Büyük Birader hepimizi gözetliyor

Oliver Stone, son filmi ‘Snowden’ ile tüm dünyayı gözetleyen Amerikan hükümetinin ipliğini pazara çıkaran Edward Snowden’in hikâyesini anlatıyor.

Emrah Kolukısa

“Edward Snowden bir yurttaşın yapması gerekenleri yapmış bir kişi olarak karşılanmalıdır. Amerikan yurttaşlarını hükümetlerinin faaliyetleri hakkında bilgilendirmiştir. Gerçek bir vatanseverin yapacağı da budur. Yani sadece dönüşüne izin vermek yetmez, onurlandırılmalıdır da. Asıl yargılanması gereken o değil, hükümettekilerdir.” Bu sözler dünyaca ünlü dilbilimci, filozof ve muhalif aktivist Noam Chomsky’ye ait. Son 5 yılı bir mağaranın içinde geçirmediyseniz eğer, Edward Snowden’in kim olduğunu, ne yaptığını az çok biliyorsunuz demektir. En azından adını duymuşsunuzdur. Biz yine de açıklayalım: Edward Snowden eski bir CIA çalışanıdır ve NSA’in (National Security Agency – Ulusal Güvenlik Ajansı) gizli bilgilerini izinsiz olarak kopyalayıp medyaya sızdıran kişidir. Sızdırdığı bilgiler sayesinde Amerikan hükümetinin başta kendi vatandaşları olmak üzere tüm dünyayı dinlediğini; hatta dinlemekle kalmayıp, e-postalarını depoladığını, sosyal medyada attıkları her adımı gözetlediğini ve tüm bunların yasadışı olarak yapıldığını öğrendik. Tabii ki Snowden ışık hızıyla “casus” ilan edildi ve hakkında dava açıldı. Bugün ülkesine dönemeyen ve ironik bir şekilde Putin’in kanatları altına sığınmak zorunda kalan Edward Snowden halen Moskova’da yaşıyor ve bir süre daha da orda kalacak gibi görünüyor.

Citizenfour’un gölgesinde

Aslına bakarsanız Snowden hadisesi zaten bir belgesel sinemacı tarafından kayda alınmış ve bu film Snowden’in bugün kimileri tarafından kahramanlık, kimileri tarafından ihanet olarak adlandırılan eylemlerinin asal bir eşlikçisi olmuştu. Laura Poitras’ın çektiği “Citizenfour” bir çok ödülün yanı sıra 2015’te En İyi Belgesel Oscar’ını da aldı. Hal böyle olunca Oliver Stone’un filmi ister istemez Poitras’ın belgeseliyle karşılaştırılacak ve muhtemelen sınıfta kalacak. Oliver Stone’un filmi 3 Haziran 2013’te Hong Kong’daki Mira Otel’in lobisinde başlıyor.

Bu otel Ed Snowden’in Laura Poitras (Melissa Leo) ve gazeteci Glenn Greeawald (Zachary Quinto) ile bir araya gelip ifşaatlarını yaptığı, deyim yerindeyse dünyayı sarstığı yer. Snowden’in (Joseph Gordon- Levitt) yüzünü görmeden önce elindeki Rubik Küp’ü görmemiz ise Oliver Stone’un film boyunca sürdürdüğü ve anlatım açısından olumlu puanlarımızı kaptığı üslubunun önemli bir parçası. Gerçekten de film boyunca farklı sahnelerde farklı anlamlar içereceki şekilde karşımıza çıkan bu Rubik Küp (kimi zaman Snowden’in ruh halini ya da kişi olarak gelişimini sembolize ederken, kimi yerde sahnenin gerilimini üstlenen ve hatta finalde bir bayrak değişimini gösteren bir işlevi var bu enigmatik oyuncağın) 80’lerden beri ilk kez bu kadar sahne almış olsa gerek. Poitras’ın filminin bir versiyonu olmamak adına belki de, Oliver Stone Hong Kong’daki otel odasından ziyade Snowden’in hayat öyküsüne odaklanıyor ve özellikle de sevgilisi Lindsay (Shailene Woodley) ile olan ilişkisine ve bu ilişkinin onu nasıl dönüştürdüğüne yoğunlaşıyor.

Yukarıda adı geçenlerin dışında Rhys Ifans, Nicolas Cage, Tom Wilkinson, Timothy Olyphant, Joely Richardson ve “Pride – Onur”dan hatırladığımız Ben Schnetzer gibi isimlerden oluşan güçlü oyuncu kadrosunun hakkını verelim. Oliver Stone’un zayıf kaldığı nokta ise Snowden’in hayatını anlatırken fazlasıyla konvansiyonel bir sinema diline saplanıp kalması ve ortalama izleyiciye hitap edeyim derken kendi bacağına sıkması. Oysa Ed Snowden gibi insanların gözünü açan, dünyaya, ABD’ye, hükümetlere bakışlarını değiştiren, derin devlet denen aygıtı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bir “devrimci”nin sinema da devrimci (her anlamda) bir bakış açısını hak ettiğini düşünüyorum.

Kahraman mı, vatan haini mi?

Son bir şey daha var: Oliver Stone bu filmle Ed Snowden’in “kahraman mı, vatan haini mi” şeklinde özetleyebileceğimiz kamuoyu tartışmalarında bir taraf oluyor ve Snowden’i insani yönleriyle göstererek sevdirmeye çalışıyor. Bunu başarıyor mu, başarıyor; ama “Citizenfour”u izleyenler hatırlayacaktır, Snowden’in finale doğru otel odasından çıkarken ayna karşısında saçlarına şekil verdiği kısacık bir an vardı, işte o sahne Stone’un tüm filmine bedeldir bence.