'Bu ülkeye ancak bu kadar kötülük yapılabilirdi'

''Gerçekten çok sayıda nefret suçu işlediler. Çok sayıda ırkçı, ayrımcı başlıklar attılar. Bu ülkeye ancak bu kadar kötülük yapılabilirdi...''

cumhuriyet.com.tr

Ahmet Kaya'nın 10. ölüm yıldönümünde, Gülten Kaya ile geçen 10 yılı, dilenen özürleri, atılan manşetleri, 'Başbakan'ın samimiyeti'ni NTV'ye anlattı.

''Vay şerefsiz'', ''Şerefsiz iş başında'', ''Parayı veren Ahmet'i alır'', ''Ahmet Kaya adında bir şerefsiz''... Bu ve bunun gibi sayısız manşet ve başlığın atılma sebebi Ahmet Kaya'nın ağzından hiç çıkmayan sözlerin bir gazete tarafından söylenmiş gibi gösterilmesiydi. Bugün hala birçok insan Ahmet Kaya'ya söylemediği sözler, montajla hazırlanan fotoğraflar ve çarpıtılan bilgiler nedeniyle nefret kusuyor.

''Vay Şerefsiz'' manşetinin mimarı Ertuğrul Özkök, ''Bir insanın hayatı bir manşetle değişmez'' dedi ama sadece yandaki manşetlerin olduğu kutuya baktığınızda bile bir insana yapılan saldırının kısa sürede ne boyuta geldiğini rahatlıkla görebilirsiniz.

O dönem Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök, Cenk Koray gibi köşe yazarları tarafından yazılan yazılara belki de çok şaşırmamak lazım çünkü bu nefret söylemi şu an hala devam ediyor hala günlük gazetelerde sık sık karşımıza çıkıyor.

''Önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim'' demişti Ahmet Kaya. Bunu söylerken, yılllar sonra pişman olacak 'ünlü'ler tarafından linç edileceğini de, bir günde bölücü ilan edileceğini de, ülkesinden uzakta öleceğini de tabii ki bilmiyordu. Gülten Kaya ise eşinin ölümün üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hala o yalan haberleri temizlemeye çalışıyor.

Ve şimdi Gam Müzik’ten çıkan ‘Ülkemde Son Turnem’ isimli DVD ve yönetmenliğini Ümit Kıvanç’ın yaptığı ‘Uçurtmam Tellere Takıldı’ isimli belgesel Ahmet Kaya'nın Türkiye'deki son turnesi ve o tarihten sonra Kaya'nın yaşadıklarını gözler önüne seriyor.

Biz de Gülten Kaya ile bu iki DVD'de yer alanları ve geçen 10 yılı konuştuk:

Öncelikle 10 yıl oldu, 10 yıl sonra neler hissediyorsunuz?

Tabii ilk günden itibaren hissettiğim şey hiç değişmedi. Hayatımızdaki o büyük boşluk bir daha asla dolmayacak. Yani o büyük gedik yerinde duruyor. Biz onunla başa çıkmaya çalışıyoruz ama başa çıkılabilir bir duygu değil sahiden. Zaman geçtikçe anlıyorum ki böyle bir şey yok. Tersine daha çok özlüyorsunuz araya zaman girdikçe ve daha çok acı çekiyorsunuz. Ama bu kadar hiç bir şeyini oturtamamış bir ülkede oturup hayatı sadece yasla geçirmek gibi bir lüksümüz de yok.

10 yıl geriye gidildiğinde bir sanatçının ne söylediğine tekrar bakalım. Ve Türkiye’nin geldiği noktaya bakalım. Zaten o da bundan bahsetmişti. Şimdi artık bu konuşuluyor oldu. Henüz çözüm bulamasak da. İnsanlar artık ‘’Peki onun kabahati neydi?’’ demeye başladılar. Bu iyi bir şey; bunu sorgulamak doğru ve sağlıklı.

Peki o malum geceye devamlı geri dönülmesi sizi rahatsız mı ediyor yoksa tam tersi bunun konuşuluyor olması istediğiniz şey mi?

Ben artık iki şeyi birbirinden ayırmayı öğrendim. Yani daha doğrusu 25 yılda hep bunu öğrendim. Kendi yaptığımız işin mutfağında çalışırken de bu böyleydi. Bir eşim Ahmet vardı bir de profesyonel olarak benim de arka planında çalıştığım Ahmet Kaya vardı. Şimdi de aynı şey geçerli. Şimdi benim eşim olarak Ahmet var, kendi kişisel acım var. Bir de profesyonel bir müzik adamı üzerinden baktığımızda bir Ahmet Kaya var, ona yapılanlar var. Ve onun topluma yansımaları var. Gülten olarak Ahmet Kaya üzerinden bunların konuşulmasını çok gerekli buluyorum. Bu beni sarsıyor olsa bile buna razıyım ki bunu düzeltelim.

Son aylarda basına sık sık yansıdı; o gece orada olanların açıklamaları için ne düşünüyorsunuz? Özür dileyenlerin sizde karşılığı oluyor mu? Mesela Serdar Ortaç defalarca özür dilediğini söyledi…

Şimdiye kadar hiç isim anmadım, zikretmedim ve zikretmeyeceğim de. Ama ortada gerçekten samimiyetle içtenlikle söylenmiş bir özür olduğunu da düşünmüyorum. İki Ahmet’i birbirinden ayırt ettiğimi söyledim zaten, toplumsal açıdan baktığınız zaman milyonlarca insanın sevdiği bir Ahmet Kaya var ve o Ahmet Kaya onların da kaybı. Dolayısıyla o özrün onlara dilenmesi ve onlar tarafından da kabulü gerekiyor. O özrün hayatın içinde yapılması gerekiyor. Kişisel planda ise, o sağlıksız zihinsel yapı yerli yerinde durdukça, ki duruyor, hiçbir özür benim kabulüm değildir.

'Özrü sıradanlaştırmasınlar'

Öte yandan çok net dillendirilmiş özürler de yok. Herkes kendi tavrını temellendirme ve aklama çabasında. Bunun adı özür değil. Özür çok kıymetli bulduğum bir şeydir. Ve onun içini boşaltmamak gerekiyor. Bu kadar sıradan olmaz o özür tavrı. Sıradanlaştırmamak lazım. Bahsini ettiğimiz insanlarınki de sahici ve samimi bir özür değil çünkü hep kendilerini aklama çabasındalar. ‘’Ben hatırlamıyorum” “Çok gençtim, şimdi olsa yapmam”, “Ben zaten orada memleketim şarkısını söylettim, toparlamaya çalıştım’’ ‘’Bugün olsa o başlığı atmazdım’’ gibi… Bunlar özür falan değil. Bunlar bireysel aklanma çabaları. Onun için bunların dikkate alınacak bir yanı yok. Bu ülkede gündemi belirlemiş en büyük gazetenin genel yayın yönetmeni bile (eğer bir hafıza kaybı yaşamıyor ise) vbunu bilinçli yapıyor. Diyor ki, o başlıkları attıktan 8 yıl sonra Ahmet Kaya öldü. Ve bunu toplumun gözünün içine baka baka söylüyor ve defalarca söylüyor. Şimdi bunun neresini ciddiye alabilirsiniz?

Ayrıca, bu konunun mütemadiyen bu çerçevede konuşulması acı. Zira görüntüler ortada. O gecenin aktörleri ortada, Medyayı temsil eden bazı aktörlerin sonradan yaptıkları TV haberleri, yazdıkları yazılar, attıkları başlıklar ve diğer tüm açıklamaları da ortada. Bu konu hayatın ortasında artık ve orada durmaya da devam edecek.

Bir manşetle insanın hayatı değişmez de denildi…

Değişir, bunun bin tane örneğini gördük. Yani o gazete Kürt işadamları listesini yayınladığında o insanlar öldürüldüler. Hatta sanatçılara sıra gelmişti. O insanlar Meclis’in 411 oyla aldığı bir karara bile demokrasi normlarını çiğneyerek başlıklar attılar. Şimdilerde “e ne var bunda, fena mı oldu, konu Anayasa Mahkemesine gitti” diye açıklıyorlar. İşte demokrasi algıları bu. Hrant Dink’in Ahmet Kaya’nın finalini hazırladılar. Hatta Orhan Pamuk için final hazırlamaya soyundular. Dönüp arşivlere baktığınızda bu ülkeye karşı işlenmiş o kadar çok günah bulabilirsiniz ki o gazetede. Biz Hrant’ı, Ahmet i geri getiremeyiz ama hakikat için mücadele etmeye devam edeceğiz.

'Bir ülkeye ancak bu kadar kötülük yapılabilirdi'

Gerçekten çok sayıda nefret suçu işlediler. Çok sayıda ırkçı, ayrımcı başlıklar attılar. Bu ülkeye ancak bu kadar kötülük yapılabilirdi. Hala yerli yerinde duran ‘’Türkiye Türklerindir’’ logosu var orada. Biz neye inanacağız. Ben Kürdüm ve Aleviyim ve burası benim ülkem. Kim bunu tayin ediyor ki? Bir Kürt Alevisi olarak Türkiye’nin benim de olduğunu söylüyorum. Türk değilim. Türkiyeliyim. Türkiye, Türkiyelilerindir demek başka bir şey. Türkiye, Kürtlerin, Alevilerin, içinde yaşayan Ermenilerindir, Rumlarındır, diğer azınlıkların, burada yaşayan tüm halklarındır da aynı zamanda. Eşimin bir cümlesi vardı ki burada anmadan geçemeyeceğim;”Biz ulusal kültürden, kültürel kimlikten söz ettik, onlar bunu nüfus cüzdanı olarak algıladılar, bu kadar acayipler işte” Bize en gerekli olan şey zihinsel dönüşüm, zihinsel devrimdir. Bu yapılmadığı sürece, bebeklerden katiller yaratan o zihniyeti değiştiremediğimiz sürece sokaktaki her çocuğu potansiyel katil yapabilirsiniz. Vahim olan hala bunu görmezlikten deliyor olmaları.

O atılan manşetlerin etkisi hala devam ediyor mu sizce?

Büyük bir gazete böyle bir başlık attığı zaman, okuyanların aklına böyle bir şey yapıştırdığınız zaman Bu insanın bir vatan haini olduğunu, bir şerefsiz olduğunu söyleyip insanların hafızasında onunla ilgili böyle bir imaj oluşturduğunuz zaman bunu kolay kolay değiştiremezsiniz. Artık bunu değiştirmenin yolu da kendileri ile ilgili aynı başlığı atmaktan geçer ki bize yapılanın adı oydu zaten. Hatta bunu aylarca, yıllarca yapmaktan geçer. Başka türlü olmaz.

O gecenin en önemli tanığı sizsiniz, ama sizin ağzınızdan o gecede bulunan isimlerle ilgili bir şey duymadık. Bu kadar isim konuşunca bir şeyler açıklama ihtiyacı duymuyor musunuz?

Duymuyorum. Çünkü bu inkarcılıkla, bu ikiyüzlülükle, bu ahlaksızlıkla ilgilenirsem kendi değerlerimden uzaklaşırım. Aslında bu ahlaki bir duruştur ve onlara ders olsun istiyorum ama anlamakta zorlanıyorlar. Bence hayat öğretecek onlara bunu. Bu ülkenin sağlıklı yaklaşımlara daha fazla ihtiyacı var.

O zaman ‘Ülkemde Son Turnem’den bahsedelim…

Bu DVD’de o turne görüntülerinin-konserlerin yanı sıra, Ahmet Kaya’nın konuşmaları da var. Bu konuşmalar çok önemli. 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren her sahnede ‘’biz bu ülkeyi birleştirmeye soyunduk’’ diyen bir Ahmet Kaya ve ona atılan “şarkıcı değil bölücü” manşetleri de var.

O dönemde sizin en zorlandığınız şeyin, sesinizin Türkiye’ye ulaşamaması, görmezden gelinmesi ya da çarpıtılması olduğunu söylemiştiniz. Yeni çıkacak DVD’de tam da bu sebepten mi?

Evet. O DVD’de en önemsediğim kısım o konuşmalar. Yani Ahmet Kaya’nın söyledikleri ve atılan başlıklar var. Mesela o ünlü ‘Vay şerefsiz’ başlığı var. Ama gerçek konuşmalarda Ahmet Kaya’nın böyle demediğini herkes görecek. Sonrasında da diyor ki ‘’Ben hiçbir halka-halklara asla şerefsiz demedim. Ama bu lafı kullandım. Her halkın şereflileri vardır şerefsizleri vardır. Birkaç kişi yüzünden dedim. Benim Türkiye halkına ya da Türkiye halklarına böyle bir lafı kullanmayacağımı herkes gayet iyi bilir. Bırakın benim kullanmamı benim yanımda bile kimse kullanamaz bu lafı.’’ Bunlar tarihsel görüntüler. Ne kadar çok insana ulaşırsa o kadar iyi olacak. İnsanlar bu konuşmalarla o başlıkları karşı karşıya getirdiğinde bu yaman çelişkiyi görecekler. Bir gerçek Ahmet Kaya portresi bir de medyanın kurguladığı Ahmet Kaya portresi var. Gerçeği hangisi, buna bakacaklar.