Bu; “suyu nasıl satarım?” kanunu!
İBB, torba yasa kanununa dayanarak su havzalarında mutlak koruma alanlarını 100 metreden 10 metreye düşürdü. Bu kanundan cesaret alındı. 10 metreye düşmesi havzaların kirlenmesi demek. Temiz suyu korumayacağız, kirleteceğiz, sonra da arıtacağız demek. Arıtma maliyetleri artacak. 10 metre kararıyla birlikte bu alanlar korunamayacak ve hatta inşaata açılacak. Bu, tam bir ranttır.
Zuhal Aytolun/CumhuriyetSu, bizim için yaşamsal önemi olan ortak kaynaklarımızdan biri. Ayrıca doğadaki döngünün en önemli parçalarından. Düşünün ki durum, içme suyundan kullanım suyuna kadar üzerinde hak iddia edemediğiniz, erişemediğiniz bir hale gelmiş. Hazırlanan Su Kanunu Tasarısı tam da bu tartışmaları gündeme taşıyor. Bu tasarı, ekolojik bir kaygıyla mı yoksa ekonomik bir kaygıyla mı hazırlandı? Peki su kanunu tasarısı neyi hedefliyor? Sonuçları neler getirecek? Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi üyelerinden Mevhibe Gözdelioğlu anlatıyor...
Su, ortak kaynaklarımızdan biri. O yüzden de zaten sınırlı olan bu kaynağı iyi korumamız gerekiyor. Peki bu Su Kanunu Tasarısı'nı nasıl değerlendirmek gerek?
Açıkçası bu taslağı ilk okuduğumda, bunun “Suyu nasıl korurum”dan ziyade, “Suyu nasıl satarım” düşüncesini belirlemeye çalışan bir yasa olduğunu gördüm. Çerçevesi tamamen bu yönden çizilmiş. Korumanın, bu yasada korumak için değil, kullanmak için korumak olduğunu görüyoruz.
Bu yasa tasarısı kanunlaşırsa, pek çok noktada hak ihlali karşımıza çıkacak. Bu, hem çevrenin biyo çeşitliliğini önemsemiyor, hem de suya erişim hakkını kısıtlıyor. Diğer yandan da kullanım hakkı özel sektöre geçiyor. En dikkat çekici noktaları neler?
Ekolojik denge adına korunan bir durum yok. Açıkçası suyun ticarileşmesiyle ilgili adımlar hep atılmaya çalışılmıştır. Ancak bu kadar açık ve bu kadar pervasızca yapılabileceğini hakikaten hiç düşünmemiştik. Bu kanun, torba yasayla ilgili kanunla birlikte kıyı ve meralarla ilgili düzenlemeyi de içeriyor. İBB, torba yasa kanununa dayanarak su havzalarında mutlak koruma alanlarını 100 metreden 10 metreye düşürdü. Bu kanundan cesaret alındı.
10 metreye düşmesi neyin göstergesi?
Bu, havzaların kirlenmesi demek. Temiz suyu korumayacağız, kirleteceğiz, sonra da arıtacağız demek. Arıtma maliyetleri artacak. 10 metre kararıyla birlikte bu alanlar korunamayacak ve hatta inşaata açılacak. Bu, tam bir ranttır. Halkın ortak kullanım alanları olan bu yerler, özel şirketlere devredilecek. Temiz kaynaklar kirletiliyor, sonra da başka yerden su taşıdım deniyor. Böyle olunca suyun birim maliyeti de artıyor ve halkın suya erişimi engelleniyor. Havzaların 10 metreye düşürülmesi zaten korumamak demektir. Ekolojik dengeye darbe vuruyor, havzaların taşınımını planlayarak ekolojiyi bozuyorsunuz.
Diğer maddelerde de dikkat çekici noktalar var. Ayrıca bir takım tanımlar da söz konusu.
Evet evet. Su kalitesinden söz etmiş, çevresel kalite standardı getirilmiş. Böyle bir standardı getirmek mümkün değil. Asgari su akışı deniyor. Suyu doğaya kontrollü verme yetkisini yasa maddesiyle meşrulaştırılmış. Ama doğal su kaynaklarımızın ekosistem üzerindeki etkileri tam olarak hesaplanamaz. Kıyı sularında, 1852 m'ye kadar dolgu yapılabilmesi öngörülüyor. Bu, deniz ekosisteminin tahribidir. Ayrıca başka bir madde de taşınmazın malike ve ihtiyacı kadar su kullanım hakkı tanıyor. Bu da halkın suya erişimini yasaklıyor. Bilgi konusu çok önemli. Bilgi tek elde toplanacak ve bilgiyi devlet satar hale gelecek. Tüm yetki tek elde ve bunu istediği şirkete devredilebiliyor. Diğer yandan tasarıda kamulaştırma diye bahsedilen, direk el koymadır. Bu kanunla devlet girişimci rolü oynuyor. Bambaşka bir alana soyundu ve bu yapısıyla sanki şirketmiş gibi davranıyor. Talan çok fazla! Tarif etmek bile zor.
Peki bu tasarı hazırlanırken, birliklerden, STK'lardan, özel sektörden ya da konuyla ilgili mühendislerden fikir alarak bir ortak akıl oluşturma yönüne gidildi mi?
Yok. Asla böyle bir durum yaşamadık. Torba yasayı da karambole getirdiler ve önümüze sundular. İlk kez böyle bir şey gördük. Torba yasa ve su kanunu yasalaşırsa, işte o zaman çok korkunç. Öyle ki herkese deli gömleği giydirsinler o günden sonra. Biz, bir çok STK sadece bu konuya yoğunlaştık. Çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Zaten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı geldi, Türkiye'nin tapusu bu bakanlığa verildi. Ayrıca yasa tasarısında Su Yönetimi Yüksek Kurulu yetkileri de tartışmalı.Burada inanılmaz yetkili bir kurul var ve en büyük sorun da hukuki tüm yolların bu yasayla kapatılması. Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu maddeleri de hiçe sayılıyor, etkisizleştiriyor.
Su savaşları kapıda...
Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre içme suyu kaynakları 2040 yılına kadar küresel talebe yanıt veremeyecek. Hal böyle olunca da su savaşları yeni gündem maddesi olacak. Türkiye de sınırlı su kaynakları olan bir ülke. Bu tür bir yaklaşım, Türkiye'yi nasıl etkileyecek?
Türkiye, su kaynağı açısından kıt bir ülke. Normalde çok fazla su kaynağımız varmış gibi görünüyor ama dünya rakamlarına bakıldığında oldukça sınırlıyız ve süreç çok hızlı gelişiyor. Tamamen su kaynakları özelleştirilecek, diğer yandan o yörede yaşayan halk, ekosistem, ekolojik çeşitlilik etkilenecek. Bunun sonuçları hesaplanamayacak kadar büyük olabilir. Ardından sosyal adaletsizlik söz konusu. İçme suyunun erişilmez olması bir sosyal adaletsizlik. En temel hak, suya erişim. Bu kanun taslağına göre su ticarileşiyor, özel şirketlere pazarlanıyor ve her türlü müdahale hakkı doğuyor.
Bu taslağa göre çiftçiler tarlasının yanından geçen nehri kullanamıyor. Kullanıyorsa ücretini ödüyor. Halk bunun ne kadar farkında şuan?
Tabii ki. Çünkü orası artık özel şirketin elinde olacak. İstersen sayaç takarım, bunu sana satarım diyecek. Ayrıca ne kadara satacak? Can suyundan söz ediliyor. Can suyunu hesaplayamazsınız, ekosistemi hesaplayamazsınız. Halk çok bilinçlenmeye başladı. Özellikle köylüler pek çok şeyin acısını birebir çektiği için tepkilerini göstermeye başladı. Bize gelen çok sayıda telefon var.
Son olarak, aslında suyu korumak için ne yapılmalı?
Su kaynaklarındaki çalışmaların hepsi enerji politikalarıyla ilgili. Enerji açığı bahane ediliyor, suyun ticarileşmesi gündeme geliyor. Bu, tüm dünyada böyle. Verimlilik hayata geçirilmeli ama hiç adım atılmıyor. Dolayısıyla HES'lerle ekoçeşitlilik bozuluyor, doğadaki bütün canlılar yok sayılıyor; kuşuyla, hayvanıyla, toprağıyla. Gelişmiş ülkeler güneş enerjisi teknolojisine gidiyor. Özellikle Almanya yatırımlarını bu yönde yaparak verimlilik sağlıyor. Hükümet diyor ki, 2023'e kadar 150 bin megawatt'ın üzerinde enerji üreteceğiz. Peki bu kadar enerjiyi ne yapacağız? Madenleri, suyu satarak, doğaya zarar vererek girilen bu geri dönüşsüz yolda 150 binle ne yapacaksınız? En iyi yol zarar vermemek, korumak, kirletmemek... Amaç bu olmalı. Diğer türlü bir bakış açısı doğayı korumak ve yaşamı savunmak fikrine tamamen ters. Hiçbir yerden su taşıyamayız. Suyu tehlikeye atarak, insan soyunun devamını da riske atıyoruz. Ekosistem bir zincir, doğada her şey birbirine bağlı. Her şeyin birden etkileneceğini düşünemiyorlar. Biz, oda olarak görüşümüzü bildirdik. Bu tasarının geri çekilmesini istiyoruz. Sonraki adımda da diğer STK'lar ve birliklerle yargı yoluna gideceğiz.