Bu savaşın mağdurları bizim çocuklarımız

Meclis'te yaşanan 'başsağlığı' ayrımcılığı Sırrı Sakık'ın acısını bir kez daha tazeledi geçen hafta. Sedar'ın yaşarken de ayrımcılığa uğradığını ve işini kaybettiğini söylüyor Sakık. 'Eğer genç yaşta bir çocuğumuzu kaybediyorsam, bu yaşadığımız savaşın sonucudur' diyor ve acıda bölücülük yapılmamasını istiyor.

cumhuriyet.com.tr

Eşi öldüğünde mezar yeri vermek istemediler. Açtığı lokantayı saldırılar nedeniyle devretmek zorunda kaldı. Oğlu Cenk, ülkücüler tarafından bıçaklandı. Diğer oğlu Sedar’ın açtığı kuru temizlemeci kara propaganda nedeniyle battı. Sırrı Sakık, Sedar’ın intiharının ardından acısını paylaşmayan Meclis’e isyan ederken “ayrımcılık yapmayın” diyordu.

BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın 25 yaşındaki oğlu Sedar Sakık’ın intiharından sonra sosyal medyadaki nefret söylemi ve yaşadığı “acıda ayrımcılık” belleklerde. Sedar “üç ağaç” anlamına geliyor. Sırrı Sakık üç oğlundan birini, “üç ağacından” birini yitirdi. Sedar’ın intiharından sonra zaman zaman “bir dönemin sorumlusu olarak işaret ettiği” Tansu Çiller, Mehmet Ağar gibi isimler kendisini arayarak şaşırttı; bazen de isyan ettiği “ayrımcılık”lar yaşadı.

Geçtiğimiz günlerde TBMM Başkanvekili Mehmet Sağlam, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural’ın annesini yitirdiği haberi gelince kürsüden “heyet adına başsağlığı” diledi. Bunun üzerine Sırrı Sakık “Yaramı deştiniz. Ben sizden bir parçayım. Biz, bu arkadaşlarımız, grubumuz yakınlarımızı kaybettiğimizde neden aynı hassasiyeti göstermiyorsunuz. Herkese gösterdiğinizi Kürtlerden niye esirgiyorsunuz. Ayıptır, günahtır” diye isyan etti. AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş “Bırak Kürt edebiyatı yapmayı, Kürtçülük yapma” diye bağırdı. Sakık “İnsanlıktan pay almamışsınız” derken, AKP’li milletvekilleri “Edepsiz” diye laf attı. Sırrı Sakık’la Sedar’ı kaybettiği günden bu yana yaşadıklarını konuştuk.

- Meclis’teki çıkışınız hangi birikimin sonucuydu?

- Acılarımızı bir türlü ortaklaştıramadık bu coğrafyada. Birkaç gün önce Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’un babası vefat etmişti. Gruplar başsağlığı ve acılarını paylaşmak üzere söz aldılar. Meclis Başkanvekili, Meclis adına başsağlığı dileklerinde bulundu. Çok insani, böyle olması gerekir. Oktay Vural’ın annesi yaşamını yitirince yine mesajlar oldu. Parlamentodayız, birlikte her gün yüz yüze bakıyoruz, bizim grubumuzda da birçok arkadaşımızın annesi, babası, yakınlarını kaybettiği dönemler oldu, ne hikmetse bize bir tek başsağlığı mesajı olmaz. İsyanım bunaydı. Onları insanlığa davet ettiğimizde bulabildikleri tek sözcük var, toplumun hassasiyetleri açısından, bölücülük. Bunun neresi bölücülük? Aslında bölücülüğü bunların bu anlayışında aramak lazım. Bu acıyı diliyorum, umuyorum Allah hiç kimseye yaşatmasın. Her ölüm erkendir ama genç ölümler daha çok erken ölümlerdir. Bunlara dayanamadığım için serzenişte bulunduk. Ben evladımı yitirdikten sonra Meclis’e geldiğim gün parlamentoda onlarca milletvekili geldi acımızı paylaştılar, Meclis Başkanvekili bana selam verdi -ben divan üyesiyim- ama acımızı paylaşabilirlerdi, paylaşmadılar.

- Meclis’te tüm partilerden taziye oldu mu? Sizi en çok şaşırtan telefonlar kimlerden geldi?

- Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM Başkanı aradı, geldiler, acılarımızı paylaştılar. Sayın Devlet Bahçeli Meclis’te geldi. Bir dönemin sorumlusu olarak hep işaret ettiğim Tansu Çiller, Mehmet Ağar’ın araması beni şaşırttı. Sadece parlamentoda değil, bu coğrafyada yaşanan bütün acıları paylaşabilmeliyiz. Ölen bir askerin de polisin de gerilla ailesinin de acılarını paylaşabilmeliyiz. Acıların arasına mesafe koymamalıyız. Acılarımızı paylaşanların sevgi yumağına teşekkür ediyorum. Irkçı, milliyetçi kesimlerin sosyal medyadaki dehşet verici mesajlarından utanıyorum. Ama hayatın sadece ırkçılardan ibaret olmadığını biliyoruz. Biz iki yerde taziye yaptık, Ankara’da ve Muş’ta. Beni en çok etkileyen Roboskili aileler oldu. 10 saatlik yolculuktan sonra geldiler, “Sedar’ı 35. evladımız olarak hissediyoruz” dediler. Ben o vahşeti gören biri olarak, hiç olmazsa Sedar’ın bedenini alıp götürebildim, onların çocuklarının bedenleriyle katırların bedenlerinin iç içe girdiği o tabloyu gördüm. Bizim acılarımız onlarınkinin yanında okyanusta bir damla gibi.

- Siz şehit cenazeleri geldiğinde ne hissediyorsunuz? Taziyeye gidebiliyor musunuz?

- Ben birçok şehidin ailelerini arıyorum. Bu kadar sokağın tetiklendiği bir yerde ben Kocatepe Camisi’nde bir askerin cenazesine katılamam. Bizim Eşbaşkanımız Selahattin Demirtaş, Gaziantep olayından sonra cenazelere gitmek istedi. Sokağı o kadar çok tetiklediler ki, il ilçe binalarımız yerle bir edildi. Bu iklimde nasıl cenazeye gidebilirsiniz? Emin olun ölen askerin de polisin de gerilla ailesinin de acılarını yüreğimde hissediyorum. Kimine telefonla kavuşabiliyorum, kimi telefonlarımıza cevap vermiyor. Bu insanların bu savaşın mağduru olduklarına inanıyoruz. Bu savaşın mağdurları bu ülkenin yoksullarıdır. Gözyaşı, acılar bizi birleştirmiyorsa neyi paylaşabiliriz?

- BDP’liler sık sık “Meclis’in zencileriyiz” der. Meclis’te ne tür ayrımcılıklara maruz kaldınız?

- Yüzlerce kez ayrımcı politikalarla karşı karşıya kaldık. Kan vermeye gittim, bir memur bana “siz kan vermekten mi, kan almaktan mı hoşlanırsınız” dedi. Bunu bütün gazeteciler duydu ama gazeteciler onun lehinde beyanda bulundular. Bu eğer bir başka milletvekiline yapılsaydı anında o memurun işine son verilirdi, neredeyse adamı terfi ettirdiler. Hakkâri milletvekilimiz, Cumhurbaşkanı ile bir yurtdışı seyahatine çıkacakmış, telefon gelmiş, annesi vefat etmiş, arayıp bildiriyor, gelemeyeceği için özür diliyor. Bir başsağlığı yok. Sizi yok hükmünde sayıyorlar. Birçok meclis başkanının yurtdışı seyahatlerine bizim grubumuz dahil edilmedi. Eşbaşkanlarımızın odalarına bakın ayrımcılığı görürsünüz.

- Eşiniz Gülsima’nın ölümünden sonra da mezar yeri tartışması yaşanmıştı...

- Gölbaşı’nda mezar yeri sorun oldu. Biz buraları yurt olarak görüyoruz, ailemin bütün ısrarına rağmen eşimi burada defnettim. Aslında hepimiz bu yaşanan savaşın mağduruyuz. Eşim çok sağlıklıydı, alkol, sigara yok, ama her gün çocuklarımıza okulda saldırılar olurdu, ben ve eşim okulların kapısında nöbet beklerdik. Sedar birkaç kez saldırılara maruz kaldı. Kimliğimizden dolayı saldırılara uğradı çocuklarım, ortanca oğlum Cenk 7- 8 yerinden bıçaklandı ülkü ocakları tarafından saldırıya maruz kaldı. Eşim öldüğünde Gölbaşı Belediyesi AKP’deydi. Bize mezar yeri vermediler. AKP’den birçok önemli şahsiyetleri devreye koyarak, astronomik rakamlarla bir mezar yeri bulduk. AKP belediyeyi kaybettikten sonra MHP aldı, MHP’liler AKP’yi “Teröristlerin eşini buraya defnettiniz” diye eleştirdi. O ara, eşimin mezarını Muş’a nakledeyim, dedim. Gerginlik nedeni olabilir diye acılarımı içime gömdüm, kalsın, dedim. AKP’li belediye başkanı seçimleri kaybettikten sonra, size özür borcum var, yanlışlığımız oldu, dedi. Sedar’ı annesinin yanına gömdük. 5 kişilik bir aileydik, 5 yıl içinde 2 kişiyi Gölbaşı’ya defnettik.

Kamuoyuna günah sadece bizdeymiş gibi yansıtılıyor

- Dökülen kanlar da Türk milliyetçiliğini tetiklemiyor mu?


- Doğrudur. Bu siyaset dünyası tetikliyor. Bunun günahı sadece bizlerdeymiş gibi kamuoyuna yansıtılıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar Kürtlere farklı hukuklar uygulanıyor, Kürtlere, Alevilere hiçbir kurumda hayat hakkı yok. Biz de bu savaşın mağdurlarıyız.

- Diyarbakırlı gençler de Kürt olmayanlara “TC vatandaşı” diyor. Bu kutuplaşma ortamında kan dökülmesi nasıl engellenecek, nasıl çözüm bulunacak?

- Bu kutuplaşmayı bu siyaset dünyası yaratıyor. Yapılan bir ankette Kürtlerin yüzde 78’i birlikte yaşamak istiyor, Türk kesiminde bu çok daha az. Biz son kuşağız. Bizlerle diyalog kurulursa, ortak paydalarımız var, ama yeni nesille çok ortak payda yok. Kürt öğrenciler dışlanıyor, polis desteğinde Alperenlerin, ülkü ocaklarının saldırısına maruz kalıyor. Açlık grevlerinde Bursa’da aileler çocukları ölmesin diye sokağa çıkıyor, Kürt mahallesini yerle bir ettiler. Ölüye saygısızlık olur mu? Evrensel hukuka göre saygısızlık etmemen gerekir, dini literatüre göre yine saygısızlık etmemelisin. Diyarbakır’da ölen iki gerillanın cenazesine saldırı gerçekleştirildi. Tabuta gaz bombaları, tazyikli sularla saldırıldı. Bu nefret hayatın her alanında var. Düşmanca bir ortamda sığınabileceğin tek liman hukuk. Ama tam tersine yandaş bir hukuk, siyasal iktidarın ihtiyaçlarına cevap verecek bir hukuk sistemimiz var.

- Çözüm için AKP’ye çok umut bağlayanlar olmuştu. Şimdi dokunulmazlıkların kaldırılması gündemde. Umudunuzu koruyor musunuz?

- Hep umudumuzu korumaya çalıştık. Hâlâ umudumu korumak istiyorum. Ama inşallah ve maşallahla geçiştirmeye çalışıyorlar. AKP’den çok daha önemli şeyler bekliyordum. Hâlâ umudumu korumak, kollamak adına kendimi zorluyorum. Hiçbir savaş sonsuza dek sürmez. Bu savaşın bitmesi için hepimiz çaba sarf ediyoruz. Ne yazık ki, iktidarlar bu savaştan beslendikleri için hiçbiri bu savaşın durmasını istemiyor.

Bizim çocuklarımız bu savaşın mağdurlarıdır

- Bir süre önce de Meclis’te “Bugün devleti yönetenlerin çocukları mı askere gidiyor? Sizin çocuklarınız yurtdışında okuyup 20 bin dolarla holdinglerinizde işe başlıyor, bizim çocuklarımız da intihar ediyor” demiştiniz. İntiharın arkasında işsizlik gibi bir neden de mi var size göre?


- Eğer genç yaşta bir çocuğumuzu kaybediyorsam, bu yaşadığımız savaşın sonucudur. Sedar (altta) eğitimini bitirip geldikten sonra dil için yurtdışına gitti, geldi, çok iyi bir iş kurdular. Avrupa stili bir kuru temizleme mağazası açtılar. Ama kimliğimiz ortaya çıkınca kara propaganda başladı, PKK’liler burada iş yapıyor, diye. Bir başka yerde 30 liraya temizlenen bizde 14 liraydı. Ama kara propagandadan sonra işler durgunlaştı. Bu çocuğu da etkiledi. Bizim çocuklarımız bu savaşın mağdurlarıdır. Bizim eğitim alırken saldırıya uğramayan çocuğumuz yok, devletin hiçbir kapısında iş bulan çocuklarımız yoktur. Kürt siyasi cenahında siyaset yapanların hiçbiri devlette iş bulamaz. Sedar işini kaybetti, Ankara’da kimliğimiz çok ön plana çıkınca, İstanbul’da bir arayışımız oldu. Muş’ta çok büyük bir mal varlığımız vardı, Çiller döneminde işyerlerimizi kapattılar, köyümüzü yaktılar, ekonomik olarak bizi talan ettiler. Çocuklarımızın dönüp Muş’a gitmeleri çok zordu. İstanbul’da iş projemiz vardı, ömrü kafi gelmedi, Sedar acele etti. 2004’te de lokanta açmıştık Ankara’da. Aynı şeyler oldu. Kimliğimiz ortaya çıkınca saldırılar başladı, devretmek zorunda kaldık. Biz bir yere yemeğe gittiğimizde, giysilerimizi temizlemeye verdiğimizde kimlik aramayız, soy sop avcılığı bizde olmaz. Ne hikmetse bu coğrafyada milliyetçiliği o kadar çok tetiklediler ki. (Fotoğraf: Necati Savaş- Sırrı Sakık ortanca oğlu Cenk’le.)