'Bu AP Kör müdür?'
cumhuriyet.com.trAvrupa Parlamentosu (AP) 10 Şubat günü AB’nin 2009 Türkiye İlerleme Raporu hakkında bir karar kabul etti. Kararda, Türkiye’den, Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüm çerçevesinde halledilmesi esas olan konularda peşin adımlar atması talep edildi.
Başbakan Sayın Erdoğan AB büyükelçileri için 11 Şubat 2010 günü düzenlenen yemekte yaptığı konuşmada, AP’nin kararını, özellikle, Kıbrıs konusuna ilişkin içeriği sebebiyle eleştirmiş; Türkiye’nin ve KKTC’nin çözüm çabalarındaki olumlu tutum ve davranışlarını göremediği için de “Bu AP kör müdür Allah aşkına” diyerek tepkisini dile getirmiş.
Daha önce de Sayın Başbakan’ın 3 Şubat günü bir düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada, Kıbrıs Rum tarafının olumsuz tutumlarından söz ettiği; Hristofyas’ın Kıbrıs konusundaki görüşleri ve davranışları bakımından Papadopoulos’tan farklı olmadığını belirttiği ve “hepsi aynı değirmenden çıktıkları için mamul olarak fark etmiyor” şeklinde konuştuğu basında yer almıştı.
Hepsi Elen milliyetçisi...
Başbakan AP’nin kararına tepki göstermekte haklıdır. Bu tepkisiyle halkımızın hissiyatına da tercüman olduğu görüşündeyiz.
Başbakan’ın Hristofyas’ın Kıbrıs konusunda Papadopulos’tan farklı olmadığına dair tespiti de doğrudur. Gerçekten de, Kıbrıs Rum liderleri, Makarios’tan başlayarak, sırasıyla, Kipriyanu, Vassiliou, Klerides, Papadopoulos ve Hristofyas, hepsi Kıbrıs konusunda söylemleri ve eylemleri bakımından birer Elen milliyetçisidirler. Aynı değirmenden çıktıkları için 2003 yılında Hristofyas’ın partisi AKEL, Papadopulos’un seçilmesi için destek vermiştir. 2004’te de AKEL, Annan Planı’nın reddedilmesi için Papadopoulos’un partisi DİKO ile beraber hareket etmiştir.
Çözümsüzlükten rahatsız olmuyorlar
Belirtmemiz gerekir ki, sadece AP’nin değil, başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere, uluslararası siyasetin başoyuncularının Kıbrıs’la ilgili gerçekleri görme; Türk tarafının dile getirdiği gerçekleri duyma; Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin çözüm arayışlarındaki olumlu davranışlarını hafızalarında saklama yeteneklerinden yoksun bulundukları, Kıbrıslı Rumların Yunanistan’ın desteğiyle 21 Aralık 1963’te adada Kıbrıslı Türklere karşı başlattıkları “etnik temizlik” hareketinden bu yana bilinmektedir. Mensubu olduğumuz kuşak bunları, olayları yaşayarak ve olaylardan dersler alarak öğrenmiştir. Olayların listesini zikretmeye yerimiz yeterli değildir. Yine de şu kadarını söyleyelim ki, 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti” Rumlar tarafından 1963 Aralık sonunda yıkılmış olmasına rağmen, BM, çözüm arayışlarında “Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin varlığını sürdürdüğü” anlayışıyla hareket etmek ve 1960 antlaşmalarına aykırı olarak sadece Rumlardan oluşan bir yönetime de meşru “hükümet” muamelesi yapmak suretiyle, Kıbrıslı Rumları adada çözüme ihtiyaç duymaz ve çözümsüzlükten rahatsız olmaz duruma getirmiştir. AB de sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” üye kabul ederek çözümsüzlüğe ek bir katkıda bulunmuştur.
Hükümetimiz, 2003’ten itibaren, Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün önceki hükümetlerin ve Sayın R. Denktaş’ın tutumlarından ileri geldiğini varsayan bir yaklaşım ortaya koymuştur. Kıbrıs sorununa çözüm aranması ve bulunması sanki sadece Türk tarafına ait bir sorumlulukmuş gibi hareket etmiştir. Çözüm arayışlarında “bir adım önde yürünürse” ve “masaya çözmek istiyorum diye oturulursa” Kıbrıs sorununun çözüleceğine inanıldığını gösteren söylemler kullanmıştır. O dönemde AB’den üyelik müzakerelerine başlama tarihi alınması karşılığında Kıbrıs konusunda “taviz verilebileceği” dahi ifade edilmiştir. Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün gerçek sebepleri araştırılmadan başlatılan girişimler istenen sonuçları vermemiştir. Kıbrıs sorunu çözülmemiştir.
‘Fırsat penceresi’
Rumlar reddederken Kıbrıslı Türklerin çözüme “evet” demeleri, üzerlerindeki tecrit tedbirlerinin kaldırılmasını sağlamamıştır. AB üyeliği sürecinde Türkiye’nin önü açılmamıştır. Bu durum Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğündeki gerçek sebepleri bilenler için şaşırtıcı olmamıştır.
Hristofyas’ın Rum kesiminde başkan seçilmesi, önce Sayın Talat, sonra da Ankara’da Türkiye ve Yunanistan dışişleri bakanları tarafından çözüm için “fırsat penceresi” olarak değerlendirilmiştir. 21 Mart 2008 günü, yani Kıbrıs’ta iki liderin müzakere sürecini başlatmak için buluştukları gün, bu sütunlarda yayımlanan “Kıbrıs’ta Fırsat Penceresi mi?” başlıklı yazımızda şunları ifade etmiştik: “Hristofyas’ın yemin törenindeki konuşmasının içeriğinin, ‘çözümsüzlük yanlısı’ Papadopulos’un 5 yıl önce kendi yemin töreninde (28 Şubat 2003) yaptığı konuşmanın içeriğiyle karşılaştırılması, iki liderin Kıbrıs sorununun mahiyetine ve ulaşmak istedikleri çözüm şekline dair görüşlerinin birbirininkinden farklı olmadığını çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. İki lider de, görevlerinin başlangıcında, Kıbrıs sorununun Türkiye’nin adayı ‘istila ve işgal etmesinin’ sonucu olarak ortaya çıktığı iddiasını dile getirmişlerdir. Onlara göre, sorunun çözümünün hedefi, Türk ‘istila ve işgalinin’ sona erdirilmesi; ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’ ülkesiyle, halkıyla, kurumlarıyla ve ekonomisiyle yeniden birleştirilmesi; yabancı devletlerin garanti hak ve yetkilerinin kaldırılması suretiyle güvenliğin tesis edilmesi ve Türkiye’den gelip yerleşmiş olanların adadan ayrılmalarının sağlanmasıdır. Her ikisinin de çözüm şekli için ortaya koyduğu vizyon ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’ temelinde ve çatısı altında ‘birleşik Kıbrıs’ devletidir. Çözüm ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’ egemenliğini, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve birliğini yeniden tesis etmelidir. ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nde’ tek halk vardır. Devletin egemenliği ve uluslararası kişiliği de tektir. Birleştikleri bir nokta da çözüm şeklinin ‘işleyebilir’ (fonksiyonel) olmasıdır.”
Sayın Başbakan’ın “Bu AP kör müdür?” şeklindeki haklı tepkisini ve Papadopoulos ile Hristofyas’ı “aynı değirmenden çıkan mamul” olarak nitelemesini hükümetimizin Kıbrıs sorunuyla ilgili gerçekleri görmeye başladığının kanıtı olarak görüyoruz. Kıbrıs konusundaki 2004 tecrübesinden ve AB’nin Türkiye’nin tam üyeliğine ilişkin niyetlerinin ve politikalarının son 6 yıl içinde daha da açıklık ve belirginlik kazanmasından sonra KKTC’nin ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki gerçeklerle bağdaşmayan çözüm dayatmaları karşısında “diklenmeden dimdik” duracaklarına inanmak istiyoruz.