Bu kadar ağlayacağımı bilmiyordum
Emre Karayel, “Ben terazi burcuyum, kendisini çok ağır eleştiren, kolay kolay beğenmeyen bir adamım” diyor. Filmde bol bol ağlıyor. İzleyiciyi de bir hayli ağlatacak.
Emrah KolukısaYılların yapımcısı Baran Seyhan, bu kez yönetmen ve senarist kimliğiyle karşımızda. Gerçek bir hayat hikayesinden yola çıktığı ilk yönetmenlik denemesinde koyu mu koyu bir aşk hikâyesine imza atan Seyhan, izleyiciyi hüzünlü bir yolculuğa çıkaracak kanımızca. “Söz Vermiştin”in başrollerinde ise Emre Karayel ve Aslı Tandoğan var. “Bir Kadın Bir Erkek” dizisiyle uzun bir süre Demet Evgar ile birlikte ekranda boy gösteren Emre Karayel’i bir hayli özlemişti izleyici. Başarılı oyuncuyla filmden başladık, tiyatroya geçtik, sohbeti bir hayli koyulttuk...
Uzun yıllar “Bir Kadın Bir Erkek” gibi çok popüler bir dizide komedi oynadıktan sonra filmde dramatik bir rolle, bir aşk filmiyle izleyici karşısında olmak nasıl bir duygu? Hiç endişe duydunuz mu?
Açıkçası bizim yaptığımız komedi de aşk eğilimli bir komediydi. “Bir Kadın Bir Erkek” sevgi üzerine bir komediydi ve hep o ikisinin aşk üzerine inşa etmiştik komediyi. Ama komediydi sonuçta, ritmi, tavrı, duyguları çok farklıydı. Ben bu hikâyeyi, “Söz Vermiştin”i okuduğumda gerçekten çok sevdim. Üstelik gerçek bir hikaye olduğundan habersiz okudum.
Bunu da ilk kez burada söylüyorum, okuduğum sırada “Düğüm Salonu”nu çekiyorduk ve çok acil okumam gerekiyordu, süratle karar vermem gerekiyordu, o yüzden sol tarafları okumadan senaryoyu okudum ve bayıldım.
Çünkü sol taraf, yani açıklamaların yazdığı taraf değişken bir şeydir aslında. Yönetmen fikir değiştirebilir, oyuncuyla birlikte yeni bir şey üretebilirler... Rolün bu kadar duygusal bir adam olduğunu, bu kadar ağladığını açıkçası bilmiyordum. Sonra okuduğumda bir tık korkmadım değil, ne yalan söyleyeyim.
‘ERKEK İÇİN AĞLAMAK ZOR’
Neydi korkunun sebebi?
Biz erkekler için, özellikle Türk erkekleri için ağlamak bence zor bir şey. Nedense zor bir şey. Oysa, geçen bir yerde okudum, diyor ki, tek başına ağlayan insanlar çok cesur çok duygusal ve çok güçlü insanlardır aslında. Kimseye duygu sömürüsü yapmadan ne yaşıyorlarsa, mutluluk gözyaşıysa da hüzün gözyaşıysa da bunu tek başlarına yaşarlar. Ama gene de ağlamak zor bir şeydir, ondan biraz tedirgin olmuştum açıkçası.
Filmi izledikten sonra ne düşündünüz?
Ben terazi burcuyum, kendisini çok ağır eleştiren, kolay kolay beğenmeyen bir adamım. Daha önce yaptığım işler için de geçerli bu, şimdi beraber izlesek yeniden çekelim derim hepsini. Öyle bir adamım çünkü. Ama bu biraz da mesleğime olan saygımdan, her zaman daha iyisini yapabileceğime olan inancımdan geliyor.
Keşke daha çok zorlasaydım diye kendime kızan biriyimdir hep. Bunun da benim mesleğimde bana faydası olduğunu düşünüyorum. Ama kendimi çok ağır eleştirdiğimi söylerler genellikle. Mesela Serdar Abi’ye açıp sordum, Serdar Akar’a, o önceden daha kurgu aşamasında izlemişti filmi...
Galiba gözleri de dolmuş izlerken, “Oğlum sen niye böyle yapıyorsun, gayet güzel olmuş, güzel oynamışsın” diye konuştu. Yani ben biraz öyle bir adamım işte.
‘ASLI BENİM ŞANSIMDI’
Aşk filmlerinde partnerlerin uyumu, kimyası çok önemlidir. inandırıcı olmanın ilk şartı o kimyadır çünkü. Bu anlamda Aslı Tandoğan ile nasıl bir kimya yakaladınız? Birbirinize çabucak ısındınız mı örne€in, önden çalı?tınız mı bu konuda?
Okuma provası yaptık uzun uzun. Hangi lafın neden yazıldığı, nasıl söylenmesi gerektiği üzerine tartıştık, ama Baran Abi’nin aslında film kafasında bitmişti okuma provasına başlarken. Bunu sette bize kademe kademe hissettirdi. Aslı ile o okuma sürecinde bizim o havayı yakalayacağımızı ben hissettim. Sanırım o da hissetti. Uyumlu bir kadın zaten, kendi sosyal hayatında da çok uyumlu, aile yaşantısında da öyle.
Zaten bir müzisyen aynı zamanda, duygu ve duygusallık becerisi sadece oyunculuğunda değil, aslında parmaklarında, arp çalan biri çünkü.
Gerçekten çok açık bir kadın oyuncu Aslı, bu iş için benim şansımdı doğrusu. Çünkü bazı sahneler zordur, aşk filmlerinde o yakınlaşma, o sıcaklığı, gerçekliği hissettirmek zordur. Aslı’ya buradan sizin aracılığınızla teşekkür etmek isterim, hiçbir zorluk yaşamadık. Nasıl daha iyisini yaparız, nasıl daha üzerine koyarız, hep bunu tartıştık. Bu sıcaklık da filme yansımış bence.
Sizin oynadığınız müzik prodüktörü karakteri de ayrıca bir sıcaklık katmıştı filme...
İşte o hep Baran Abi’nin vefası bence. Baran Abi neo-klasik bir adam, yani müziğin eski yoğunluğunu, eski coşkusunu, bir albüm aldığında sadece müzik dinlemek değil, açıp kimin bestelediğine, sözleri kimin yazdığına baktığımız dönemlere sahip çıkmamız gerektiğine inanan bir insan olduğu için biraz öyle bir havası hakikaten.
SİSTEM DEĞİŞMELİ
Biraz tiyatrodan söz edelim. Tek kişilik oyununuz “Oksimoron” bu sezon da devam edecek herhalde.
Evet edecek. Galiba artık tiyatro, bir süre öncesine göre oyuncular tarafından daha çok tercih edilmeye başladı. Evet, çünkü bence biraz dizilerin uzunluğu etkili oldu bunda. Bu sürelerin uzunluğu çok sevilen bazı ünlü isimlerin, başrol oynayan daha çok, kaldıramayacağı bir hale geldi. Kimseyi yermek ya da eleştirmek adına söylemiyorum; biraz bu gerçekle yüzleşmek zorundayız, çünkü 180 dakika dizi gördüm televizyonda ben ve filmi biz altı haftada çekiyoruz 108 dakika...
Bu gerçekten set ekibi açısından da çok zor, oyuncu için de çok zor. Yani karmayı bozmak istemiyorum ama “Dizi gelse sevinir miyim, bilemiyorum” diyen çok oyuncu arkadaşım var benim. Yani bu sistemin mutlaka değişmesi lazım. Oyunculuğu seven insanlar hepsi de ve bir yerde bir şey yapmak istedikleri için, dizi yaptıkları zaman da tiyatro yapacakları zaman kalmadığı için ve yapamadıkları için ve bence özledikleri için bu yeteneklerini tiyatro sahnesinde değerlendirmeyi tercih ediyorlar. Haklılar.
ÇOK GÜZEL YAPILARIMIZ VAR
İşin güzel tarafı izleyici de tiyatroya artık daha fazla ilgi gösteriyor. Belki de ünlü isimleri daha çok sahnede görmeye başladığı için...
Bu da bir tiyatro sanatçısı olarak beni çok sevindiren bir şey. Keşke salonlarımız da daha fazla buna hizmet eder düzeyde artabilse. Oyunlarımız artıyor ama bunu karşılayacak düzeyde ve kalitede yeteri kadar salonumuz yok. Özellikle İstanbul’da. Bence Kültür Bakanlığı’nın bu konuya çok ciddi el atması lazım. Çok güzel eski yapılarımız var, onların tiyatro salonuna dönüştürülmesi, kültür merkezi haline dönüştürülmesi, ama konferans salonu olarak değil gerçekten kültür merkezi, operanın, balenin, tiyatro ana sanat dallarının icra edilebileceği mekânlar haline gelmesi bu hareketliliği daha da yukarı taşıyacaktır.
TİYATRO SALONU ÖZEN İSTER
Beyoğlu’nda bile sadece bu tanıma uyacak ne çok eski yapı, hatta salon var...
Her yere alışveriş merkezi yapıyoruz ama... Onların içerisinde de tiyatro salonu adı altında salonlarımız oluyor ama ilk etapta ya dolmazsa kaygısıyla konferans salonu yapıyorlar aslında. Tiyatro salonu başka bir şeydir oysa, özen gösterilmesi gerekir... Akustiğinin düşünülmesi gerekir, sofitasının düşünülmesi gerekir. Bunu yapacak insanları bile kaybettik, anlatabiliyor muyum... O mimariye sahip bilgiyi bile kaybediyoruz.
“Oksimoron” Tatbikat Sahnesi’nde izleyiciyle bulu?uyor. Erdal Be?ikçioğlu ile nasıl bir araya geldiniz?
Erdal, Robert Dubac’ın bir oyununu bulmuş... O dönemde ben de sahnede bir şeyler yapmak istiyordum ve sanki tek başıma yapmak daha çok istediğim bir şeydi. Hatta belki stand-up bile denerim diyordum. Bunun üzerine Erdal, bu metni gönderdi bana ve tamamen aradığım kafada bir şey çıktı, cuk oturdu. Erdal da onu daha teatral bir hale getirdi, güzel kısaltmalar yaptı, güzel bir rejiyle sahneledi. Dolayısıyla Tatbikat Sahnesi’nde başladık ve izleyenlerin de çok keyif aldığı bir komedi oldu. Ana mekânımız Tatbikat, ama İstanbul’da Şevket Çoruh’un açtığı Baba Sahne’de de oynuyoruz, hatta 24’ünde Londra’da oynayacağız... Başka Avrupa ülkelerinde de oynamayı planlıyoruz.