Bu sergide Türkiye yok, ama var
DEPO’da 15 Aralık’a kadar açık kalacak sergide, devletler tarafından halklardan dilenen 8 özür vakası gözler önüne seriliyor. Serginin aynı adlı kitabı da İletişim’den çıktı. Serginin küratörü Önder Özengi, “Bu sergide Türkiye yok, ama aslında var” diyor.
Ayşegül Özbek / CumhuriyetBir yıl boyunca üzerinde “doktora tezi” gibi çalışılmış bir sergi bu. Türkiye için “artık yüzleşme zamanı” çağrısı gibi... “Bir Daha Asla! Geçmişle Yüzleşme ve Özür” sergisi dünyada devletler tarafından halklardan dilenen kayıt altına alınmış 200’e yakın özrün içinden 8 özür vakasını ele alıyor.
Avustralya’nın Aborjinlerden, ABD’nin Japon Amerikalılardan, Almanların Yahudilerden, İngiltere’nin Kuzey İrlanda’dan, Bulgaristan’ın Türk azınlıktan, Sırbistan’ın Bosnalı Müslümanlardan, Şili’nin Pinochet dönemi hak ihlalleri için Şili halkından özrü ve Cezayir’in sömürgecilik için Fransa’dan beklediği özür.
Gazetelerde çıkan fotoğraflardan, devletlerin resmi arşivlerine, bireysel olarak toplanan görüntülere kadar video, belge, fotoğraf pek çok kaynaktan yararlanılmış.
Serginin proje koordinatörü Asena Günal ve küratör Önder Özengi aynı zamanda sergi kapsamında İletişim Yayınlarından çıkan aynı adlı kitabı yayına hazırladılar. Tüm dünya için “Bir daha asla” demek için...
Sergi, DEPO’da 15 Aralık’a kadar açık kalacak.
‘TARİHSEL ÖNEMİ GÖZETİLDİ’
- Fransa’dan özür bekleyen Cezayir ve Bulgaristan’ın Türklerden özrü de var sergide. 8 vaka nasıl seçildi?
A.G.: Sergideki vakaları seçerken hem tarihsel önemlerini hem de Türkiye ile bağlarını gözettik. Vakalar, serginin akademik danışmanı Elazar Balkan’la yaptığımız atölyede netleşti.
Fransa’da resmi olarak bir özür yok, ama özür talebi var ve Fransa’da sömürgecilikle hesaplaşma anlamında bir değişim söz konusu.
Müslümanlara yapılan kıyımları göstermek buradaki izleyicileri yakalamayı kolaylaştırdı. Tophane’de beraber çalıştığımız ustalar, ilk kez bu sergide içeriği yakından incelediler.
Ö.Ö.: “Fransa özür dilemedi” demek bununla hesaplaşmadığı anlamına gelmiyor. Sömürgeciliğin ve Cezayir Savaşı’nın vahşeti tartışılıyor, bunu tanıyan yasalar çıkarılıyor, ders kitapları değiştiriliyor. Yani ilerleyen bir süreç var demek istiyorum.
İncelediğimiz vakalarda özür bazen Şili’de olduğu gibi hesaplaşma sürecini başlatıyor. Ama bazen de soruşturma sürecinin sonunda geliyor. Kanlı Pazar örneğindeki gibi.
‘ÖZÜR KOLAYCA GELMİYOR’
A.G.: Hiçbir özür kolayca gelmiyor. Toplumsal mücadele çok önemli, sergide bunu da göstermek istedik. Ayrıca bu mücadele sadece özre yoğunlaşmıyor. Amaç, adalet duygusunu onarıcı bir hatırlama kültürü inşa etmek ve tamamlayıcı politikalarla mağduriyeti gidermek.
Bu kıyımların failleri bulunsun, yargılansın, cezalandırılsın, tazminat ödensin, bellek mekanları açılsın isteniyor. Biz de sergide özür meselesini, geçmişle hesaplaşma denilen alanın genişliği içinde göstermeye çalıştık.
Türkiye’de okullara, meydanlara katliamları yapanların adları verilmiş. Mesela 24 Nisan’da alınıp götürülmüş Ermeni entelektüellerin adlarını okullara, meydanlara vermeyi tahayyül etmek de bu alanın bir parçası.
‘POLİTİK ÖZÜR BAĞLAYICI’
-Türkler kişisel özürler anlamında bile çok zayıftır. Toplumsal olaylarda da parlak bir tarihimiz yok... Özür olgusunu nasıl ele aldınız?
Ö.Ö.: Kişisel özürlerde sadece sözel bir özür bildirimi yaparsınız. Ama politik özürlerin simgesel bir önemi, devletin özür dilemesinin bir bağlayıcılığı vardır. Yani yasal düzenlemeler, mahkemeler ya da “bir daha asla” olmaması için birtakım yasal önlemler alınmasını kapsar.
Baktığımız vakalarda özre giden yoldaki hukuksal ve kurumsal yazılara, raporlara, mahkeme kararlarına baktık. Araştırma yaparken rastladığımız bir diğer şey ise geçmişle hesaplaşma sürecinin derinliğinin bu konudaki arşivlere de yansıması.
Görsel ve resmi belgelerin ortaya çıkarılması ve herkes tarafından ulaşılabilir olması, hesaplaşmanın da bir ölçüsü olarak karşımıza çıkıyor.
‘KATİLLER BULUNSUN!’
A.G.: Özürler her zaman tatmin edici olmayabiliyor. Sırbistan, Srebrenitsa ile ilgili özür diliyor ama Srebrenitsa Anneleri’nden bir kadın “Bu benim için bir şey ifade etmiyor. Kocamın, oğlumun katillerinin bulunmasını ve cezalandırılmasını istiyorum” diyor. Aborjinler “Tazminat verilmedi” diyor.
Ya da Amerika, Japonlardan özür diliyor, ama hâlâ Guantanamo üssü açık ya da Afganistan’ı bombalıyor. Aslında bu özürler o devleti tamamen adil devlet yapmıyor. Yine de bu özürler birer kazanımdır.
Ö.Ö.: Özür, devlet ve toplum arasındaki eşitlik için de önemli bir adım. Geçmişle hesaplaşma talebi toplumların eşitlik ve adalet mücadelesinden ayrı düşünülemez. Bir devletin hatası için özür dilemesi yok saydığı toplulukları tanıması, onu eşiti olarak kabul etmesi anlamına da gelir.
‘BENZERLİK AKILDAN GİTMİYOR’
-Ermeniler, Kürtler, Dersim, 6-7 Eylül, 12 Eylül... Türkiye listesi böyle uzayıp gidiyor. Sergiyi Türkiye’yle nasıl ilişkilendirdiniz?
A.G.: Zaten o benzerlik akıldan gitmiyor ki. Avustralya’da Aborjin çocukları alıp eğitiyorlar, beyazlaştırmaya çalışıyorlar. Nasıl burada Kürtleri Türkleştirmeye çalışıyorlarsa... Kampa gönderme, Varlık Vergisi ödemeyenleri Aşkale’ye göndermeyi hatırlatıyor. Şili’deki darbe görüntüsü benim için 12 Eylül görüntüsü.
Ö.Ö.: Türkiye’nin görsel hafızasına yakın görseller seçmeye çalıştık. Kanlı Pazar fotoğraflarını seçerken aklımızda Gezi direnişinin fotoğrafları vardı, Şili’deki annelerin mücadelesine bakarken de Cumartesi Anneleri. Bu sergide Türkiye yok, ama aslında var. Sadece Türkiye’de özür ve geçmişle hesaplaşma bu kadar net ve kurumsal bir şekilde ilerlemiyor.
-Bir Daha Asla ismine nasıl karar verdiniz?
G: Çok güçlü ve yalın bir slogan bu. Sergide yer alan özür konuşmalarında geçiyor: Şili’de “Nunca mas”, İngiltere ve Avustralya’da “never again” şeklinde. Özürlerin amacı “bir daha asla” bilinci oluşturmak, geçmişte olan kırımın ahlaki ve hukuki açıdan suç olduğunu zihinlere kazımak ve benzer suçların tekrarlanacağına dair alametler belirdiğinde engel oluşturmak.
-Bu sergi yurt dışında açılsa ve Türkiye de listeye alınsa neresinden ele alınırdı acaba?
A.G.: Sivil toplum mücadelesini anlatabilirsin. Cumartesi Anneleri, sergiler, konferanslar, kitaplar... Ermeni meselesinde en azından sivil toplum düzeyinde bir yerden bir yere gelindi. Devlet düzeyindeki değişim daha yavaş oluyor.
Ö.Ö.: Ama bu Türkiye’ye özgü bir durum değil, baktığımız ülkelerde de bu işler hiç kolay ilerlememiş.