Buralara Nasıl Geldik?...

cumhuriyet.com.tr

Din eksenli bir iktidar, neredeyse özgür basını yok etme yolundadır ve yurdun bütün kurumlarını kendi emir komutası altında toplama kararlılığındadır. Toplumun ruh sağlığı ve tüm dengeleri bozulmuş, kurumlar birbirine düşürülmüş, üniter yapı iyice sarsılmıştır.

Yıl 1945, henüz çok partili düzene girilmemiş. Gelmiş geçmiş en büyük Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bakanlıktan alınıyor. Sayısız hizmetleri yanında, Köy Enstitülerinin kuruluşuna öncülük etmiş, Türkiyeye 500 klasik eser kazandırmış yüce bir insandır Hasan Âli, onun yerine göreve gelen Reşat Şemsettin Sirer, İnönü ile birlikte Köy Enstitülerini Hasanoğlan Yüksek bölümünü ziyaret eder.

Oradan dönüşte İsmet Paşaya Paşam, bunlar böyle bir eğitim görürlerse biz onları idare edemeyizdeyişi yaygın bir söylentidir. Yine o yıllarda, doğunun güçlü ağalarından Kinyas Kartal Cumhurbaşkanı İnönüyü ziyaret ederek, Paşam, bu okulları kapatmazsan sana doğudan hiç oy çıkmazdemiştir. 1948de bu defa Dil Tarih Fakültesine bir saldırı gerçekleştirildi. Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif, Behice Boran, Azra Erhat gibi Türkiyenin yetiştirdiği en büyük beyinler darmadağın edildi.

Onlar yurtsever solcular idiler. Yakın tarihimizde kara bir sayfadır bu olay, 1950de iktidara gelen Demokrat Partinin ilk icraatı Arapça ezan ve onun ardından CHP mallarına el koyarak aydınlanma odağı Halkevlerini ve Köy Enstitülerini kapatmak olmuştur. Bunların her biri bir karşıdevrim ve halka ihanettir. Aydınlanmanın önünü kesmektir.

Tarihten dersler

DP başbakanı Meclise Siz isterseniz hilafeti de getirebilirsinizdiye seslenmiştir. Radyolardan saatlerce okunan Vatan Cephesi duyuruları tam bir ayrımcılıktır ve utanç verici bir DP icraatıdır. İktidarın tetiklediği 6-7 Eylül olayları da Türkiye tarihine yazılmış kara bir sayfadır. Bunları yazılarımda sıkça yineliyorum çünkü bu dönemle ilgili çok yalan söyleniyor. Demokrat Parti daha başlarken demokrasi umutlarını yok eden bir parti olmuştur.

DPyi izleyen Demirel, Evren paşa, Özal, Çiller, Erbakan iktidarları eğitim birliğinin altüst edildiği, tarikat ve cemaatlerin filizlenerek halkın akla, bilime değil dogmalara bağlanmasına yol açan icraatların öne çıkarıldığı dönemlerdir. Sadece Demirel 325 imam hatip okuluna imza  atmıştır. Bu iktidarlar Cumhuriyetin ve Büyük Atatürkün amaçladığı, “Kendi dünyasını kurabilen, kendi tercihlerini, kendi seçimlerini yapabilen, bilinçli yurttaşların yetişmesini engellemek için her şeyi yapmış, her çabayı göstermişlerdir.

Sola darbe

Yıllar boyunca emekten yana  güçlü bir sol partinin kurulup gelişmesi de sivil ve askeri darbelerle, CIAnın yeşil kuşak teorileri ile sistemli bir şekilde önlenmiştir. Bu halk karşıtı, akıl, bilim, Aydınlanma karşıtı gelişmelerin sonucunda 21. yüzyılın başında iktidara İslamcı bir parti, AKP gelmiştir. Bu parti de öncekiler tarafından kendisi için hazırlanmış bu çok elverişli zeminde toplumu dinselleştirmek, türbanlaştırmak için sinsi ve takıyyeci bir icraatı gerçekleştirmiş, eğitimde müfredat değişiklikleri yapmış, tarikat ve cemaatlerin güçlenmesi, halkın özgür iradesinin iyice koşullandırılması, aklının üzerine ipotek konması için bütün hünerini ve kurnazlığını kullanmıştır.

Yıllardır seçim sonuçlarını irdeleyen, yorumlayan usta konuşmacılar, ortalama 4 yıl eğitim görmüş, Aydınlanmadan, akıl ve bilime dayanan bir eğitimden yoksun bırakılmış, milli irade temsilcisi halkımızın sosyal, ekonomik, kültürel, eğitimsel yoksunluklarından bunun sorumlularından hiç söz etmiyorlar.

Hangi koşullarda yapıldığını hiç umursamadan onun yaptığı seçimi kayıtsız şartsız kutsuyorlar. Onların özgür iradesini, öngörülerini, bilgi birikimlerini, günlük ihtiyaçlarının baskısını yoksulluk ve yoksunluklarını hiç sorgulamıyorlar.

Seçimlerde halkın bir muhtıra verdiğini ileri sürenler, bu kadar halka karşı, neoliberalizmden, büyük sermayeden yana, işsizliğe, yoksulluğa çare yaratamayan, başımıza türlü belalar açan PKKye destek veren ABDye bağımlı, şaibeli bir iktidara halkın hangi gerekçelerle oy verdiğini merak etmiyorlar? Çok dikkat çekicidir yıllardır süregelen siyasi tartışmalarda, siyasi gerginliklerde, ülke sorunlarının konuşulduğu panellerde, 72 milyonluk Türk halkının nerede  ne durumda olduğu ve bunun sorumlusu olan iktidarlar hemen hiç sorgulanmıyor. Tekel işçilerinin haklı direnişlerini başbakan ideolojik diye suçluyor. Yargı devletinden şikâyetçi oluyor. Aslında beğenmediği hukuk devletidir.

Her kurum kendisine iktidarına bağlı olsun istiyor, onun için darbe, türban hep ön planda tutulmalı, mağdurluk söylemi devam etmeli, tüm acı veren ve yürek yakan ülke gerçekleri darbe söylemlerinin gölgesinde kalmalıdır... Ama sivil darbelerin sözü edilmeyecektir. Halkın yoksulluğundan, işsizliğinden, çaresizliğinden, gelir dağılımındaki korkunç adaletsizlikten değil, durmaksızın ıslak ya da kuru imzadan, çeşitli belgelerden, balyozdan, 27 Nisan muhtırasından Emine Hanımın gözyaşlarından söz edilecektir. Yoksul, işsiz, çaresiz halkın gözyaşlarının sözü edilmeyecektir.

Bir grup soldan devşirme neoliberal sözde aydın da kayıtsız şartsız ordu düşmanlığı yapar, cumhuriyet devrimlerine çullanır, ÇYDD derneğinin kızlarına çamur atarken bunca yıldır sivil iktidarların süregelen ihanetini kötü yönetimini hiç ağzına almıyor. Ben, 60 yıldan beri büyük çoğunlukla sağ partilere oy veren, kendi çıkarlarının nerede olduğunu iyi fark edemeyen, gittikçe artan İslami muhafazakârlık ortamlarında yaşayan halkıma 60 yıldan beri ihanet edildiği, gelişmesinin, aydınlanmasının, bilinçlenmesinin engellendiği kanısını taşıyanlardanım. Bugün açılım ve demokratikleşme adı altında yapılan da sadece bir aldatmacadır ve halktan tepki görmüştür. AKP iktidarının demokrasiye ve hukuk devletine saygılı olmadığı, tek parti diktatörlüğü kurma yolunda olduğu tüm kanıtları ile ortadadır.