Burak Sergen’in rol aldığı oyun Neyzen Tevfik’in hayatını anlatıyor
Muhalifliğin ağır suç olduğu dönemde doğuştan bir muhalif olan şairin Bodrum’da gözlerini babasının sürgün yaşamına açışı, neyle tanıştığı ve neyde deva bulduğu çocukluk yılları, baskı ve zulümlere karşı sesini yükselttiği gençlik yılları ve dönemin tanınmış şair ve yazarlarıyla geçirdiği sürgün yılları...
Öznur Oğraş Çolak“Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!..”
Demiş Tevfik Kolaylı, bilinen adıyla Neyzen Tevfik...”
Muhalifliğin ağır suç olduğu dönemde doğuştan bir muhalif olan şairin Bodrum’da gözlerini babasının sürgün yaşamına açışı, neyle tanıştığı ve neyde deva bulduğu çocukluk yılları, baskı ve zulümlere karşı sesini yükselttiği gençlik yılları ve dönemin tanınmış şair ve yazarlarıyla geçirdiği sürgün yılları..
Tüm bunları Tuncer Cücenoğlu’nun kaleme aldığı, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği, Burak Sergen’in oynadığı “Neyzen”de seyrettik.
Güldük evet ama bir o kadar ‘hay bu düzenin...” dedik biz seyirciler. Bu adaletsiz düzenin evet, doğruyu ya da sana göre bildiğin doğruyu söylediğinde seni cezalandıran düzenin... Neyzen vaktiyle bu “üç noktaları” doldurmuş, biz yazamıyoruz... Siz anladınız.
Neyzen’in hayatı, Sergen’in çarpıcı, etkileyici performansıyla anlatılıyor. Fonuna Neyzen’in yorgun nefesini alan oyun, Neyzen’in ilham dolu yaşamı kadar eserlerinin de hatıratı.
Yetmiş dört yıllık ömrünü sürgün, vatan hasreti, gözaltılar, başkaldırılar, rejim değişiklikleri ve yoksullukla geçiren Neyzen Tevfik, her döneme hâkim çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun anlatıcısı olmaktan vazgeçmedi. Şairin sessiz kalmak yerine işkenceyi ve sürgünü göze aldığı ve nihayetinde bir hayatta kalma yöntemi olarak deliliği “tercih ettiği” yaşamı, tüm çıplaklığıyla görüyoruz sahnede.
Sergen’i, 19 yıl önce Broadway’de oynadığı “Neyzen” oyununda yeniden seyrediyoruz. Sergen, “Neyzen Tevfik çok büyük hiciv ve taşlama ustası, büyük bir Neyzen, Mevlevi ve Bektaşi kültürüyle büyümüş, hem o kültürü almış hem bu kültürü almış. Hiçlik felsefesi, egzistansiyalizmin başıdır, varoluşçu felsefenin başıdır… Şimdi bütün bunları bizim bir değerimiz olarak, bizim bir düşünürümüz olarak görüyorum Neyzen Tevfik’i. Şimdiki nesillerin de, hani biraz bohem tarafını alacaklarsa da, Bukowski’ye filan çok özeniriz, o da çok küfür eder, biraz açıktır, egzotiktir falan filan diye; e buyurun bizde çok daha yakın Cumhuriyet tarihinde yaşamış Neyzenimiz var. Eğer Mevlevi tarafını alacaksanız, Bektaşî kültürünü alacaksanız her şey var; felsefesini alacaksanız, şiirlerini alacaksanız, hayatını alacaksanız her biri bir mihenk taşı konumunda bir üstat. Öyle olunca dedim ki neden şimdiki çocuklar da, gençler de, özellikle üniversite öğrencilerini de her seferinde davet ediyorum oyuna, böyle bir değerimiz olduğunu ve hayatının incelenmesi gerektiğini, ne demiş, ne yapmış, neden yapmış ve o zaman da bu marjinal tavırlarıyla bunu yapmış... Bunun bir daha oynanması gerektiğini düşündüm. Tekrar sevgili Işıl Kasapoğlu’na gittim, tabii sevgili Filiz Çetin bu sefer prodüktörlüğünü üstlendi” diyor.
İSTİBDAT DÜŞMANLIĞI!
Neyzen Tevfik’in yaşadığı zaman Abdülhamit dönemi. Oyunda İstibdat düşmanlığı anlatılıyor, fakat aynı zamanda İttihat ve Terakkiciler tarafına geçtiği zaman, bu sefer İttihat ve Terakkicilere karşı olduğunu da görüyoruz.
Sergen, “Neyzen Tevfik’in felsefesinde insanları özlük haklarından bile mahrum edebilecek kadar baskıcı rejimlere karşı büyük bir isyanı var” diyor ve ekliyor “Sonrasında sürülmüş ve Mısır’a gitmiş, Mısır’da yedi sene Şair Eşref’le öyle bir zamanı var ki dillere destan, muhteşem zamanlar onlar. İkinci perdenin özellikle yarısından çoğu Mısır’da geçiyor. Şair Eşref ile çok güzel bir sahnesi var hatta. Şunu anlatmaya çalışıyorum, yakın Cumhuriyet tarihinde de, Osmanlı tarihinde de, şimdikinde de… Baskıcı rejimlere karşı birtakım muhalif çok sağlam insanlarımız var; arkasında durabileceğiniz, dediğini çok net şekilde anlatabilen, gerekirse İttihat ve Terakkicilere gerekirse İstibdatçılara karşı gelebilecek nitelikte, özgürlükçü, özgür düşünen değerlerimiz var, bunu anlatıyoruz aslında. Neden? Nedeni bu. Oyunda bir şey var ‘Hangi yönetim gelirse gelsin, her yönetim için gerekli değil midir bu sopa’ diyor bir polis amiri ve o kadar güzel anlatıyor ki. Hangi yönetim gelirse gelsin illa bir sopa olmak durumunda, ülkelerin, ailelerin, neyse, baskıyı yapan kimse, baskı rejimini uygulayan, İstibdat’ı direten kim varsa muhakkak bunun bir sopacısı oluyor, bir dövücüsü oluyor, elinde sopalı biri oluyor. Bu sopalı, oyunda da var, diyor ki ‘Bundan önce böyleydi, şimdi de böyle oldu ama bak ben yine yerimde duruyorum ve sopa yine benim elimde’ diyor. Burada da çok geniş bir yelpaze çıkıyor karşımıza” diyor.