Bu ne yerlilik, bu ne millilik böyle!

Yerliliğin ve milliliğin çok önemli bir bölümünün dilde saklı olduğunu söylememe bilmem gerek var mı, çünkü dil, bir dil topluluğunun ortak üretimidir ve o dil topluluğunun dünya algısına göre üretilmiştir.

Ülker İnce

Kim demişti adını hatırlayamayacağım ama birisi Yılmaz Özdil’in “ceset”inin camiye zinhar alınmaması gerektiğini söylemişti. Pek çok insan gibi beni de çok rahatsız etti bu sözler. Bunu söyleyen kişi herhalde Yılmaz Özdil’i öteki dünyada doğrudan cehenneme göndermekle görevli biriydi, Özdil yanlışlıkla cennete falan gitmesin diye söylemişti bunu. Demek ki özel yetkili insanlar var aramızda, biz onların kim olduğunu bilmeden onlarla iç içe yaşıyoruz. Kimin nereye gideceğine onlar karar veriyor.

Ama bu sözde beni çok rahatsız eden başka bir şey daha var, ben ondan söz edeceğim, yoksa yetki paylaşmak gibi bir niyetim yok. Söyleyeceğim şeyler “yerlilik ve millilik”le ilgili olduğu için yazıya bu başlığı verdim. Yerliliğin ve milliliğin çok önemli bir bölümünün dilde saklı olduğunu söylememe bilmem gerek var mı, çünkü dil, bir dil topluluğunun ortak üretimidir ve o dil topluluğunun dünya algısına göre üretilmiştir.

Dilimizde “ceset” sözcüğü var, “ölü” sözcüğü var, “cenaze” sözcüğü var, “naaş” sözcüğü var ve bu sözcüklerin hepsi aynı anlam alanını paylaşan sözcüklerdir. Dillerde aynı anlam alanını paylaşan sözcükler olur hep ama “eşanlamlılık” yoktur, aynı anlam alanını paylaşan sözcüklerin kullanımdan kazandıkları yan anlamlar bulunur çünkü. Örneğin “cenaze”, ölünün kefenlenmiş, gömülmeye hazır halidir, o yüzden “cenaze alayı/duası/namazı” gibi kullanımlar vardır; (ölü alayı/duası/ namazı diyemezsiniz); “cenaze”nin eski karşılığı da “naaş”tır ama “naaş” sözcüğünde ek olarak ölen kişinin bütün toplumca çok saygı duyulan biri olduğu anıştırması da bulunur. “Atatürk’ün naaşı” gibi.

Bir insanın cenazesi falan camiden kaldırılır (örneğin cesedi kaldırılmaz) cesedi morga gönderilir. Gelelim şimdi, “ceset” ve “ölü” sözcüklerine: Onlar da aynı anlam alanını paylaşan sözcüklerdir ama kullanım alanları biraz farklıdır. Kullanımdan kazandıkları yan anlamları vardır. Türk dilinde ormanda bir insan ölüsü bulunduysa ona, “Bir ceset” bulundu denir, burada vurgu “cansız”lık ve “kimliksizlik”tedir. Ya da tıp fakültelerinde kadavra üzerinde yapılan çalışmalar “ceset”ler üzerinde yapılır. Ama ölen annenizin “cesedi” yerine “ölüsü” sözcüğünü kullanmayı yeğlersiniz. “Annemin ölüsüne sarıldım, ölüsünü öptüm” gibi çünkü “ölü” sözcüğünün tersi “diri”dir. “Dirisinden ne hayır gördüm ki ölüsünden göreyim” denir, örneğin.

Diller, o dilleri konuşanların dünya algısını yansıtır, dedim. Türk dilini kullananlar bir yakınları ya da tanıdıkları öldüğü zaman onlardan genelde “ceset” olarak söz etmezler, “ölü” olarak söz etmeyi yeğlerler, bilincinde olmasalar da dilin koşullamasıyla ölümü hayatın, dirimin bir devamı olarak gördükleri için yaparlar bunu. “Ölü” dediklerinde canlılık da vurgulanmış olur. Türkçenin mantığına göre ölmek canlılıktan ölülüğe geçiştir. Çöpe atılacak bir şeye, çöpe dönüşmek değildir. Hatta Türk dili geleneğinde pek çok durumda “ölü” bile denmez, öldüğü söylenen kişiyle ilgili daha başka şeyler söylenecekse o kişinin adıyla sanı kullanılarak söylenir. Uzun sözün kısası Türkçede “ceset” demeyi gerektiren durumlar vardır, “ölü” demeyi gerektiren durumlar vardır.

Kimse kimseye böyle bir kural öğretmiyor elbette ama dili konuşanlar hiç düşünmeden bu kurala uyarlar. Benim aklıma hiçbir şekilde “Annemin cesedine sarıldım, öptüm,” demek gelmez, annemin, benim için her zaman yaşayacak olduğunu belirtmek için (dirisine sarılır gibi) “Ölüsüne sarıldım, öptüm” derim ya da hatta “Anneme...” derim.

Özdil’in (kendisine uzun ömürler dilerim) ölüsüne “ceset” diyen kişide en küçük bir yerlilik ve millilik kaygısı olsaydı Yılmaz Özdil için -hiç sevmese bile- “cesedi” demez “ölüsü” derdi, “cenazesi” derdi yani en has yerli malımız olan şeye, dilimize, dilimizdeki hayat ve ölüm algısına, gömülme geleneğine uygun bir şey söylerdi. Kendi kültürüne yabancılaşmak böyle başlar, diline yabancılaşmakla.