Bu devran böyle gitmeyecek
Gezi direnişinde yaralanan ve yakınlarını yitirenlerin tek istekleri var: Adalet. “Tarihe not düşüyoruz” diyorlar, “Gelecek nesiller görecek yaşam için direndiğimizi. Bu devran böyle gitmeyecek ki.”
Hilal Köse / CumhuriyetTürkiye bundan 3 yıl önce Gezi Parkı’ndaki ağaç katliamı, sonrasında yaşanan polis şiddeti üzerine ayağa kalktı. 27 Mayıs Pazartesi günü iş makineleri 5 ağacı yerinden söktü. 28 Mayıs Salı günü parkta, nöbet tutan bir grup genç vardı.
O gün, kırmızılı kadının fotoğrafının çekildiği, ilk polis müdahalesinin yaşandığı gündü... O dönem BDP İstanbul Milletvekili olan Sırır Süreyya Önder, iş makinelerine kendini siper etti. Ertesi gün çevrecilerin çadırları sabaha karşı yakıldı ve tüm Türkiye’de direniş başladı.
Artık, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı... Yaşamını yitiren 8 gencin ailesi, yaralananlar, çevreciler hâlâ direnişe, mücadeleye devam ediyor. Yılmadan, bıkmadan, korkmadan... Gezi ruhu yaşıyor...
Evren Köse, parka gerçekten de aşkla bağlı. Havuzun etrafındaki gülleri gösterip "Güzel kokuyorlar, gidip koklasaydık" diyor bana. AKM'nin oradan parka girdikten sonra Evren'i bulmak için epey uğraştım. Divan Oteli'nin orada Gezi'den de önce sevgilisiyle buluştuğu ağacın altında bekliyormuş...
GAZ BOMBASI KAFATASINI PARÇALADI
‘Inatla yaşayacağız’
Evren Köse, elektrik teknisyeniydi. 11 Haziran’da Taşkışla’da, başından gaz kapsülüyle vuruldu. Kafası parçalandı. Şimdi 10 santimlik bir metal var o bölgede. Yaşadığı sıkıntılar, gerçekten de saymakla bitecek gibi değil.
‘Ruhum yaralandı’ diye özetliyor bize. Ama her şeyi lehine çevirmeyi başarabilmiş şimdi. Yepyeni, bambaşka, daha iyi biri olmuş. Hayatın değerini anlamış. Sigarayı bırakmış. Yürümeyi başarınca hemen koşmaya başlamış. Her gün koşuyor şimdi... Cümle kurabilmek ve beynindeki hücreleri iyileştirmek için kitap kurdu olmuş. Vurulduktan sonra, ikinci cümleye geçince ilk cümleyi unutuyormuş çünkü. Köse’nin hayatındaki belki de kalıcı olacak başka bir hasar ise müzikal ahengi kaybetmesi.
Artık duygulu müzikler dinleyemiyor. House müzik dinliyor: “Müzik bana hüzün veya coşku duygusu yansıtamıyor artık. Çünkü iki sesin birbiriyle bağlantısı yok. Solistin sazla bir bağlantısı yok. Kötü bir his. Bir şeyin eksilmiş gibi hissediyorsun, eskisi gibi olmadığını hissediyorsun. Kazadan önce müzik arşivi yapıyordum. Şimdi arşivimdeki albümleri dinliyorum ama hiçbir anlamı yok. Tuhaf geliyor. Görsellikte de sorun yaşadım. Yüz körü oldum. Uzun süre yüzleri göremedim. Ama sonunda, şahane bir kazanım edindim, parça ile bütüne aynı anda bakabiliyorum.
Bir kişinin yüzündeki tüm detayları görüyorum. Herkesin yüzü aynı ya, farklı bir şey arıyorum... ” Köse’nin Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nda tedavisi sürüyor. Dosyası faili meçhule devredildi. Bir polisi teşhis etti, plaka verdi. Polisleri bulamamışlar. Arabanın da 1970’te hurdaya çıktığı söylenmiş. Anayasa Mahkemesi’ne başvuracak. Köse, “Acaba isyan başlatmasaydık, onları burdan kovalamasaydık, burayı gerçekten yıkacaklar mıydı, diye düşünüyorum.
Sonra diyorum ki, ‘ulan yıkıyorlardı ya zaten, dozerler çalışıyordu’ diyorum. Darbelerden yan yatmış ağaç duruyor orada. O ağacı çok seviyorum. Hep gidip ona yaslanır düşünürüm. Aynı olayda ikimizde yaralandık diyorum ona. Ama inatla yaşayacağız, biz kazandık” diyor. İktidarın Gezi korkusunu iliklerinde hissettiğini dile getiriyor:
“Kimden canı yansa, kimden korksa Gezici diyor. Hopalılar’a yavru Geziciler demişti. Güzel bir ders verdik. Ama herkeste çok ağır bedelleri oldu...”
"Failler belli. Günümüzdeki teknolojik imkanlarla bulunmamaları imkansız. Ya bendensin ya da yok olacaksın diyorlar. Biz de karşı taraftayız. Bizi yok etmek istedikleri taraftayız. Yok olmayacağız, direneceğiz. Hukukun bittiği yerde Gezi yeniden başlayacaktır."
AYAĞINDAN VURULDU
‘Tarihe not düşüyoruz’
11 Haziran 2013’te, gaz kapsülüyle sol ayağından yaralandı. 1 ay hastanede yattı, aylarca ayağının üstüne basamadı. Polisler için Valilik soruşturma izni vermedi.
Aydın Aydoğan, 3 çocuk babası bir turist rehberiydi. 11 Haziran 2013’te, gaz kapsülüyle sol ayağından yaralandı. 1 ay hastanede yattı, aylarca ayağının üstüne basamadı. Tazminat davası reddedildi.Polisler hakkındaki şikâyeti, sağ gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın dosyasıyla birleştirdi. Savcılığın isimlerini belirlediği 16 polis memuru hakkında, İstanbul Valisi Vasip Şahin soruşturma izni vermedi.
Aydoğan’a göre, hukuk mücadelesi tüm bu olumsuz tabloya rağmen çok önemli. “Bu devran böyle gitmeyecek ki... Tarihe not düşüyoruz biz. Gelecek nesil görecek, yaşam için direndiğimizi...” diyor.
Bu üç yıllık süreçte, hukuk profesöre gibi bilgi sahibi olmuşlar. Savcılıktaki dosyanın durumunu şöyle özetliyor: “İlk savcının elinde 40 terebaytlık bir görüntü vardı. Savcı üniversitelerden heyet kurup, inceletecekti. Olmadı. Görüntüleri özel şirket olan Ulusal Kriminal Dairesi’ne gönderdiler. Buranın tespit ettiği isimlere bile bir şey yapılmadı. Kask numarası belli bir polis var mesela. Ama, emniyet ‘öyle bir kask numarası bizde kayıtlı değil’ diye yanıt verdi. O görüntüler tam anlamıyla izlenmedi. Bir gün incelenecek, her şey çıkacak.
Öldürülen Savcı Mehmet Selim Kiraz, ‘Bende emniyette ve kriminal büroda olmayan 8 terebaytlık bir görüntü var demişti. Ben ekip kuruyorum, inceleyeceğim. İstediler vermedim’ demişti. Bir hafta sonra savcı öldürüldü. Sonra gelen savcı ne yaptı? Hiçbir şey... Hiçbir şey yapmamak kimin işine yarıyor. ‘Erk’in işine yarıyor. Demek ki arkalarında erk var. Biz şunu soruyoruz, hükümetin başındakiler, böyle dosyalara müdahil olabilir mi? Ali amcanın davasına gönderilen rapora bakıyorsun.
Bilirkişi, trafikçi değil de termodinamik ustası. Bu zamana oynama, dosyayı karartmadır.” Aydoğan, Gezi Direnişi’nin yaşamına kattıklarından gayet memnun. Yeni insanlar tanıdığını anlatıyor büyük bir mutlulukla. Direniş sürerken eşinden gizli gizli parka geliyormuş. “Eşim, ‘Çoluk çocuk sahibi adamsın, ne işin var orda derdi. Sonrasında onun da fikri değişti. Hakkımızda söylenen şeylere bakınca...Gezi’den sonra insanların önyargılarıyla yüzleştik. Bence en önemli nokta bu. 40 yıldır birlikte aynı apartmanda bir arada olan insanlar birbirlerine şüpheyle bakar oldu. Önyargı, yanılmanın anahtarıdır.
Bu toplumun acilen eğitimli, nitelikli, kaliteli insanlar yetiştirmesi lazım. Toplumdaki derin yaraları iyileştirecek, barıştıracak yeni bir nesil gelmezse, bu toplum Gezi gibi yeni süreçler yaşayabilir. O zamanın Başbakanı’nı, toplumu nasıl katmanlara ayrıştırdıysa, bu hâlâ devam ediyor. Biz bunu bizzat yaşayan insanlarız..” diyor.
Mehmet Ayvalıtaş, 2 Haziran 2013'te 20 yaşında hızla gelen otomobilin çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Annesi Fadime Ayvalıtaş da bu acıya dayanamadı, 6 ay sonra kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Baba Ayvalıtaş, adalet arayışında umutsuz.
20 YAŞINDAKİ OĞLUNU KAYBETTİ
‘Adalet neden bize uzak?’
Oğlunun davasından çıkıp parka gelen baba Ayvalıtaş, “Her davaya girip çıktığımda, o acıyı tekrar tekrar yaşıyorum. Mehmet’i o gün yeniden kaybetmişiz gibi hissediyoruz” diyerek söze başlıyor.
Mahkeme öncesi polis ablukasını, uzun süre yok denilen MOBESE görüntülerini, 1.5 yılda nasıl uğraşlarla ortaya çıkardıklarını anlatıyor. Oğlunun dosyasındaki son gelişme ise ölen ve yaralananı kusurlu bulan Adli Tıp raporu.
Bilirkişilerin, o görüntüleri izlemeden rapor yazdığını söylüyor acılı baba: “O görüntülerde, sürücünün nasıl hız yaptığı, halkın nasıl bağırıp tepki gösterdiği görülüyor. Önümüzdeki 3 yıl da yeni bir rapor alınması için uğraşırız artık. Bugünkü duruşmaya yeni heyet geldi. Dosyanın ne olduğunu bile bilmiyorlardı. Rapora yaptığımız itirazları değerlendirirler mi bilmiyorum.” Ayvalıtaş, oğlu ve ölen, yaralanan herkes için adalet istediğini söylüyor üstüne basa basa. “Biz fazla bir şey istemiyoruz ki” diyerek, devam ediyor: “Gezi bir halk ayaklanmasıydı. Volkan patlamasıydı. Benim oğlum sağı, solu bilmezdi. Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın. Oğlumdan altı ay sonra eşimi kaybettim. Sonra da kalp rahatsızlığı geçirdim. Daha benden ne istiyorsunuz? Neden adalet, bize uzak? Adalet istiyoruz ama adalet umudumuz da yok. Çocuğumu vuranlar dışarıda. Keşke dava çabuk bitse, belki ıstırabımız azalır.”
Sarıkaya, yaralanan pek çok kişinin soruşturmayı etkin olarak takip etmemesine kızıyor: "Biz hala sokaktayız. Mücadele veriyoruz, direniyoruz. Ben arkamda iki yetim, bir dul bırakmayı göze aldım..."
PLASTİK MERMİYLE GÖZÜNDEN YARALANDI
'Emniyet suçluyu gizliyor'
Erdal Sarıkaya, iki çocuk babası, özel bir şirkette güvenlik görevlisiydi. Plastik mermi, göz merceğinden girdi. Sağ gözünün yerinde protez var. Valinin, soruşturma izni vermemesine tepki göstererek, şunları söylüyor: “3 yıl boyunca dosyalarımızda değişen tek şey 5 tane savcı. Biz hâlâ Taksim’de vurulduğumuzu ispatlayamıyoruz. Öldürülen savcı Mehmet Selim Kiraz sorularımıza cevap veriyordu. Benim dosyamda 16 bin polisten, 5 polise kadar indi. Son günlerde üzerinde büyük bir baskı olduğunu söylüyordu. Devlet kontrolünde ortadan kaldırıldığını düşünüyorum. Son savcı ise dosyayı masasından kaldırmıyor ama sayfasını da açmıyor. Zaten Vali son noktayı koydu. ‘Soruşturmaya gerek yoktur’ dedi.
Bu büyük bir facia. Vali neye istinaden böyle bir karar aldı? Kendi yetkisini aşıp yargıyı fiilen durdurmuştur. Artık kolluk kuvvetinin sokakta işlediği her türlü saldırıyı meşru kılmıştır. Polise, ‘ne yaparsak yapalım bizi koruyan siyasi yapılanma ve kurumlar var’ özgüveni verilmiştir. İnsanların sokakta katledilmesine zemin hazırlanmıştır. Yani suç meşru kılınmıştır. Vurulan, yaralanan suçlu olmuştur.”
Sarıkaya, Vali’nin bu kararının ardından, yaralanan 272 kişinin dosyasının da böyle kapatılacağını düşünüyor. Sarıkaya’ya göre, emniyet Gezi’de failleri gizlemek üzere sistem kurmuş. “Dosyamda, yazı var. Emniyet Müdürü diyor ki, ‘olay günü iş yoğunluğundan dolayı, bölgede görev yapan polislerin kullandığı silahlar ve kask numaralarıyla ilgili liste tam tutulamadı. Tutulanlar ise ilgili yasa hükmü gereğince imha edildiği anlaşılmıştır...’ Ve savcıya 16 bin polisin listesini gönderiyor. Polislerin bilinçli olarak kask numaralarını söktükleri ve yasal süreçten kaçmak, deşifre olmamak için farklı numaralar yapıştırdıkları duyumu da bize ulaştı” diyor.
Sarıkaya, Cmhurbaşkanı’na da sesleniyor: “Cumhurbaşkanı da bu kan kuyusuna elini sokmuştur. Bu kan kuyusu onları eninde sonunda boğacaktır. Biz hâlâ sokaktayız, mücadele veriyoruz, direniyoruz. Ben arkamda iki yetim, bir dul bırakmayı göze aldım. 100 yıl boyunca, bir köşede sindirilmiş bir şekilde yaşamaktansa şehit oluruz. Halkımız tarafından onurla anılmak bizim için en büyük mükafat olur.”