‘Büyük bir vicdansızlık dönüyor’
Bugün Film Festivali’nde yarışacak “İtirazım Var”da bir cinayeti dedektif gibi çözmeye çalışan vicdan sahibi bir imamın hikâyesini izliyoruz.
Ayşegül Özbek / CumhuriyetVicdan sahibi bir öğretmen, pilot ya da hamamcı bir cinayete şahit olsa ne yapardı? Ya da bir imam? Vicdan sahibiyse eğer, mesleğinin ne olduğu fark eder mi?
Onur Ünlü’nün bu hafta gösterime giren ve bu akşam 33. İstanbul Film Festivali’nde yarışacak filmi “İtirazım Var” bir cinayeti dedektif gibi çözmeye çalışan vicdan sahibi bir imamın hikâyesini anlatıyor. Önceki gün Sinema Denetleme Kurulu’ndan +18 yaş sınırlaması alan film için raporda “insan onuru ve şiddet” içerdiği belirtiliyor. Rapordaki “insan onuru” ifadesiyle ne denilmek istendiği ise tartışma yarattı.
Filmin başrolündeki Serkan Keskin’i bağlama çalan, eski boksör aynı zamanda antropoloji okumuş sıradışı bir imam (Selman Bulut) rolünde izliyoruz. İmamı olduğu camide şahit olduğu cinayeti, polis çözmek için çaba harcamayınca kendisi çözmeye çalışıyor. Bu sırada başından türlü olaylar geçiyor, inandıklarını bir kenara bırakıp zorunlu olarak meyhaneye girip rakı içmesi gibi... Hal böyle olunca insan düşünmeden edemiyor; “İnsan onuru” başka nasıl yüceltilebilir?
Filmin yapım şirketi Denetleme Kurulu’nun bu kararına itiraz edeceklerini önceki gün duyurmuştu.
Filmin kahramı imam olunca üstüne bir de +18 gelince akıllara, “zamanlama manidar” sözü geliyor, ancak Ünlü, senaryoyu 2010 yılında Sırrı Süreyya Önder’le birlikte yazdığını belirtiyor. “Biz bir imamı anlatmıyoruz, biz vicdan sahibi bir adamın hikâyesini anlatıyoruz. Filmi bu sene çekmeye karak verdiğimizde gördük ki hiçbir şey değişmemiş. O zaman yaptığımız göndermeler şimdi de çalışıyor. Bir eserin günlük hayatta, günlük politikaya yaptığı göndermelerinin bir sınırı olmalı. Ama bizim adamımızın söylediği şeyler, yaşadığı durumlar zaten bu ülkede bizim için sıradan şeyler haline geldi. İşin pis tarafı günlük hayatımızın bir parçası oldu artık. Onun için de bir noktadan sonra karakter ne söylerse, ne yapsa üzerimize alınmaya başlıyoruz. Vicdanlı bir karakteri bugün ortaya koyduğun zaman zaten varolan durumla çelişecektir. Çünkü ortada büyük bir vicdansızlık dönüyor. Dolayısıyla biraz vicdanlı bir insanı bugünün içine koyduğunuzda o çelişki açığa çıkacaktır.”
Polisiyenin gücünü karakterden aldığını ifade ediyor Ünlü: “Karakterin güçlüyse senin hikâyen de öne çıkar. Şu an Selman Bulut gibi daha sonra da üzerinde çalışabileceğimiz tatlı ve güçlü bir karakter var elimizde. Bu da beni heyecanlandırıyor.” Onur Ünlü, Selman Bulut’u gençliğinde bir roman karakteri olarak yarattığını söylüyor ve filmlerindeki diğer karakterlerle karşılaştırıyor. “İtirazım Var”ın bir kahraman filmi olduğunu söylüyor: “Yaptığım diğer filmlerdeki tiplere bakınca Selman Bulut, dramaturjik olarak olması gerektiği gibi bir adam. Bir kahraman vardır, başına bir iş gelir, mücadele eder ve en sonunda kazanır. Benim kahramanlarım genelde kazanamazlar. Bu, bu sefer kazandı. Aynı zamanda en çok bana benzeyen karakter de bu. ‘Bir din adamı böyle olmalıdır’ üzerinden düşünerek bir şey yapmadım. Bu benim konum değil. Haddime de değil. Filmin ya da benim böyle bir misyonum yok. Başka bir mesleği de olabilirdi adamın. İmam olması bize zaman zaman tatlı bir gerilim ve komiklik sağlıyor açıkçası. Üzerinden daha keskin laflar söyleyebiliyoruz. Çünkü imam denilen adam ne olursa olsun bir prototiptir. İmamdan beklenenler çok bellidir. Aradaki fark da bizim kullandığımız gerilimi yaratıyor.”
Son dönemde Türkiye’de polisiye türü, edebiyat ve sinemada yükselmeye başladı. Nedenini de tarihten örnekler vererek ve bugüne bağlayarak açıklıyor Ünlü: “Polisiyenin ilk ortaya çıkışı 19. yüzyıl ortaları Fransa olarak varsayılır. Günümüzdeki 3. sayfa haberlerinin gazetelerde çok dikkat çektiği fark ediliyor ve bunun üzerine o hikâyeler kurmaca hale getirilip iyi kalemlerce yazılmaya başlanıyor. Aslında gerçek vahşet hikâyelerinin farklı farklı anlatılması. Daha sonra tür oluşmaya başlıyor. Halk bir şekilde bu vahşet hikâyeleriyle ilgileniyor. Polisiye niye tutuldu, ilgi gördü acaba diye bir sürü tez vardır. Türkiye’de 90’larda yeniden yükselmeye başladı polisiye. Cinayetlerin en rezil olduğu dönemdi. 1900’lerin başında Cumhuriyet Dönemi’nde de çok fazla polisiye yazıldı. O zamanlardaki sosyolojik karışıklığı düşünün ülkedeki. Film Noir’ın (Kara Film) çıkışı da 2. Dünya Savaşı zamanına denk gelir. İnsanların kafasının karıştığı, gerilimin arttığı zaman tuhaf bir şekilde polisiyeye ilgi artıyor. Üç dört dönem üzerinden bakarak böyle bir saptama yapabiliriz.”