Brüksel ve Şengal'de bir Ezidi kızı Berfin Hezil
IŞİD çeteleri Şengal’i işgal ederken kaçışan peşmergelerin önüne dikilip olanca gücüyle haykıran bir Ezidi kızının çığlığı… Bu röportaj da o günleri unutturmamak için bir tanıklığı aktarıyor. Bir Ezidi kızının tanıklığını…
Aydın Engin/CumhuriyetEğer banttaki sözleri yazıya doğru döktüysem bu “Niye kaçıyorsunuz, niye kaçıyorsunuz? Şengal’den niye gidiyorsunuz” demek.
Bu rasgele, öylesine bir soru değil. Bir çığlık. IŞİD çeteleri Şengal’i işgal ederken kaçışan peşmergelerin önüne dikilip olanca gücüyle haykıran bir Ezidi kızının çığlığı…
Bu çığlık IŞİD önünden kaçan ve ekranlarda izlerken bile içimizi kanatan o Ezidi göçü sırasında Şengal dağlarında yankılandı.
Bu röportaj da o günleri unutturmamak için bir tanıklığı aktarıyor. Bir Ezidi kızının tanıklığını… Adı Berfin. Berfin Hezil. Gören “19 belki, ama kesinlikle 20 değil” der. Oysa 30’unu çoktan geçmiş.
Onu ilk kez YouTube’da gördük. IŞİD’den kaçan Ezidileri koruması gerekirken kaçışan peşmergelerin önüne dikilip haykırırken. Şengal’de...
Sonra 11. Kürt konferansında Brüksel’de. Kamerasının önüne diktiği Kürt, Türk, Alman ile söyleşi yaparken. Türk’le Türkçe, Kürt’le Kürtçe, Alman ile Almanca...
Kürtçe yayın yapan TV kanallarında onu Şengal’de izleyenler, kamerasını, namlusu IŞİD’e dönük bir silah gibi kullanan “gerillagazeteci” sanırlar. Oysa siyah T-Shirt’ü, kıpkırmızı hırkası ve yalnız yüzü ile değil gözlerinin içiyle de gülen ufacık tefecik bir Ezidi kızı o. Başlangıcı çok yalın, benzeri çok bir hayat öyküsü var. Anne Mardin Midyat’tan bir Ezidi Kürt’ü; baba ise bir Sünni Kürt. Birbirlerini sevip evlenmişler. Bir kızları olmuş, adını Berfin koymuşlar. Gülerek anlatıyor:
- Annem tarafında babası, yani dedem Ezididir, annesi yani ninem de Hıristiyan. Süryani Hıristiyan. Midyatlılar ikisi de... Babam tarafı ise Sünni Kürt. Birbirini seven iki kişi, birbirini kaçırmışlarsa... Sonra?.. Sonrası çok bildik bir hikâye. Anne ve baba göçmen işçi olup Mardin Midyat’tan Güney Almanya’da Baden Baden’a gelmişler. Berfin henüz 6 yaşında.
- Hauptschule’ye (Almanya’da zorunlu eğitim – ae) kadar gittim. Sekizinci sınıfa kadar okudum. Sonra bıraktım. Ondan sonra televizyonda çalışmaya başladım. Kürt televizyonunda, MED TV’de. Zorunlu eğitimi bile zar zor bitirmiş, mesleki bilgisi sıfır bir genç kızı niye seçmişler acaba? Ayrıca altı yaşında geldiği Almanya’da Kürtçeyi nasıl öğrenmiş? Hepsine cevabı var. Yine gülerek anlatıyor:
- Eee, ben çok aktif olduğum, bir de Kürtçe bildiğim için beni aralarına aldılar televizyonda. Bir de etrafımda birçok çocuk vardı. Kürtçe konuşan çocuklar. Benim Kürtçem iyi. Çünkü evde annem babam Kürtçe konuşurlardı. Ezidiler pek Türkçe bilmez. Annem babam da Türkçe bilmiyorlar. Sadece Kürtçe konuşurlar. Buraya kadarını anlamak zor değil. Küçücük bir Ezidi kızı. Almanya’da büyümüş. Akıcı bir Almanca ile konuşuyor. Kürtçesi de öteki Kürtlerin tanıklığına göre mükemmel. Bir iş bulmuş. Sevdiği bir iş. TV gazetecisi olmuş. Sonra... Sonra birdenbire yollara düşmüş...
- Rojava’ya gittim. Gittim çünkü... Çünkü bana orada ihtiyaç olacağını hissettim. Bir devrim vardı orada. Aslında Ortadoğu hep ilgimi çekmiştir. Ortadoğulu olduğum için. “Seni oraya, Rojava’ya yolladılar mı, yani görevli olarak mı gittin” sorusuna alışmış. Sevimli Türkçesi ile ve evet yine gözlerinin derinliklerine kadar gülerek cevaplıyor:
- Hayır, bu benim özgür kararımdı. Yani ben gidiyorum dedim. O kadar. Hani Almanca diyorlar ya freiwillige journalist (Gönüllü gazeteci –ae) olarak... Aslında oradaki halk beni hep Rojavalı bildi. Çünkü Türkçe konuşmayan tek journalist bendim. Türkçe konuşmayanlar hep Suriyeli oluyormuş onlara göre.
O uzun uzun anlatıyor. Cizire’ye ulaşmış. Rojava Kürtlerinin Cizire kantonuna.
- O zaman rejim hâlâ vardı. Baas rejimi... Kürtler daha kendi renklerinde haykırmamışlardı. Sokaklara çıkmamışlardı. Daha Suriye muhalefeti ile birlikte meydana çıkıyorlardı. Cuma günleri yürüyüşler yapılıyordu. “Arap Baharı” deniyor ya hani. O günlerde yani. Kürtler o zamanlar kendi diliyle, kendi renkleriyle meydana çıkmıyorlardı. Biz o zaman kaçak geçtik. Yolda Baas askerleri, yani rejim bizi taradı. Pusuya düştük. O yol kaçakçıların kullandığı bir yol. Yani kendini koruyacağın hiçbir şey yok. O yüzden “Daha Rojava toprağına ayak basmadan mı öleceğim ben” diye düşündüm. Kaçtık, dağlık köyler vardı, oralara kaçtık. Kurtulduk. Oradan Derik’e geçtim. Burada durdu. Yüzü değişti. Suratına pek de yakışmayan bir ciddiyetle konuştu:
- Orada tarihi bir adım atılıyordu ve ben o adıma tanıklık yapmak istedim. Belki yüzde biri kadar yapabildim. Ama hiçbir eylemde, hiçbir çatışmada da kameramanla birlikte eksik kalmamaya çalıştık. Tam iki buçuk sene. Zordu, tehlikeliydi ama güzeldi, çok güzeldi...
Sonunda konu kaçınılmaz olarak bu röportajın yapılma nedenine dayandı. Şengal’de IŞİD önünde kaçışan peşmergelere haykıran küçücük Ezidi kızına...
Anlattı:
- Şimdi Cizre kantonu ya. Cenani sınır kapısı, Sununi de öteki tarafın sınır kapısı. Sununi, Şengal tarafı oluyor, Cenani de Cizire kantonu oluyor. Uzunlamasına 70 kilometrelik bir sınır boyudur. Çok büyük bir bölge değil yani. O sınır boyunda zaten bir ay evvel Rabia düşmüştü. DAİŞ oraya girmişti. Sonra YPG, DAİŞ’i oradan çıkardı ve peşmergelere teslim ettiler. Biz bütün bunları çektik ve yayınladık. Yani Şengal’in yakın köylerine zaten gitmiştik biz. Yani o 70 kilometrelik alan benim alanım oldu, hep takip ettiğim bir alan yani... Bana telefon geldi. Tam 3 Ağustos sabahı... Peşmergelerin DAİŞ önünden kaçtığını söylediler. Kameramanla beraber hemen yola çıktım. Benimki bir refleks. Orda olma refleksi yani. Sınırı geçer geçmez havan saldırısı başladı. Olduğumuz yere düştü havan mermileri. Niyetim Rabia’nın merkezine gitmek. Şengal’den Dahri’ye giden yolun tam üzerinde durduk. Orada arabalarla yürüyerek gelen yani DAİŞ’ten kaçan Ezidilerle röportajlar yaptık. Tam onlarla konuşurken konvoy geldi. Peşmerge konvoyu. Ben sordum: “Nereye, neden kaçıyorsunuz? Niye Şengal’i savunmuyorsunuz da kaçıyorsunuz?” Öyle ya devletini koru. Onlar Irak Kürdistanı’nın askerleri. Vazifeleri devletlerini, topraklarını korumak. Onlarsa kaçıyorlar. “Nereye gidiyorsunuz” diye sordum. “Zaho’ya” dediler, “Şengal düştü.” Neden direnmediklerini sorduğumda cevap veremediler. Yani “Şengal düştü” dediler ve çekip gittiler. Orada kaçan peşmerge konvoylarını çektik.
Cevapla yetinmedim, sordum: “Sakin bir sesle mi sordun, söyledin bunları?”
- Hayır, hayır. Çünkü sen ordasın. Bir insan olarak her şeyi yaşıyorsun. Orada görüyorsun, o halkın nasıl bir katliamla yüz yüze olduğunu görüyorsun. Yani orada gazeteci olarak değil bir Kürt olarak konuşuyorsun, yani bağırıyorsun. Hem de çok bağırıyorsun. Öyle bağırdım yani... Bak... Bu anlattıklarım ilk gündü. Yani DAİŞ’in Ezidilere saldırdığı ilk gündü. Sabahtı. Asıl acı sonra başladı. Aslında o sırada tehlikenin büyüklüğünü fark etmemiştik. Sununi’ye vardığımızda yürüyerek gelmekte olan binlerce Ezidi ile karşılaştık. Zaten bütün dünya da ancak o zaman fark etti. Artık orada hem gazetecisin, hem Ezidi kızı, hem Kürt direnişçi... Belki kadın olduğum için. Bilemiyorum. YPG’liler yemek dağıtıyordu. Gittim onlarla birlikte ben de yemek dağıttım. Sohbet ettim insanlarla. Yol gösterdim onlara. Biraz daha dişinizi sıkın, biraz daha çabuk yürüyün. Akşam olmadan Cebara’ya varalım. Yalvardım insanlara. Doğum yapan kadınlar vardı. O şartlarda çocuklarına isim koymayı düşünemezlerdi. İsim koydum bebeklere. Birine Hedi adını verdim, yani Umut. Sonra Ezidilerin hacı oldukları yerin adını koydum bir kıza: Laliş. Sonra Lorin... Yani bulduğum en güzel adları koydum bebeklere... Ben de mutlu oldum, onlar da mutlu oldu. Ama yolda... O yol çok zorlu bir yol. Su yok. Yiyecek yok. Bebekler öldü o yollarda biliyor musun? Kimi doğdu, kimi öldü işte.
‘Benim için bir borçtu’
Peki, bu ufak tefek, Avrupa’da büyümüş genç kadın iki buçuk yıllık bir acılar, zorluklar ve direniş tanıklığından sonra yeniden Avrupa’ya dönmüş. Nedenini sormamak olmaz.
- Çünkü hedef oldum. Benim için çok tehlikeliydi. Yüzüm tanınmıştı orda. DAİŞ her yerdedir orada. Dönmem lazımdı. Şimdi yine Ezidi televizyonunda çalışıyorum. Kürtçe yayın yani... Uydu kanalından yayın yapıyor ve dünyanın her yerindeki Ezidiler bizi seyrediyor. Ezidilerin sesi olmak istedim ve olmaya çalışıyorum işte. Çünkü çok, ama çok Ezidi hâlâ orada ve Şengal DAİŞ’in elinde. Kadınlar, Ezidi kadınları oradalar. Kimi Musul’da, kimi Şengal’de. DAİŞ’in esirleri onlar. Satılmak üzere DAİŞ’in esirleri... Ben de hâlâ Şengal’de, Kobani’de ne bileyim işte, oralarda olmak isterdim. Ama burada Şengal’in, acı çeken Ezidilerin sesi olmak. Bu benim için bir borçtur biliyor musun?