu yazmadan önce filmin hikayesini yazdık. İkimiz de küçük şehirlerde büyümüş insanlar olarak taşrada büyümenin nasıl bir şey olduğunu biliyoruz. Bunun gençlik hikayesi olduğuna karar verdikten sonra da bu konunun üzerine gittik.
Aslında gençlik filmi olması, bir janr filmi olduğunu gösteriyor. Yazarken hem bir janr filmi yaptığınızın farkında olarak yazıyorsunuz, ama bir yandan da bunun sizi bir yerlere hapsetmemesine çalışıyorsunuz. İkisinin arasında gidip gelmek bizim için ilginç bir deneyimdi.
ZD - Kıstırılma meselesi önemliydi bizim için. Orada kalmak, oradan çıkamamak, çıkışsızlık... Yani taşra deyince de gençlik deyince de akla ilk gelen şeyler. Özellikle optimist bir film yapmayı hedeflemedik, ama çıkışsız bir film yapmayı da istemedik.
- Kısa filminiz “Bu Sahilde”de de ayrıntılr ve an’larda saklıydı çoğu şey. Mavi Dalga da biraz böyle...
MK - Belli bir zaman diliminin nasıl geçtiğinden yola çıkıyoruz. Mesela yaz tatili ya da ‘bir hikayenin bir seneye yayılması nasıl bir şey?’ gibi sorular sorarak başlıyoruz. Zamanın insanın üzerinde bıraktığı belli hisler var.
‘Bu Sahilde’ filminde olduğu gibi gözlem ikimiz için de önemli. Önce anlatmak istediğimiz atmosferi, dünyayı kurup hikayeyi de bunun içinde şekillendiriyoruz.
ZD - Bizim için dramatik bir dünya yaratmanın kökeni, izlenimlerden oluşan bir atmosfer yaratmak. Yani bir senaryo yazarken yalnızca kelimelere dökmüyoruz, o sahnenin sesini de yazıyoruz. O sahnede masanın üzerinde duracak dekor parçasını da bazen yazıyoruz.
Biz artık her anlamda büyük hikayelerin anlatıldığı filmlerin zamanının geçtiğini düşünüyoruz biraz da. Dünyadaki her şeyle hiyerarşik bir ilişki kurmadan, aynı anda bakabilmek istiyoruz her şeye.
-Filmde şehre yeni gelen doğalgazın insanlar üzerinde yarattığı krize de değiniyorsunuz. Bu sembolik olarak nereye oturuyor?
ZD - Bir paranoya hali. Hem bir değişim istemek, hem de o değişimden korkmak. Türkiye için çok tanıdık. Doğalgaz krizi bizim kafamızda böyle bir yere oturdu. Şehir yenileniyor, şehre yeni bir şey geliyor, ama bir taraftan da ya gelemezse düşüncesi var.
O korku, enerji ile ilgili bir kriz olması gençliğe benziyor sembolik olarak. Ama bir taraftan da bizim asıl ilgilendiğimiz bu tip paranoyolar, korkular ve beklentilerle şekillenen gençlik, aslında nasıl bir gençlik...
-Kadınların büyüme hikayelerine odaklanan filmleri özellikle son dönem Avrupa sinemasında çok izledik. Mavi En Sıcak Renktir, Genç ve Güzel, hatta Gloria. Bunu neye bağlarsınız?
ZD - Bazı dönemlerde bazı türler ön plana çıkıyor, evet. Mesela ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte yeniden western filmlerinin çekilmeye başlanması gibi. Ama western mitini eleştiren filmler tabii... Yine Vietnam zamanında bütün western kahramanlarını alaşağı eden anti-western filmlerin ABD’de çekilmesi.
Belirli bir amaç uğruna mücadele veren kahraman ya da anti-kahraman filmleri çok izledik. Bir amacı olan ya da hiçbir amacı olmayan nihilist karakterler...
Çok daha sıradan hikayelerin anlatılma zamanı geldi sinemada belki de. Biz sadece Deniz’in hikayesini anlatmıyoruz, Deniz’in bir grup içerisindeki hikayesini anlatıyoruz. Deniz’in başka kadınlarla yan yana durduğunda neye dönüştüğünü...